ATATÜRK DEVRİMLERİ
KARŞI DEVRİMİN KÖKENLERİ VE BUGÜNÜ
Engin Bellisan
|
* BÖLÜMLER
|
ATATÜRK DEVRİM MODELİ
Δ
Genel olarak Atatürk Devrimleri deyince, 1919’dan başlayan siyasal, toplumsal, ekonomik çok sayıdaki her bir değişim; Atatürk Devrimi, ya da Türk Devrimi deyince ise yapılan değişimlerin tümü kastedilmektedir.
Türk Devrimi/Atatürk Devrimleri, devirmek değil yeniden kurmak üzerinedir.Çünkü hareketin başlangıcı kabul edilen 1919 yılında Osmanlı Devleti çökmüş, ülke işgale uğramış, orduları dağıtılmış, elinden silahı alınmış; başlangıçtan çok önce 1881 yılında, bir devletin öncel bağımsızlık göstergesi ve egemenlik hakkı olan vergi toplama hakkı Düyun >-ıUmumiye idaresine teslim edilerek, devletin egemenliği fiilen sona erdirilmiş, sadece nasıl paylaşılacağı sorunu kalmıştır.
Atatürk Devrimi her yönüyle bağımsızlık esasına dayalı ulusal bir devrimdir. Sınıfa dayalı bir devrim değildir. Devrimlerin her biri bağımsızlık ülküsünü içinde taşır. Atatürk bütün sınıfları, tüm ulusu içine alan, kavrayan bir kurtuluş, bağımsızlık eylemi oluşturmuştur. (Kili,95) Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz sloganında belirginleşen niteliği budur.
Atatürk Devrimi’nin ilk amacı çağdaşlaşmak, ikincisi ise kalkınmaktır.
Çağdaşlaşma olgusunun dayandığı temel; akılcılık ve bilimsel düşünmedir. Çağdaşlaşma, dünya kültürünün yaygınlaşması olarak ta tanımlandığında dayandığı temel öğeler; ileri düzeyde bilimin ve teknolojinin var olması, yaşantıya akılcı bakış, toplumsal ilişkilerde laik anlayışın egemenliği, kamu işlerinde adalet duygusunun varlığı ve her şeyden önemlisi ulusal devlet biçiminin benimsenmesidir. (Kili,103) |
Devrim Söcüğü
Türkçede özleşme akımının ürettiği terimlerden biri olan devrim, sadece siyasal anlamda düşünüldüğünde ihtilal karşılığı; toplumsal, ekonomik ve siyasal anlamda kullanıldığında ise eski ifadesiyle inkılap karşılığıdır.
Siyasal anlamda devrim, iktidarın kökeninde değişme yaratan bir olaydır. Ekonomik ve toplumsal anlamda devrim, ekonomik ve toplumsal ilişkilerde temel değişiklik yapan bir olaydır.
Devrimi diğer değişme ve gelişmelerden ayıran fark, kapsam ve hız ayırımıdır.
Bu kabullere göre devrim kavramının üç öğesi; yapı değişmesi, bu değişmenin olağandan hızlı olması ve yine bu değişmenin olağandan kapsamlı olmasıdır. (Kongar,17)
Bu çalışmada Atatürk Devrimleri bu üç öğeyi kapsar şekilde kullanılmıştır.
Bu bağlamda Karşı Devrim ise, Atatürk Devrimleri’ni sonuçsuz bırakmak ya da, ortadan kaldırmak amacına yönelik tüm düşünce ve eylemleri kapsayacaktır.
Elyazısının okunuşunu görmek için üstine geliniz
| |
Atatürk devrim modelin özellikleri ve dayandığı temel ilkeler, Kurtuluş (Bağımsızlık)Savaşı öncesi belirginleşmeye başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk Büyük Nutuk’unun başlangıcında,
"Daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar "olarak belirlediği amaç, "ulusal egemenliğe dayalı bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak"tır. (Nutuk s.19) Bu da ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla elde edilebilecektir. Üstlenilen görevin asıl ruhu tam bağımsızlık tır. Kili s.246) Tam bağımsızlık, malî, idarî, hukukî, iktisadî, askerî ve bunlar gibi her hususta tam bağımsızlık ve özgürlüktür. Bu sayılanların herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulus ve ülkenin gerçek anlamda bütün bağımsızlıktan yoksun olması demektir.
DEVRİMİN GEREKLERİ Δ
Ulusal bağımsızlık, çağdaşlaşma devrim eylemleri kendiliğinden ortaya çıkmaz; bunun bir ateşleyicisi, bir iticisi ve yürütücüsü olmak gerekir. Halk kitlelerinin isyan çıkardığı, bu isyanların giderek ihtilâle yöneldiği görülmüştür ama, halka uyarak yönünü bulan devrimlerin varlığına tarih henüz tanık olmamıştır. (Kili s.110) Onun için devrim eylemlerinin bir öndere ve o önderin çevresinde inanmış bir kadroya ihtiyaç vardır. Kuşkusuz bu kadro ulusal kurtuluş savaşımını halka dayanarak yapacaktır ama kurtuluş savaşına giren Türk halkı hemen hemen tümüyle geleneksel toplumun tüm özelliklerini taşıyan bir ortamın içindedir ve o yapının bireyidir. Bu nedenle Türk Devrimi özellikle başlangıcında halka rağmen, halk için yapılan bir devrimdir.
Atatürk Devrimi zaman içinde halkın büyük çoğunluğu tarafından gönülden benimsenmiş ve içselleştirilmiştir. Her devrimde olduğu gibi benimsemeyenler ve benimsemiş gibi görünenler de mevcuttur.
Toplumbilim açısından bir devrimin başarısının sağlanması ve sürdürülmesi; toplumda
- Birliğin sağlanması,
- Otoritenin kurulması ve
- eşitliğin sağlanması (yani, toplumun ekonomik büyümesi, bu büyüme içinde elde edilen milli gelirin adaletli bölüşülmesi, toplumun mutlu, zengin, özgür kılınması)
ile mümkündür. Atatürk devrimlerinde bu aşamaları bir sıralamaya bağlamak yanlış olur. Çünkü, M.Kemal hiçbir zaman önce birlik sağlansın sonra otorite kurulsun veya aksi bir yöntem uygulamamıştır. Üstelik .o devirde bugünkü gibi bu aşamalardan söz eden kitaplar, bilimsel araştırmalar da yoktur. M. Kemal Paşa adımlarını atarken daima aklını, mantığını ve gerçekleri gözeterek; neyi, ne zaman, ve nasıl yapabileceğini hesaplayarak kararlaştırmış ve uygulamıştır.
Atatürk Devrimi, bir bağımsızlaşma ve çağdaşlaşma örneğidir. Bu devrim de birlik, otorite ve eşitlik sorunlarıyla karşılaşmış, bunlardan ilk iki aşamayı başarı ile tamamlamış, eşitlik sorununun çözümüne yönelmiştir. (Kili s.112)
Bir devrimin, bir siyasal sistemin; bağımsızlaşma, çağdaşlaşma sürecinin sağlıklı olarak yürütülebilmesi, duraksamaması ya da bir karşı devrimle sona erdirilmemesi; o devrimin ekonomik büyümeyi, gelişmeyi sağlamasına, bu büyüme içinde elde edilen milli (ulusal) gelirin adaletli biçimde yurttaşlar arsında paylaştırılmasına olanak sağlayan yasaların uygulanmasına, toplumun, halkın olabildiğince mutlu, zengin, gelecek endişesinden uzak, onurlu, kendine ve yönetime güvenli kılınmasına bağlıdır. Geri kalmışlıktan kurtulmak, çağdaşlaşmak isteyen toplumlar için aşılması en güç sorun eşitlik sorunudur. (Kili s.136)
Atatürk’ün bu konuya ne denli önem verdiği, büyük zaferden hemen beş ay sonra İzmir’de topladığı (17.Şubat-4.Mart.1923) Türkiye İktisat Kongresi de yaptığı uzun konuşmadan anlaşılmaktadır :
Türk tarihi incelenirse bütün ilerleme ve gerileme nedenlerinin bir ekonomik sorundan başka bir şey olmadığı anlaşılır.. Yeni Türkiye’mizi yaraştığı düzeye ulaştırabilmek için ne yapıp yapıp ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü zamanımız tamamıyla bir ekonomi çağından başka bir şey değildir.. Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa elde edilen zaferler kalıcı olamaz, az zamanda söner.. En güçlü silahımız ekonomideki gelişme, istikrar ve başarma olacaktır.. İçine girdiğimiz Halk Dönemi ekonomi dönemi diye adlandırılmalıdır. Öyle bir ekonomi dönemi ki, onda ülkemiz bayındır olsun, ulusumuz refah içinde olsun ve zengin olsun.. Ekonomi alanında düşünürken ve konuşurken sanılmasın ki biz yabancı sermayeye düşmanız. Hayır, bizim ülkemiz geniştir. Çok emek ve sermayeye ihtiyacımız vardır.. Geçmişte ve özellikle Tanzimat’tan sonra yabancı sermaye ülkede ayrıcalıklı bir duruma gelmişti ve denebilir ki, devlet ve hükümet yabancı sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Artık her uygar devlet gibi, ulus gibi yeni Türkiye de buna izin veremez. Burasını esir ülkesi yaptıramaz… Yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün ilkeleri, bütün programları ekonomi programından çıkmalıdır.. Bunun için de, eğitim programımız, gerek ilk öğretimde gerek orta öğretimde verilecek bütün şeyler bu görüşe göre olmalıdır. Devlet işleri için tasarlanacak programlar da ekonomi programına dayanmaktan kendini kurtaramazlar. Köklü bir program ve bu program üzerinde bütün ulusu uyumlu olarak çalıştırma gerekir.. (Afetinan s.57-59)
Atatürk’ün sağlığında bu görüşler altında dirayetle yönetilen dönemde; enflasyonsuz, kaynağı kendi içinde, önce tamamlanan yatırımın sonrakine kaynak olacağı şekilde, tam istihdam ile, devlet harcamalarının gelirleri kesinlikle aşmaması ilkesiyle, dış ticaret dengesini her ülke bazında sağlamaya çalışarak, ülkedeki çok sayıdaki isyanlarla da uğraş vererek 15 yılda üst üste ortalama % 6 büyüme sağlanmış, yeni borçlara batmadan önceki devlete ait borç ödenmeye başlanmıştır.
Bu başarının bir mucizenin gerçekleşmesi olduğunu söyleyen yakın arkadaşlarına ATA’nın verdiği cevap : Hayır, bu bir mucize değil, belirlenmiş ilkeler içinde milletin tek kuruşunun bile çar-çur edilmeden kullanılmasıdır olmuştur.
Çağdaşlaşmaya yönelmiş toplumların çoğunun uyguladığı planlı karma ulusal kalkınma, ilk defa Atatürk Devrim modelinde uygulanmıştır. (Kili s.108)
Atatürk döneminde Türkiye, Türk halkı; Osmanlı devletinin çöküş yüzyıllarındakinin tersine hiçbir zaman dış güçlere karşı eziklik duygusuna kapılmamıştır. (Kili s.94)
Atatürk’ten sonra ülke idaresini eline alanların çoğu, kimi programsız ve ilkesizlikten, kimi dirayetsizlikten ve kolay yolu seçmesinden, kimi devrimlere inanmazlığından; büyük emeklerle oluşturulan Türk Devrimi’nin iğfal edilmesine, sonunda büyük gayretlerle sağlanan Anadolu Birliği, Türk >Birliği
Atatürk devrimlerine inanmazların içinde, Atatürk’ün Millî Mücadeleye birlikte başladığı en yakınındakiler dahi bulunmaktadır. Onlar karşı devrimin ilkleridirler ve ilk Meclis’in içindedirler.
Şimdi karşı devrimin ilklerine ait birkaç tarihî örneği hatırlayalım.
KARŞI DEVRİMİN KÖKENLERİ Δ
Atatürk Devrimleri dediğimiz bir dizi aydınlanma ve medenî dünya ile bütünleşme hareketi nasıl ilk Meclise dayanıyorsa, bugün karşı devrim dediğimiz Atatürk Devrimleri’ne karşı başlayan hareketlerin kökleri de ilk Meclis dönemine rastlamaktadır. Bu amaçla bazı tarihsel olayları ve ilk Meclis’in hangi şartlar altında nasıl oluştuğunu hatırlamak gerekecektir:
T.B.M.M. NİN OLUŞUMUΔ
Mondros Mütarekesi (Ateşkesi) nin imzalanmasından (30.Ekim.1918) sonra, donanmasını ve askerini İstanbul’a çıkaran İngilizlerin yaptığı baskılar sonucu Padişah Vahdettin yayınladığı bir irade (talimat) ile < 21.Aralık.1918 de Osmanlı Meclisi’ni kapatmıştır.
Milli Mücadele’yi başlatan M. Kemal Paşa ise, mevcut İstanbul hükümeti üzerinde bir denetim organı kalmadığı için, işgalcilere kolaylıkla taviz verileceğini tahmin ettiğinden, gerek Erzurum gerekse Sivas Kongresi ’nde hükümetin ulusal iradeye dayanması için dağıtılan Meclis-i Mebusan’ ın yeniden toplanması gerektiğini belirterek İstanbul hükümeti üzerinde sürekli baskı oluşturmuştur.
Sonunda İstanbul hükümeti temsilcisi ile yaptığı Amasya Protokolü ile, meclisin toplanma yeri dışında, Millet Vekili seçimlerinin yapılması ve Meclis-i Mebusan’ın yeniden açılmasında anlaşma sağlanmıştır.
Böylece, İstanbul hükümetinin 3 Ekim 1919 da aldığı kararla yapılan 1919 genel seçimleri Osmanlı Devleti’nde altıncı ve son genel seçim olmuştur. Demokratik bir süreçte gerçekleşen bu seçime büyük önem veren M.K. Paşa, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ nin bütün şubelerinden, tüm vatanda yurtsever kişilerin kazanması için bütün gayretle çalışılması talimatını vermiştir. Kendisinin de Erzurum’dan adaylığını koyarak seçildiği bu son seçimde, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adayları son Osmanlı meclisinde çoğunluğu oluşturmuşlardır.
Böylece oluşan son Osmanlı meclisinin işgal kuvvetlerinin bulunduğu şehirde gerektiği gibi çalışamayacağını, (bu tarihte İstanbul’da kırk bin Fransız, otuz beş bin İngiliz, dört bin İtalyan ve iki bin Yunan kara kuvveti ile İngilizlerin Akdeniz donanması bulunmaktadır) , hatta İngilizler tarafından dağıtılabileceğini tahmin eden M. Kemal Paşa meclisin Anadolu’nun emniyetli bir şehrinde çalışması için çok gayret sarf etmiş, fakat yakın çevresi dâhil İstanbul’u tercih etmeleri üzerine; hiç olmazsa, seçilen Millet Vekillerinin İstanbul’a gitmeden önce bilgilendirmek amacıyla, 5 Ocak 1920 den itibaren Ankara’ya uğramalarını telgrafla Cemiyet şubelerine bildirmiştir.
Kurulmuş bulunan ulusal örgütün başsız kalmaması için Ankara’da kalmaya karar veren M. Kemal Paşa, Ankara’ya gelen Millet Vekilleri ile tek tek ve gruplar halinde görüşerek; onlara ülkenin durumunu anlatmış, barış için verilebilecek tavizin azamî sınırını ifade eden
Misak-ı Millî yi(Ulusal And) anlatmış hatta taslağını ellerine vermiş, İstanbul’da toplanacak mecliste hiç olmazsa güçlü bir Müdafaa-i Hukuk Grubu oluşturulmasını ve işgal kuvvetleri tarafından kapatılma ihtimalinde meclisin Anadolu’da toplanması davetini yapabilmek için kendisinin Meclis Başkanı seçilmesini başta Rauf Bey olmak üzere yakın arkadaşlarından istemiştir.
12 Ocak 1920günü açılan mecliste, Ankara’dan yola çıkanların hükümete karşı korkak ve basiretsiz kalmalarıyla M. Kemal Paşa’nın istekleri yapılmamış, sadece meclisin 28 Ocak 1920 toplantısında Misak-ı Milli kararı alınmıştır.< /span> (Nutuk s.483) Olaylar, M. Kemal Paşa’nın tahmin ettiği yolda gelişerek, Meclis 16 Mart 1920 günü İngilizler tarafından basılmış – yedinci yüz yılında- Osmanlı Devletinin hayatına ve egemenliğine son verilmiş ve-bazı Millet Vekilleri (Rauf Bey dâhil) Malta’ya sürülmüştür.
Bu olayı, Manastır’lı telgrafçı Hamdi’den duyar duymaz bütün devletler nezdinde protesto eden M. Kemal Paşa, komutanların görüşünü alarak, 19 Mart 1920 günü illere, bağımsız sancaklara ve kolordu komutanlarına gönderdiği telgrafla; Ankara’da on beş gün içinde olağanüstü yetkili bir meclisin toplanması için her sancaktan beş üye seçilmesini, dağılmış olan milletvekillerinden Ankara’ya gelebileceklerin de meclise katılmalarını ve seçim usulünü bildirmiştir
.
İşte bu şekilde, dağılan son Osmanlı meclisinden Ankara’ya gelebilenler ile yeniden seçilen milletvekillerinin katılımıyla 23 Nisan 1920 günü, Kurtuluş Savaşı süresince çalışan I. Meclis oluşmuştur.
YENİ AÇILAN MECLİSTEKİ KARŞIT HAREKETLERΔ
Ancak oluşan bu meclis, kurucusu ve Anadolu ulusal hareketinin önderi ile tümüyle uyumlu, tutarlı bir yapıda değildir. (Kili s.79) O günlerde, her sorundan önce gelen, anayurdu düşmandan temizlemek ve ulusu bağımsızlığına kavuşturmaktır ama daha sonuca ulaşılmadan ayrılık belirtileri ortaya çıkmış, siyasal kümelenmeler başlamış ve bu oluşum meclisin açılışına giden günlerde kendini göstermiştir.
T.B.M.M. nin birinci dönemi; düşünceler, saklı açık amaçlar, kuruntular, arayışlar, siyasal ve toplumsal kökenler, tutkular yönünden karma bir kurul niteliğindedir. Herkes Müdafaai Hukukçudur, Misak-ı Milliyi benimsemiş ve çoğunluğu yürekten katılmıştır. Fakat meclisin açılışı üzerinden zaman geçtikçe, konular görüşülmeye başlandıkça tartışmalar yoğunlaşmıştır. Ulusal eylemin büyük tehlikelerle karşılaştığı günlerde saklı düşünceler ortaya çıkmakta, M.K. Paşa mecliste alabildiğine hırpalanmaktadır. (Kili,87)Günümüzde Atatürk karşıtları karşı devrimcilerin I.Meclisi zaferi kazanan bir kurum olarak övmelerinin nedeni de budur.
Yolların er geç ayrılacağı bellidir fakat bunun ne zaman uygulamaya konulacağı bilinmemektedir. Küçük büyük kullanılan fırsatların önemlilerinden biri Başkomutanlık olayıdır. Temmuz 1921 de henüz savaşa hazır duruma gelmeyen ordumuzun Yunan saldırısı karşısında Sakarya’nın doğusuna çekilmesiyle yenilginin kaçınılmaz olduğunu sanan bazı Millet Vekilleri, savaş yenilgisi ile birlikte M.K. Paşa’dan kurtulmanın hesabıyla ordunun başına geçmesi için kulise başlamışlar, fakat Meclis tarafından verilen ve Meclisin yetkilerini üçer aylık sürelerle üstlenen M.K. Paşa, Sakarya Meydan Savaşını kazanarak Gazi ve Mareşal ünvanını almıştır.
Mecliste görüş ve düşünce ayrılıklarının gittikçe artması üzerine Gazi dağınıklığı beraberliğe çevirmek amacıyla Müdafaa-i Hukuk grubunu oluşturmuş, M.K. Paşa karşıtları ise ikinci bir grup altında birleşmişlerdir. Bu olay Müdafaa-i Hukukçuların ikiye ayrılışıdır. Bundan sonra bu gruplar Birinci grup ve İkinci Grup olarak anılmışlardır.
Birinci Grup 262 üyelidir ve 14 kişilik yönetim kurulunun başkanı M.K. Paşa’dır. Bu grup 9 Eylül 1923 te Halk Fırkası ismiyle siyasi partiye dönüşmüş, daha sonra adının başına Cumhuriyet eklenmiştir.
İkinci grup ise, 123 üyelidir ve Birinci Gruba alınmayan milletvekillerinin oluşturduğu M.K. Paşa karşıtlarıdır. Grup doğrudan M.K. Paşa’yı karşısına almış, onu yok edilmesi gereken bir diktatör olarak görmüştür. İkinci grubun meclis içi mücadelesi çok sert ve dirençli olmuş, bazı ikinci grup üyelerinin bakan seçilmesini başarmışlar, zaman zaman ortalığı öylesine karıştırıp kafaları bulandırmışlardır ki, bazı milletvekilleri Müdafaa-i Hukuk Grubundan ayrılarak ikinci gruba geçmişlerdir. Bu grup üyeleri 1923 yılında yapılan genel seçimde aday gösterilmeyince seçilememiş ve grup tarihe mal olmuştur. Ancak Atatürk ve devrimleri karşıtları cumhuriyet tarihi içinde çeşitli siyasi partiler kurmuşlar zamanla iktidar olmuşlardır.
.
İkinci grupta yer alan bazı milletvekillerinin en çarpıcı girişimlerinden biri, içlerinden üçünün (Erzurum Millet Vekili Süleyman Necati, Mersin Millet Vekil Selahattin ve Samsun Millet Vekili Emin) hazırladıkları seçim yasası teklifidir.
Büyük Zaferden ve M.K. Paşa ordularının İzmir’e girmelerinden üç ay sonra (2.Aralık.1922 de) verdikleri önerge doğrudan Gazi M.K. Paşa’nın yurttaşlık haklarından men edilmesi içindir. Önerge şudur :
B.M.M. ne üye seçilebilmek için, Türkiye’nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak ya da kendi seçim bölgesinde yerleşmiş olmak gerekir. Ondan sonra göçmen olarak gelenlerden Türk ve Kürtler, bir yerde yerleştirildikleri günden bu yana beş yıl geçmiş ise seçilebilirler.
Bu önergeye çok üzülen Gazi M. Kemal Paşanın kürsüye çıkarak verdiği tepki şudur:
Ne yazık ki
benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış bulunuyor.
İkincisi, herhangi bir seçim bölgesinde beş yıl oturmuş ta değilim. Doğum yerim bugünkü ulusal sınırımızın dışında kalmıştır ama, bu böyle ise bunu ben istemiş değilim ve bunda hiçbir suçum yoktur. Bu bütün ülkemizi ulusumuzu dağıtıp yok etmek isteyen düşmanların bu işteki başarılarının biraz olsun önlenemeyişinden ileri gelmiştir. Eğer düşmanlar amaçlarına tam olarak ulaşmış olsalardı, Allah korusun bu tasarıya imza atan efendilerin doğum yerleri de sınır dışında kalabilirdi. Bundan başka bu maddenin istediği koşul bende yoksa, yani beş yıl sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturmamış isem o da bu yurt uğruna yaptığım ödevler yüzündendir. Eğer bu maddenin istediği niteliği kazanmaya çalışsaydım, İstanbul’u kazandırmakla sonuçlanan Arıburnu ve Anafartalar’daki savunmalarımı yapmamaklığım gerekirdi. Eğer bir yerde beş yıl oturmak zorunda bulunsaydım, benim Bitlis’i ve Muş’u aldıktan sonra Diyarbakır’a doğru yayılan düşman karşısına çıkmamaklığım, Bitlis’i ve Muş’u kurtarmak gibi bir önemli yurt görevini yapmamaklığım gerekirdi. Bu efendilerin istediği nitelikleri kazanmak isteseydim, Suriye’yi boşaltan orduların artıklarından Halep’te bir ordu oluşturarak düşmana karşı savunmaya girişmemekliğim ve bugün ulusal sınır dediğimiz sınırı fiili olarak belirlememekliğim gerekirdi. Sanıyorum ki, ondan sonraki çalışmalarımı herkes bilir. Hiçbir yerde beş yıl oturamayacak ölçüde çalışmış bulunuyorum. Ben sanıyordum ki, bu çalışmalarımdan dolayı ulusumun sevgisini ve yakınlığını kazandım, Belki bütünMüslümanlık dünyasının sevgisine layık oldum. Dolayısıyla bu teveccühe karşılık haklarından yoksun bırakılacağımı hiç aklıma getirmezdim. S anıyorum ve sanıyordum ki, dış düşmanlar canıma kıyarak ta yurdumdaki hizmetimden beni ayırmaya çalışacaklardır. Ama hiçbir zaman hatır ve hayalime getiremezdim ki yüce mecliste iki üç kişi bile olsa aynı anlayışta bulunabilsin. Ben anlamak istiyorum; bu efendiler gerçekten seçim bölgeleri halkının cidden duygu ve düşüncelerinin tercümanı mıdır? Yine bu efendilere soruyorum: Milletvekili olmaları bakımından bir nitelik taşıdıklarına göre, ulus ta kendileri gibi mi düşünüyor ? Efendiler, beni yurttaşlık haklarından yoksun bırakma yetkisi bu baylara nereden verilmiştir? Bu kürsüden açıkça yüce kurulunuza ve bu efendilerin seçim bölgeleri halkına ve bütün ulusa soruyorum ve cevap istiyorum . (Nutuk s.967)
Ve, Gazi’nin bu sözleri ajansta ve basında yer alır, ulus Gazi’nin konuşmasını ve cevabını istediği soruyu öğrenir. Yurdun bütün seçim bölgelerinden gerçek seçmenler ve halk Meclis başkanlığına protesto yazıları yağdırır, anılan milletvekillerinin bölgelerini temsil hakkı da olamayacağını belirterek önergeyi hazırlayanları lanetlerler.
Artık Meclis yenilenmedikçe ulusun ve ülkenin ağır ve sorumluluğu gerektiren işlerinin yürütülemeyeceğine kuşku kalmamıştır. 1 Nisan1923 te Meclis seçim kararı alır. Bu süreçte Müdafaa-i Hukuk grubu Başkanı Gazi M. Kemal, halkın da görüşlerinden yararlanarak Dokuz Umde (ilke) belirleyerek seçime gider. Adayların tespitinde bizzat çalışarak yeni meclisin çoğunluğunun Müdafaa-i Hukukçulardan olmasını başarır. Yine de, önemli devrim niteliğinde kararların alındığı İkinci Mecliste çeşitli engellerle karşılaşacaktır. Bunların başında ilan edilen Cumhuriyet’e karşı olmak gelir ki, günümüze kadar uzanan hilafetçi/saltanatçı görüş sahiplerinin ilkleridirler. Bunlar arasında, milli mücadelenin başından beri M.K. Paşa’nın yakınında bulunan komutanlar (Rauf Bey ve Kazım Karabekir, Ali Fuat, Refet Paşa, Cafer Tayyar Paşalar ) bulunmaktadır. Atatürk, Büyük Nutuk’unun başlarında konuyu şöyle açıklamaktadır:
Ulusal savaşa birlikte başlayan yolculardan kimileri, ulusal yaşamın bugünkü cumhuriyete kadar uzayan gelişmelerinde, kendi düşünce ve ruh yapılarının sınırı bittikçe bana direnmeye ve karşı koymaya başlamışlardır.
İşte bugün Atatürk Devrimleri olarak adlandırdığımız eylemlerin en başında bulunan Cumhuriyetin İlanı ile başlayan muhalefet günümüze kadar uzanmaktadır.
Diğer taraftan 3 Mart 1924 tarihli inkılap yasaları arasında gerçekleştirilen Hilafetin Kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) yasaları Türk Devrimi’nin temel taşlarındandır. Hilafet konusunun görüşülmesinden önce CHP Grup Toplantısında konuşan
İzmir Milletvekili, din bilgini Adliye Vekili Seyyit Bey’in yaptığı açıklamalar (kırk sayfa tutan bir konuşma yapmıştır) bugün de konu hakkında bilgi edinmek isteyen herkesin öğrenmesi gereken bilgilerdir. (Nutuk s.1131) Bu konuşmanın tam metni için Bknz: http://www.tkm.org.tr/sizden-gelenler/saltanat-ve-hilafetin-kaldirilmasi-hakkinda
Aynı tarihlerde bir yurt dışı tetkik gezisinden dönen, halifeliğin devamından yana olan ve diğer Müslüman halkların da halifelik makamının Gazi M.K. Paşa ‘nın üstlenmesini istediklerini bildiren Antalya milletvekili Rasih Beye verdiği cevap, bu konuda Büyük Önder’in düşüncesini açıklamaktadır:
Siz din bilginlerindensiniz. Halifenin devlet başkanı olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları bulunan uyrukların bana ulaştırdığınız dilek ve önerilerini nasıl kabul edebilirim? Kabul ettim desem, o uyrukların başındaki kişiler bunu kabul eder mi? Halifenin buyrukları ve yasakları yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler buyrukları yerine getirebilecekler midir? Bu duruma göre, konusu anlamı olmayan bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı? Efendiler, açık ve kesin söylemeliyim ki, Müslüman halkı bir halife heyulası ile uğraştırma ve kandırma çabasında bulunanlar yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılmak ta ancak bilgisizlik ve aymazlık belirtisi olabilir. Nutuk s.1133)
Ata’nın verdiği bu cevap, bugün olduğu gibi gelecek için de değerini korumaktadır.
Cumhuriyetin ilanından sonra hilafetin kaldırılmasını izleyen dönemde, devrim karşıtı hareketlerin başında isminde ilerici cumhuriyet ifadesini taşıyan, üyeleri içinde I. Ordu Müfettişi Kazım Karabekir, II.Ordu Müfettişi Ali Fuat, 7. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar, Bakanlar Kuruluna Başkanlık etmiş Rauf Bey, Adnan Bey, Refet Paşa gibi milli mücadelede yer almış isimler de bulunan, fakat bir çok gerici harekete yol açan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası hareketini ve
Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya yapılan suikast (cana kıyma) girişimini saymak gerekir. Atatürk, Büyük Nutuk’ta bu karşıt eylemlere geniş yer vermiştir.
Atatürk’ün Büyük Nutuk’u okuduğu tarihten 15-20 Ekim 1927) sonra da devrimler hız kazanarak devam etmiştir. Hızlı devrimlerin yaşandığı tarihten yıllar öncesinde 15 Aralık 1915 te Veliaht Vahdettin’le yaptığı Almanya gezisi sırasında, Karlsbad ’a tedaviye gönderilen M. Kemal Paşa, el yazısı ile tuttuğu not defterinde, devrimler hakkındaki notları, ileride yapacaklarını şöyle anlatıyor:
Benim elime büyük salahiyet ve kudret geçerse, ben toplum hayatımızda arzu edilen devrimi bir anda yapacağım, ben bazıları gibi ulemanın fikirlerinin yavaş yavaş benim düşüncelerim derecesinde, tasarlanıp düşünmeye alıştırarak bu işin yapılabileceğini kabul etmiyorum. Böyle bir harekete karşı ruhum isyan ediyor.
Neden bu kadar senelik yüksek tahsil gördükten sonra medeni ve toplum hayatını inceledikten ve hür zamanımı harcadıktan sonra avam mertebesine ineyim ? Onları kendi seviyeme çıkarırım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsun. Ama, bu meselede tetkike değer bazı noktalar var. Bunları iyice kararlaştırmadan işe başlamak hata olur… (Afetİnan s.147)
İşte bu düşünce ve strateji içinde Büyük Önder eline büyük selahiyet ve kudret geçtiğinde toplum hayatını ilgilendiren
- Fes yerine şapka giyilmesi,
- Kılık kıyafetin değişmesi,
- Tesettürün kalkması,
- Kadının toplum ve meslek hayatında yerini alması,
- Tekke ve zaviyelerin kapatılması,
- Falcılık, büyücülük, türbe bekçiliği vb yasaklanması,
- Tarikatların yasaklanması,
- Şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, v.b. unvanların kaldırılması,
- Kulluktan yurttaşlığa geçilmesi,
- Duaların ve kuran’ın türkçeleşmesi,
- Ezanın türkçe okunması,
- Arap harflerinin terk edilmesi,
- Anayasaya laiklik maddesinin eklenmesi,
- Yurttaşlık yasasının çıkarılması,
- Şer’î yasalardan çağdaş hukuka, mecelleden medenî kanuna geçilmesi
gibi toplum hayatını kökten etkileyen devrimleri peş peşe yapmıştır.
Ancak günümüz Türkiye’sinde, Atatürk devrimleri toplumda travma yarattı diyebilen düşünce, ülke idaresini elinde bulunduran örgütün bir yetkilisi tarafından rahatlıkla ifade edilebilecek noktaya gelinmiştir.
Atatürk’ün, toplumsal hayatta olduğu kadar eğitim alanında da Kurtuluş Savaşı sıralarında başlattığı devrimleri, vefatından sonra da bütün yurda, köylere yayabilmek amacıyla devam etmiştir. O tarihlerde nüfusun büyük kısmı köylerde yaşamaktadır, okuma yazma bilen pek azdır. Köyde sözü geçen ise İmamdır. 1940’larda kurulan Köy Enstitüleri’nin hedeflerinden biri, bilgi, bilim, sanatla yetiştirilen öğretmeni imamın yerine geçirmektir.
Bu noktada Büyük Önder’in bir anısını nakletmek yerinde olacaktır:
Serbest Fırka faaliyetinin karanlık ve zararlı bir yön almaya başladığı ve Atatürk’ün bu gidişi endişeyle izlediği günlerde arkadaşlarından birinin
Paşam, merak buyurmayın ve üzülmeyin. Bunlar hatanın büyüklüğünü çok kısa bir zamanda idrak edecekler ve yine yüksek himayemize sığınacaklardır. İtimat buyurun, Anadolu’nun en ücra bir köşesinde bir çobanın kalbini açtığınız zaman, orada Mustafa Kemal yazar; bu böyledir Paşam. Demesi üzerine verdiği cevap pek uyarıcıdır:
Beyefendi, Anadolu’nun ücra bir köşesinde bir köylünün, çobanın kalbini açtığın zaman orada Mustafa Kemal yazdığını zat-ı aliniz kadar ben de bilirim. Amma, benim kadar sizin de bilmenizi istediğim bir şey vardır ki, o da şudur: Orada o çobanın bulunduğu yerin on dakika ilerisindeki bir köy imamı gelip o ismi on dakikada siler. İsterse istediği bir başka ismi yazar. Bunu da benim kadar sizin bilmenizi isterim. (Kalıpçı s.90)
Günümüzde ise, birçok kent plancısının deyimiyle büyük bir köy haline dönüştürülmüş olan büyük şehirlerde, kırklı yıllarda Köy Enstitüsü Öğretmenleri’ne biçilmiş rol imamlara yönlendirilmiştir: Eylül 2010 da yapılan açıklamayla, Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan ve Ankara, Tekirdağ, Karabük, Amasya ve Elazığ’da pilot uygulaması başlatılan projeye göre;
Cami imamı, ezan saatleri dışında ev, kahvehane, esnaf, fabrika ziyaretleri gerçekleştirecek, okula gönderilmeyen çocukların aileleriyle görüşerek ikna etmeye ve belli vakıflar aracılığı ile mahallesindeki öğrencilere burs sağlamaya çalışacak, çöp sorunundan içme suyu sorununa kadar yurttaşları ilgilendiren konularda devreye girecek; sosyal etkinlikler çerçevesinde mahallesinde piknik organizasyonları, fidan dikme programları düzenleyecek, özellikle köylerde köylünün sağlık taramasından geçirilmesi için Sağlık Bakanlığı ile işbirliği yapacaktır. (Cumhuriyet,12 Eylül 2010)
Böylece, Atatürk Devrimi’nin en önemli ürünlerinden biri olan (özellikle köylüye) önderlik etme işlevi, iyi bir eğitimden geçirilmiş öğretmenden alınarak, iyi (!) yetiştirilmiş imama verilmiş bulunmaktadır.
KARŞI DEVRİMİN BUGÜNÜΔ
Bir toplumsal ya da siyasal hareketin amacına ulaşma yolunda en önemli etkeni ülke yönetimine yani iktidara ulaşmasıdır.
Karşı devrim düşünceleri Müdafaa-i Hukuk Grubu içinde başlamış, ikinci dünya savaşı sonrasında dış desteği de arkasına alarak, Meclis içinde ve dışında, yönetim kudretinin de etkisiyle halkın düşüncesinde hâkim olmaya başlamıştır.
Bugün halk arasında Atatürk devrimlerinin dine karşı olduğuna inandırılmış büyük sayıda kitleler oluşturulmuştur. Bu kitlelerin oluşturulmasında Kur’an Kursları ve laiklik karşıtı cemaatlerin gece gündüz çalışmaları etkendir. Bu yolla bütün Anadolu halkı anti-laik eğitimden geçirilmektedir. Laik insan olmaz, laik devlet olur, bir insan ya Müslümandır ya da laiktir sloganları geniş halk kitlelerine enjekte edilmektedir. Bu devrim karşıtlarının kalemşorluğunu, din tacirlerinin yanında, “Atatürk Devrim ilkelerinin, kişi hak ve özgürlüklerini sınırladığı” iddiasıyla, Atatürkçülüğe insafsızca saldırıda bulunan liberal yazarlar da yapmaktadır. Oysa her zaman hatırlanmalıdır ki, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü ve yok olmasını hazırlayan olgu, asırlarca bilimden, bilimsel düşünceden uzak, hilafetin sürdürdüğü örümcekli kafalara ek olarak, 1838de İngilizlerle yapılan Ticaret Anlaşması sonucunda Osmanlı’nın liberalizmin kucağına düşmesidir.
Bugün karşı devrim hareketi, tüccarını, sanayicisini, basınını, medyasını, üniversitesini yaratmış, orduyu, yargıyı etkiler duruma ulaşmıştır. Atatürk devrimlerini savunabilen gazete sayısı bir elin parmak sayısına ulaşamamaktadır. Türk ceza kanununa eklenen gizli tanık maddesiyle, Atatürkçü düşünceye hizmet eden üç televizyon kanalının kurucuları/sahiplerinin üçü de tutuklanıp yargılanmaktadır. Atatürk Devrimleri savunucularından çok sayıda öğretim üyesi, rektör, gazeteci, muvazzaf veya emekli ordu mensubu tutuklu/tutuksuz yargılanmaktadır. İrtica ile mücadele suç unsuru haline gelmiştir. Atatürk döneminin en çok üzerinde durduğu mücadele ettiği v>e galip geldiği irtica, son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında (27.10.2010) tehdit unsurlarından çıkarılmıştır. En yetkili ağızlar tarafından insanlar ulusalcılıkla suçlanır duruma gelinmiştir.
SONUÇ Δ
Çağdaşlaşma çabasındaki toplumların önündeki aşılması gereken en büyük sorun ekonomik kalkınma, bunun doğal sonucu olarak toplumda eşitliği sağlamadır. Ulusal birliğin sarsılmazlığı, otoritenin sağlamlığı ve yasallığı eşitlik sorununun çözümü ile orantılı olarak güçlenir.
Bir çağdaşlaşma eylemi olan ve ulusal birlik yaratma, otorite kurma, eşitlik sağlama temellerine dayalı Atatürk Devriminin büyük ilerleme kaydettiği eşitlik sorununun, 1970’ lerin ortalarından itibaren çözümü bir yana, daha da çözümsüzlüğe gidilmesi sonucunda, ulusal birliği sarsıcı, otoriteyi zayıflatıcı ortamın yeniden oluşmasına yol açılmıştır.
Çok büyük emeklerle, çabalarla ve yüzyıllar aralıklarıyla sağlanan Türk Birliği, Anadolu Birliği üzerinde bugün çözücü, dağıtıcı bir proje uygulandığı açık bir şekilde gözükmektedir. Atatürk Devrim modeli ile ortaya konan Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir. Tanımıyla somutlaşan ifade yerine Türkiyelilik konmaya çalışılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti adına, merkezi Vaşington’da bulunan Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (dünya bankası), ile yapılan Milletlerarası Anlaşma çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bankanın programına uymayı taahhüt ederek ve bu amaçla, hangi kurumun özelleştirileceğinden, sosyal güvenlik, mahalli idarelere, yargı işlerine kadar; idarî, ekonomik, toplumsal, siyasal kanunların birer birer TBMM de yasalaşması karşılığında bankadan borç para alınması ve bu anlaşmanın gereği olarak her yıl taahhütlerinden gerçekleştirdiklerini ev ödevi olarak bankaya sunması, bankanın kabulü ölçüsünde bir miktar daha kredi diliminin serbest bırakılması, Türk Devriminin öncel ilkesi olan bağımsızlık düşüncesinden uluslararası düzeyde ne kadar uzaklaşıldığını göstermektedir.
Osmanlı’nın sonunu getiren ve devrim kadrolarının son derece çekindikleri borçlanma, özellikle dış borçlanma tarihsel rekorlar kırmaktadır. İşsizlik te cumhuriyet tarihinin bir başka rekortmenidir.
Atatürk devrim modelinden ve onun niteliklerinden, özellikle bağımsızlık düşüncesinden uzaklaştıkça ülkenin sorunları gittikçe büyüyecek ve çözümsüzleşecektir. Bu durumda, ülkede devrimler öncesi şartların doğması ihtimali büyüktür .
Karşı devrim hareketinin Atatürk Devrimi ile benzeşen tek yanı izlenen yöntemidir. M. Kemal Atatürk de, hedefe ulaşıncaya kadar devrimleri bir bir eyleme koymuş, ne saltanatın, ne hilâfetin kaldırılacağını, ne de devlet şeklinin cumhuriyet olacağını zamanı gelmeden açıklamıştır.
Türk Tarihi üzerinde çalışmalarıyla çok sayıda yayını bulunan Paul Dumont; Türk Devrimini ele aldığı 1991 yılında yayınlanan Mustafa Kemal isimli eserinin sonunda endişesini bir soruyla ortaya koymaktadır :
Eğer mollalar, manevi fetih için sabırlı bir çalışma ile, dindaşlarına daha başka reçeteler, başka tarz mücadele şekilleri, daha iyi anlaşılan, daha kolay kabul edilen yeni hedefler sunarak başarılı olursa?. (Dumont s.134) Bu soruya
‘evet başarılı oldular, Türk Devriminden yana olanlar karşılık veremedi’ demek yerinde olacaktır.
Bu çalışmanın son sözü olarak bir tarihi anıyı aktararak noktalıyalım:
18 Aralık 1919 günü Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarıyla birlikte Sivas’tan ayrılarak iki günde Kırşehir’e varır. Halkın coşkun gösterileriyle karşılanır ve şehrin aydınları, ileri gelenleri ve halkla temaslarda bulunur, Kırşehir Gençler Derneği’ndeki nutkunda, ulusal dava için Kd’v uvay-ı Milliyenin amil, irade-i milliyenin hakim olması gereğini halka ilan eder. Gece şerefine fener alayı düzenleyen halka hitabeden Büyük Önder, Namık Kemal’i kastederek şu mısraları söyler :
|
Bu milletin içinden çıkan bir Kemal demiş ki:
  Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
  Yok imiş kurtaracak baht-ı kara maderini.
Gene bu milletin bağrından çıkan bir Kemal de diyor ki:
  Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
  Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.
|
| |
KANAKÇAΔ
1:AFET İNAN, Ayşe İzmir İktisat KongresiTürk Tarih Kurumu 1989
2:ATATÜRK, Mustafa Kemal Nutuk-Söylev Cilt I, CİLT II, Türk Tarih Kurumu Yayınları 1989
3:ATATÜRK, Mustafa Kemal Yurttaş İçin Medeni Bilgiler Cem Yayınevi 2001
4:DUMONT, Paul Mustafa Kemal Kültür Bakanlığı Yayınları 1994
5:İLHAN, Suat Evrimleşen Türk Devrimi Atatürk Araştırma Merkezi 1998
6:İNAN, Ali Mithat Atatürk’ün Not Defterleri Gündoğan Yayınları 1998
7:KALIPÇI, İlknur Güntürkün Atatürk ile Bir Gezinti Epsilon Yayıncılık 2007
8:KİLİ, Suna Atatürk Devrimi T. İş Bankası Yayınları 1981
9:KONGAR, Emre Atatürk ve Devrim Kuramları T.İş Bankası Yayınları 1981
10:OMURTAK, S. H.A.YÜCEL, İ.sungu, E.Z.KARAL, F.R.UNAT, E.SÖKMEN, U.İĞDEMİR Atatürk -1000 Temel Eser- ,Milli Eğitim Basımevi 1970 | | | <