öngörüsü şeklinde gelişir ve ülke çok kötü günlerin ve yılların içine düşer.
uyarılarını Meşrutiyetin ilanından sonra da yapmaya devam etmiş, İttihat ve Terakki kongresinde de kulis yapmış, düşüncelerini açıklamıştır. Bu önerilerden ve eleştirilerden hoşlanmayanlar sonunda O’nu 1913 de
’te zaman zaman ünlü birahanelerde buluşarak ülkenin içinde bulunduğu durumu tartıştıkları ve çözüm aradıklarına rastlanmaktadır. Bu toplantılarından ilginç olan biri de Selanik’teki
’nde yaşanandır.
Mustafa Kemal Sofya’da askeri ateşe iken Osmanlı Devleti bir oldu bitti ile Almanların yanında savaşa sokulmuştur. Mustafa Kemal ise devletin durumunu, yöneticilerin niteliklerini yakından gördüğü için, Osmanlı’nın büyük savaşa girmesinin sonucunu önceden görmüş ve etrafını uyarmaya çalışmıştır.
Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşına Almanların yanında girdiği ilk günlerde dahi savaşın sonucunu tahmin etmesi pek ilginçtir. Bu tarihlerde
Sofya’da iken,
Salih Bozok’un kendisine yazdığı mektupta savaşla ilgili sorduğu soruya şöyle cevap veriyor
Mustafa Kemal:
“Sofya,1330 (1914)
…Biz hedefimizi tayin etmeden umumi seferberlik ilan ettik. Bu çok tehlikelidir. Çünkü başımızı bir tarafa mı, yoksa birçok tarafa mı vuracağız, malum değildir. Koskoca bir orduyu uzun müddet hareketsiz elde atıl bir vaziyette bulundurmak da çok müşküldür…Almanların vaziyeti hakkında askeri mütalaaya gelince; ben Almanların bu harpte muzaffer olacaklarına katiyen emin değilim. Almanlar, Fransızlar ve Ruslar arasında kuvvet kaydırmak zorunda kalacaklar..bu suretle zikzakvari hareket edecek olan bir ordunun akıbeti pek feci ve vahim olacağından, ben bu harbin neticesinden emim olamıyorum.”
(9)
-
Savaş sırasında da Osmanlı ordusunun başındaki Alman kurmaylarını ve komutanlarını yakından tanıdıktan ve Alman silahlı kuvvetlerini gördükten sonra büyük savaşın sonunda Almanya’nın kesin olarak yenileceğini yıllar öncesinden görüp etrafını uyarmıştır. Fakat artık gidişatın önüne imkanı yoktur, yapacağı yegane iş kendisine verilen savaş görevini başarıyla sürdürmektir.
YAPACAĞI DEVRİMLERİN USULÜNÜ ON YIL ÖNCESİNDEN TASARLAMIŞTI
Atatürk’ün ne zaman ne yaptığını ve ne düşündüğünü öğrendiğimiz kaynaklardan biri de kendi el yazısı ile tuttuğu
Sağlığında bu defterleri diğer kitaplarıyla birlikte, gittiği yerlere yanında taşıtmıştır. 1938 de Ata’nın ölümü üzerine özel eşyaları ile beraber Çankaya ve Türk Ocağı’ndan T.B.M.M’ ne emanet edilmiş ve ardından 15 Mayıs 1964 de Anıt Kabir Müzesi’ne gönderilmiştir. Anıt Kabir yönetim ve hizmetlerinin 15 Eylül 1981 de Genel Kurmay Başkanlığına devredilmesiyle, Ata’ya ait bütün eşyalar Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı’na (ATASE) geçmiştir. (10)
- Burada bulunan 24 not defterinin 21’i Atatürk’e ait el yazılıdır.
Çok ilginç notların bulunduğu defterlerin bir kısmında simge şeklinde kelimelere bazılarında ise geniş metinlere yer verildiği görülmektedir. Bazı notlarından
Atatürk’ün kişisel özelliklerine şahit olmaktayız. İlginç özelliklerinden biri toplum olaylarına bilimsel yaklaşımıdır.
Örneğin;
18 numaralı defterin 20. Sayfasında Büyük Önder şunları yazmış
”Bir milletin felaket içinde kalması, çökme tehlikesine maruz kalınması, mutlaka ve sosyal, ahlaki bir hastalığa müptela olması neticesidir.
Milletin hakiki kurtuluşuna başarıyı temin için, mutlaka milletin sosyal noksanlıklarını idrak etmek ve hastalığın ilmi ve fenni surette tedavi çarelerine yönelmek lazımdır.”
Karşı sayfada :
“Tedavi ancak ilmi ve fenni bir surette olursa şifa verir. Milletin fikri ve içtimai bütün kuvvetlerinden istifade etmek lazımdır. Bu kuvvetlerin israf edilmemesi için usul ve program dahilinde hareket olunmalıdır.”.. “Vatanın geleceğini, milletin haysiyet ve namusunu korumak temel düşünce olmalıdır.”
(11)
-
Burada Ata’nın, toplumun gerilemesini ve hastalığını bir insanın hastalığı gibi görmekte olduğuna, aynen bir tıp doktorunun bir hastaya yaklaşımındaki “teşhis ve tedavi” yollarına bakışı biçiminde yaklaştığına şahit oluyoruz. Bu ise tam bir “toplum bilimci” yaklaşımıdır.
KARLSBAD NOT DEFTERLERİ
Konumuzu ilgilendiren ilginç notlardan biri de
Atatürk ’ün
Karlsbad seyahati sırasında yazdığı notlardır.
Atatürk ,
Şehzade Vahdettin’le birlikte
15 Aralık 1917 de, Osmanlı’nın kaderini bağlamış olduğu Alman silahlı kuvvetlerinin durumunu yerinde görmek amacıyla gittikleri Almanya gezisinden hasta dönmüş, İstanbul’da iyileşmeyince tedavi için Avusturya’ya gönderilmiştir. İki aya yakın kaldığı Avusturya’da sosyal ve kültürel hayatı yakından incelemiş, yapılması gereken ve ileride gerçekleştirdiği reformları iyice şekillendirmiş ve o günlerde tuttuğu not defterlerine şu notları düşmüştür :
“..Benim elime büyük salahiyet ve kudret geçerse, ben toplum hayatımızda arzu edilen inkılabı bir anda yapacağım, ben bazıları gibi ulemanın fikirlerinin yavaş yavaş benim düşüncem derecesinde tasavvur etmeye alıştırmak suretiyle bu işin yapılabileceğini kabul etmiyorum. Böyle bir harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden, bu kadar senelik tahsil-i ali gördükten sonra, medeni ve toplum hayatını tetkik ettikten ve hayatımın hür vakitlerini harcadıktan sonra avam mertebesine ineyim? Onları kendi mertebeme çıkarırım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar..”
(12)
-
Bu notlardan, ileride neyi, nasıl yapmak istediğini bilen, programlayan bir devrimci kişilik görüyoruz.
Ayrıca, bu notlardan Atatürk’ün gerçekleştirdiği toplumsal ve siyasal devrimleri yaklaşık on yıl önceden tasarladığını ve daha sonra da, planladığı gibi aniden uyguladığını görmekteyiz. Yüzyıllarca, şeyhülislamın sözü geçen bir ülkede bu devrimleri gerçekleştirmek bir yana, hayal etmek bile kolay değildir.
YAPILACAK DEVRİMLERİ YILLAR ÖNCESİNDEN ERZURUM’DA NOT ETTİRMİŞTİ
Atatürk’ün pek ilginç öngörülerinden biri de şüphesiz ki, Milli Mücadele arkadaşı
Mazhar Müfit Kansu’ya yazdırdığı notlardır :
Erzurum Kongresi sırasında kaldıkları evde üç kişidirler. Atatürk, bir ara
Kansu ’dan not defterini getirmesini ister. Bir şartı vardır :
“Ama bu defterin bu sayfasını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya (özel kalem müdürü) bileceksiniz. Şartım bu.” .. “Bir gün hafızalarımız zayıfladığında yazdırdıklarım yardımcı olur..”
Şartı kabul edildikten sonra :
“Öyleyse tarih koy.” 7-8.Temmuz.1919 sabaha karşı. “Pekala yaz.” Der.
“Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. Bu bir.
İki, Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.
Üç, örtünme kalkacaktır.
Dört, fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”
Bu anda, Kansu kalemi bırakır, göz göze gelirler. Kansu, niçin durakladığını soran Atatürk’e : <ßpan>“Darılma ama Paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var.” Atatürk: “Bunu zaman gösterir, sen yaz.”
Bunun üzerine Kansu, “Paşam yeter.” Der. Biraz da gecenin yorgunluğu ile, hayal ile uğraşmaktan usanan bir insanın edasıyla ; “Cumhuriyeti ilan etmeyi başaralım da üst tarafı yeter,” .
. “Sabah oldu, siz oturmaya devam edeceksiniz, hoşça kalın.”
Diyerek defterini alıp yatmaya gider.
Aradan yıllar geçer.
Atatürk şapka devrimini açıklamış olarak, üstü açık arabasıyla
Kastamonu’dan Ankara’ya dönüşünde eski Meclisin önünden geçerken, Meclis kapısının önünde durmakta olan
Kansu gördüklerine inanamaz! Kendisi ne ise? Ata’nın yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı’nın başında da bir şapka vardır. Atatürk arabasını durdurduktan sonra, bu manzarayı hayretler içinde seyreden Kansu’yu yanına çağırarak :
“Azizim Mazhar Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?”
Atatürk bu olayı ayrıca , Çankaya’daki akşam yemeklerinde gülerek anlatıp;
“Bu Mazhar Müfit yok mu, yapacağımız devrimleri sıraladığım zaman bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti.”
diyerek takılır.
(13)
-abr>
9 EYLÜL.1922 DE İZMİR’DE DÜŞMAN ELÇİLERİNE RANDEVU
Atatürk ’ün ileri görüşü konusunda bir de büyük
Nutuk’a bakalım :
26 Ağustos 1922 sabaha karşı Ata tarafından başlatılan Büyük Taarruz ile, 30 Ağustos günü düşmanın ana kuvvetleri yok edilmiş ve Başkomutanı tutsak edilmiştir. 31 Ağustos günü ana kuvvetlerimiz
İzmir’e doğru ilerlerken diğer kuvvetler de düşmanın
Eskişehir ve kuzeyindeki bölgeye doğru harekete geçmiştir. Ancak,
Başkomutan Atatürk,
Büyük Taarruz’un sonuna kadar, elde edilmiş büyük başarıları resmi bildirimlerde gayet önemsiz harekâttan ibaret göstermektedir. Amaç, durumu elden geldiğince dünyadan gizlemek ve düşmanı kurtarmak işlemleriyle karşılaşmadan, düşman ordusunu tamamen yok etmektir. Gerçekten de, durum sezilir sezilmez, İstanbul’dan ateşkes önerisi gelmiştir. Telsizle doğrudan Mustafa Kemal Paşa’ya gönderilen tel yazısında, İzmir’deki İtilaf Devletleri konsoloslarına kendisiyle görüşme yetkisi verildiği bildirilmiştir. Hangi gün ve nerede buluşulabileceği sorulmaktadır. Gerisini Ata’nı Nutuk’undan dinleyelim :
“Bu tele verdiğim cevapta, 9 Eylül 1922 de Nif’te (İzmir-Kemalpaşa) görüşebileceğimizi bildirdim. Gerçekten de dediğim günde ben Nif’te bulundum. Ama görüşmeyi isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı !.”
(14)
-
Yıllar sonrasını önceden görebilen bir insanın 5-6 gün sonrasını görebilmesi belki olağan dışı görülmeyebilir ama bu 5-6 günde yaklaşık 400 kilometrelik mesafede dağ bayır ve şehirleri çarpışarak aşıp söz verilen 9 Eylül 1922 günü (Nif) Kemalpaşa’da bulunmak herhalde olağan bir olay değildir.
ÇEVRESİNDE OLUP BİTENLER İÇİN DE ÖNGÖRÜ SAHİBİ
Atatürk’ün bir eylem adamı olması O’nun her davranışında görülmektedir. O, büyük bir öngörü ve strateji ustasıdır:
1924yılında
Hamidiye’ye yaptığı bir ziyaret sırasında, Hamidiye Komutanı binbaşı
Hüsamettin (Ünsal)’a bir sohbet sırasında şunları söyler :
“İlk beş senede kendimizi toparlayıp inkılapları yaparız. İkinci beş senede kendimizi dünyaya tanıtırız. Üçüncü beş senede de İngiliz Kralı’na yurdumuzu ziyaret ettiririz.”
Bu konuşmadan on iki yıl sonra 1936 yılının Eylül ayında
İngiltere Kralı VIII. Edward,
Madam Simpson’la birlikte Ata’yı ziyarete gelmiştir !
(15)
-
Ziyaretin ikinci günü, Ata ve misafirleri Kadıköy Moda’da deniz yarışlarını bulundukları geminin güvertesinden seyretmektedirler:
Atatürk pek keyifli ve neşeli, Kral ise nedense düşünceli ve üzgün görünmektedir. Onları neşelendirmek için Ata tüm inceliğini ve zekâsını kullanmaktadır. Bir ara
Madam Simpson elindeki dürbünle yerinden kalkar. Hemen ardından Kral da başıyla
Atatürkü selamlayarak Madam Simpson’un yanına gider. Bu sırada Atatürk yanındakilere eğilerek:
“Kralın Madam Simpson’a karşı ilgisi olduğunu görüyorum. Korkarım ki, bu kadın yüzünden tahtını kaybedecek!”
Ve bir müddet sonra, Kral Edward Madam Simpson’la evlenmek uğruna tacını terk eder! Çünkü, İngiliz geleneklerine göre Kral’ın evleneceği kadının asillerden olması gereklidir ve Madam halktan biridir!
(16)
-
II. DÜNYA SAVAŞINI YILLAR ÖNCESİNDEN HABER VERMİŞTİ
Atatürk, vefatından sonra patlak veren II. Dünya Savaşını da yıllar öncesinden tahmin edebilmiş ve Türkiye’nin izlemesi gereken tavrı belirlemiştir.
II. Dünya savaşının kaçınılmaz olduğunu, I. Dünya Savaşı sonunda yapılan
Versay Antlaşmasının hükümlerine bağlamıştır. O’na göre Versay Antlaşması I. Dünya savaşının sebep olduğu nedenlerden hiçbirini halledemediği gibi, aksine dünün başlıca rakiplerinin arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Çünkü galip devletler, yenilenlere barış şartlarını zorla kabul ettirirken, bu memleketlerin etnik, jeopolitik, iktisadî ve beşerî özelliklerini asla dikkate almamışlar ve sadece intikam hisleriyle hareket etmişlerdir. Bu nedenle yaşanan barış devresi geçicidir ve sadece
“ateşkes”ten ibaret kalmıştır.
Atatürk’e göre, Avrupa’nın geleceği Almanya’nın alacağı vaziyete bağlı bulunacaktır. Fevkalade bir dinamizme sahip olan yetmiş milyonluk çalışkan ve disiplinli bir millet, üstelik millî duygu ve ihtirasları kamçılayabilecek siyasî bir akıma kendini kaptırdı mı, er veya geç Versay Antlaşmasının tasfiyesine gidilecektir.
Nitekim,
Atatürk bu düşüncelerini açıkladıktan bir yıl kadar sonra, Almanya’da Nazi partisi ve Hitler iktidara gelmiş ve savaş çanları çalmaya başlamıştır.
Bu gelişmelerden
Amerika, İngiltere ve
Fransa’daki yöneticiler, artık I.Dünya savaşı gibi bir savaşın asla olmayacağını iddia ederken, Atatürk hepsinin aksine, yeni bir dünya savaşının çıkacağını ve bu savaşı da Hitler’in başlatacağını bildirmiştir:
“Savaşı o başlatacak ve insanlığın başına bela olacak.” demiştir.
(17)
-
Atatürk, büyük savaş çıkmadan çok önce, İtalya hakkında da uyarılarda bulunmuştur :
“İtalya, Mussolini idaresi altında şüphesiz büyük bir kalkınma ve inkişafa mazhar olmuştur. Eğer Mussolini müstakbel savaşta İtalya’nın zahiri heybet ve azametinden harp haricinde kalmak suretiyle yararlanabilirse, sulh masasında da başlıca rollerden birini oynayabilir. Fakat korkarım ki, İtalya’nın bugünkü şefi Sezar rolünü oynamak hevesinden kendini kurtaramayacaktır.”
(18)
-
Bilindiği üzere olaylar da Atatürk’ün bu öngörüsü şeklinde gerçekleşmiştir.
HİTLER VE MUSSOLİNİ’NİN SONUNU ÖNCEDEN SÖYLEMİŞTİ
Yaklaşan II. Dünya savaşı tehlikesine ilişkin
Atatürk’ün öngörüsünün tanıklarından biri olan Prof. Dr.
Ali Canip Yöntem anılarında şu aktarımlarıdır :
Bir Çankaya sofrasına oturmadan önce
Atatürk,
Hitler tarafından kendisine gönderilen bir filmi davetlileriyle birlikte izler. Bu,
Hitler ve partisinin bir propaganda filmidir. Film izlendikten sonra sofraya geçilmiş,
Atatürk davetlilerin yorumlarını dinledikten sonra şunları söylemiştir :
“Efendim, bu adam filmde gördüğünüz gibi rol icabı bir hamle ile işe başladı..Bugün Almanya’nın bütün askeri gücü onun elinde..Yarın harbe girişecektir. O ve onun mukallidi (taklitçisi) Mussolini harbe hazırlıkla meşguller. Yakın bir gelecekte harbe dalacaklar. Dalacaklardır, çünkü asker değillerdir. Harp ne demek bilmezler.. Harp bir felakettir ve hele bu iki müttefik için mutlaka ölümdür..
Körü körüne hesapsız, kitapsız bir nefis itimadı ve tamamen otomatik bir ordu sistemi, ilk hamlede korkunç bir kuvvet tesiri yapacak, fakat bir kere bir tarafı sakatlandı mı, tarumar olacak, o çalışkan millet yere serilecektir. Ortada ne Hitler ne teşkilatı kalacaktır. Mussolini’den bahse hiç hacet yoktur, o efendisinin ortadan kalktığı gün yok olacaktır..”
(19)
-
Atatürk,
İsmet İnönü tarafından yerine getirilmiştir.
A
tatürk, açık bir biçimde şunu söylemekteydi :
“Bu harp neticesinde, dünyanın vaziyeti ve dengesi baştanbaşa değişecektir. ,işte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilemeyip, en küçük bir hata yapmamız halinde, başımıza I. Dünya Savaşı’ndan sonra mütareke zamanında ne geldiyse ondan daha ağırlarının geleceğini görüyorum.”
(20)
-
GELECEĞE AİT KEHANETLER
Prof. Dr.
Sadi Irmak, geçmişi yani tarihi
Atatürk’ün çok iyi bildiği için
“bir kehanete lüzum kalmaksızın geleceğin gelişmelerini kestirebildiğini” ifade etmektedir. O’nun bu yeteneğini
“tarihin sesini almak” diye yorumlamaktadır.
(21)
-
Ancak bazı yazarlar
Atatürk’ün parapsikolojik yeteneği sayesinde kehanete varan öngörülerini aktarmayı gerekli görürler.
Bu çalışmaya son vermeden önce Atatürk’ün kayıtlara geçmiş bu derece öngörülerinin bir kaçından söz etmemek noksanlık olacaktır.
Ses Dalgaları, Teknoloji, TV
Atatürk, 9 Ocak 1936 günü
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin açılış töreninde,
Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı sıfatıyla verilen ilk ders için
Prof.
Afet İnan’a yazdırdığı bir not pek ilginçtir:
“Tabiatta bilirsiniz ki hiçbir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne bir söz, ne bir hareket..olduğu çağ ne kadar eski veya yeni olursa olsun, bütün bu oluşlar oldukları andaki gibi tabiat içindedir. Bu dalgalanmada zaman ve mesafe mefhumu yoktur. Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde söylenen sözü veya akis yapan hareketi, yine dünyanın herhangi bir köşesinde aynı anda işitmek, dinlemek mümkün olduğunu görüyoruz.(radyo-sinema) Yarın bizi saran tabiat unsurları içinde, binlerce sene evvel söylenmiş sözleri, olduğu gibi toplayıp tespit etmek imkanına elbette varılacaktır. Tabiatta bugün için esrar dolu sinesine gireceği muhakkak görülen insan zekası, beklenilen hakikatleri ortaya koyacaktır..İşte arkeoloji ve antropoloji, o ilimlerin başında gelir..”
(22)
-
Afet İnan, açılış dersinde okunması için verdiği bu bilgilere karşılık
Atatürk’e
“Bu çok uzak bir gelecekte belki olabilecek keşfin benim ifadem olarak verilmesine cesaret edemeyeceğim” demesi üzerine, Ata’nın canı sıkılır ve
“Bunlar bir gün olacaktır, görürsünüz, işitirsiniz.” der.
(23)
-
Bu dersle ilintili olarak Atatürk’ün radyo, sinema hakkındaki ileriye ait yorumu da pek ilginçtir :
“Sinema, gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi bize basit gibi gelen, eğlence olan radyo ve sinema, bir çeyrek asra kalmadan dünyanın çehresini değiştirecektir. Tek ve birleşik bir dünya hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında, tarihe devirler açan matbaa, barut, Amerika’nın keşfi gibi olaylar oyuncak nispetinde kalacaktır.”
der.
(24)
-
Burada dikkat edilmesi gereken nokta,
Atatürk’ün bu öngörülerde bulunduğu dönemde, henüz “çip” icat edilmemiş ve televizyon üretilmemiştir.
Uzay Yolculuğu
Atatürk’ün insanlığın elini uzaya uzatacağı günleri önceden görmesi de pek hayret vericidir. 1936 yılında
Eskişehir Havacılık Okulu’nu açış konuşmasında uzaya ne zaman çıkılabileceği, aya ne zaman gidilebileceğini şaşırtıcı şekilde haber veriyor:
“Geleceğin en etkili silahı da aracı da hiç kuşkunuz olmasın uçaklardır. Bir gün insanoğlu uçaksız göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de Ay’dan bizlere mesajlar yollayacaklardır.
Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000 yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji bize daha şimdiden bunu müjdeliyor.
Bize düşen görev bu konuda Batı’dan geri kalmamayı sağlamaktır…”
başka bir öngörüsüne değinelim:
Atatürk uykunun dostu değildi. Ata’nın bazı zor zamanlarda ve zor şartlar altında birkaç gün uykusuzluğa dayandığı görülmüştür. Uyguda geçirdiği zamana acırdı. Yine yakın çevresine ifadesi şöyledir :
“Hayat pek kısa. Çocukluk ve okul hayatı bir kısmını alıyor. Geriye kalanını ise uyku yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek ve vücuda verdiği dinlenme gıdasını verecek tabletler icat edilse…Bir gün o da olacaktır.” Ve gülerek ilave etmişti: “Bunu daha da genişletebiliriz. Orduların iaşeleri de bir gün tablet haline gelebilir. Aylık erzakını erler çantalarında taşıyabilir. Yalnız cephane nakliyesi işi kalır. Oda motorlu araçlarla ikmal olunur. Böyle bir ordu neler yapmaz ki?”
Nitekim bugün uzaya giden astronotlar günlük gıdalarını yanlarında götürdükleri tabletlerle karşılamaktadırlar.
Bu çalışmada, çok boyutlu, üstün kapasiteli bir dâhinin sayısız niteliklerinden bir tanesine ait, sayısı bilinmeyen örneklerinden bir kaçını yakalamaya ve aktarmaya çalıştık.
Atatürk, tanrı vergisi beyin gücü ve bilinci yanında bilgi edinmeyi kitaplarına borçlu olduğunu belirtiyor. Kendi ifadesiyle :
<“Çocukluğumda elime geçen iki kuruşu eğer kitaplarıma vermeseydim bugün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım.” diyor.
(25)
-
Türk Aydınına verdiği mesaj;
“Nutuk” ile birlikte ve o nutkun sonuna eklediği
“Gençliğe Hitab”ı kabul edilebilir.
Gerek kendi halkına gerekse tüm dünyaya verdiği mesaj ise;
- Asırlarca İslamî ilkelerle yönetilmiş bir halkın, LAİK bir idare ile yönetilebileceği,
- Yurtseverlikle barışın uyumlu olabileceği,
- Doğu ile Batı’nın evrensel laik değerler ve karşılıklı saygı temelinde bir araya gelebileceği
- İnsan aklının ve bilimin yaşamdaki en gerçek rehber olduğudur.
Bu mesaj, hem Türk Ulusu, hem diğer İslam toplumları, hem de Batılı ülke yöneticileri tarafından anlaşılıp saygı gösterilmesi ve uygulanması gereken bir ilkedir.
31.Ekim.2013
KAYNAKÇA
- ATATÜRK, Mustafa Kemal. Nutuk Söylev” Türk Tarih Kurumu Yayınları 3.Baskı 1989
- BEKTAN, Ali. “Atatürk’ün Kehanetleri” Sınır Ötesi Yayınları 3.Baskı 1999
- CEBESOY, Ali Fuat. “Sınıf Arkadaşım ATATÜRK” İnkılap Kitabevi Yayını
- BOZOK, Salih. “Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor” Doğan Kitapçılık Yayını 2.Baskı 2001
- İNAN, Ali Mithat. “Atatürk’ün Not Defterleri” Gündoğan Yayınları 2.Baskı 1998
- İNAN, Afet. “Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler” T. İş Bankası Kültür Yayınları 4.Baskı 1984
- KALIPÇI, İlknur Güntürkün. “Atatürk İle Bir Gezinti” Epsilon Yayıncılık Özel Baskı 2007
- ÖZDEMİR, Hikmet. “Atatürk’ün Liderlik Sırları” Remzi Kitabevi Yayını 4.Baskı 2006