‎‎ ‎‎ ‎Atatürk’ün İleri Görüşlülüğü ‎ ‎‎ ‎‎ ‎‎ ‎‎ ‎‎ ‎‎ ‎‎ ‎‎
Transit umbra, lux permanet - Gölge gider, ışık kalır.

IŞIKLI YOL
Aydınlığa, Özgürlüğe, Mutluluğa









Engin Bellisan

                        BAŞ SAYFA DÜŞÜNCE ODASI  MAVİPENCERE   GÖZLEMEVİ   ARKABAHÇE   IŞIKLIYOL
                                    Alıntılık      Belgelik   Yarenlik   Okumalık ‎   Bakmalık   Gezinmelik
‎ ‎‎ ‎
‎ ‎
‎ ‎

ATATÜRK’ÜN İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ

‎ ‎

GİRİŞ

Atatürk dönemini yaşamış ve çok yakını olmuş bir yazar olan Falih Rıfkı ‎Atay, ‎‎“Çankaya” adlı eserini şu cümlelerle bitiriyor:
‎ ‎
“Bir fıkrasından, bir hikayesinden, bir yazı veya nutkundan hemen ‎‎anladığımızı sandığımız Gazi, aradıkça yeni bir sır verir. Yaklaşılan bir dağ gibi büyür. ‎Asıl, ‎onu elimizde tuttuğumuzu sandığımız zamandır ki, artık tamamını hiç göremeyiz.” (1) ‎‎‎.
‎ Şüphesiz ki, dünyaya çok nadir gele n insanlardan biri olan Mustafa Kemal ‎‎Atatürk’ün, emsali az görülen birçok üstün niteliklerinden biri ileri ‎görüşlülüğüdür.
‎ İleri görüşlülük, bir devlet adamının sahip olması gereken niteliklerin en önemlilerindendir. ‎‎Çünkü ileri görüşe sahip olabilmek için bilgi, bilinç ve yetenek gerekir.
‎ ‎Bilgi öğrenmekle kazanılır.
‎ ‎Bilinç ise, öğrenilen bilgiler arasında bağlantıyı kurar ve “öngörü” ‎sağlar.
‎ ‎Yetenek ise, bunu tanrı vergisi kabul etmek gerekir.
‎ Her devlet yöneticisini “devlet adamı” kabul etmek mümkün ‎değildir. Nice ‎yönetici, Osmanlı hakkında hanedan fertlerinin özel ‎hayatının ayrıntısına kadar ‎bilgi sahibidir; fakat Osmanlı’nın dinî düşünceyi yönetime ‎taşıyarak, ulemanın etkisi altında, ‎akıl ve bilimden uzaklaşarak, aydınlanma hareketinden ‎kopması sonucunda, önce ‎
“hasta adam”
daha sonra da mirası pay edilecek “ölü” kabul edildiği ‎‎gerçeğini göremez. Eğer bu durum bir tür hainlik değilse bilinçsizliktir.
‎ ‎Atatürk, nice devlet yöneticisinin hayatı boyunca ulaşamadığı bilince ‎öğrencilik ‎yıllarında erişmiştir. Henüz Harp Okulu yıllarındayken ‎ülkenin kötü yönetildiği ‎bilincine varmış ve bir grup arkadaşı ile birlikte bu fikri yaymak ‎için el yazısı gazete ‎çıkarmaya ve sayısı iki bine varan Harp Okulu öğrencileri arasında ‎dağıtmaya öncü ‎olmuştur.‎ ‎

“MİSAK-I MİLLİ”Yİ ONÜÇ YIL ÖNCEDEN BELİRLEMİŞTİ

‎ ‎Atatürk’ü tanıyabilmek ve anlayabilmek yolunda bugün bizlere ‎yardımcı olan ‎kaynaklardan kendisine ait olanların (2) ‎‎‎- dışında, kendisiyle birlikte yaşamış ‎veya emrinde ‎bulunmuş kişilerin yayınladıkları “anı kitapları” ‎önemli yer ‎tutmaktadır. Bunların içinde, Harp Okulunda sıra arkadaşı olan (General) Ali Fuat ‎Cebesoy’un (3) ‎‎‎-‎ , anılarını içeren kitabı bize Osmanlı’nın ‎yıkılış dönemine ait çok değerli ‎tarihi bilgiler yanında, Atatürk’ün ileri görüşlülüğü hakkında ‎pek ilginç bilgileri ‎aktarmaktadır. Bunlardan biri Misak-ı Milli ‎kararlarıdır.
‎ Bilindiği üzere son Osmanlı Meclisi 16 Mart ‎‎1920 günü İngiliz işgal güçleri tarafından basılıp ‎dağıtılmadan önce Misak-ı Milli kararlarını ‎almıştı. Bu kararların alınması için Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da ‎toplanacak meclisin ‎millet vekillerinin Ankara’ya uğrayarak gitmelerini istemiş, ‎gelenlere ‎‎Misak-ı Milli’nin ilk kopyalarını kendi eliyle yazıp, açıklayarak ‎‎İstanbul’a gitmelerini sağlamıştı. Son Osmanlı meclisinin Ankara’da toplanması için hem ‎‎kendi Milli Mücadelearkadaşlarını hem de İstanbul hükümetini ikna ‎edememesi ‎üzerine bu yolu seçmişti. Mustafa Kemal Paşa, yeniden ‎açılacak olan Osmanlı ‎Meclisi’nin İstanbul’da toplanması halinde, orada bulunan yabancı silahlı ‎güçler tarafından ‎müdahale edileceğinden kesinlikle emindi ve bunu aylar öncesinden tüm ‎ilgililere bildirmişti. ‎Mevcut şartları mantık süzgecinden geçirerek olacakları önceden ‎gördüğü üzere Meclis İngiliz silahlı güçleriyle basılmış ve bazı ‎Millet Vekilleri Malta’ya ‎sürülmüştür.
Ali Fuat Cebesoy, Mustafa Kemal Paşa’nın bu tarihten on üç yıl önce ‎‎1907 yılında Misak-ı Milli’nin esaslarını belirlediğini ve kendisini ‎‎Karaferiye’de ziyaretine geldiği akşam açıkladığını şöyle anlatıyor ‎‎: ‎ ‎
“Ben sevgili arkadaşımın düşüncelerini daha Karaferiye’deyken ‎dinledim. ‎Mustafa Kemal diyordu ki, Meşrutiyet’in ilanı yeter çare olamaz. Cemiyet’in ‎‎(İttihat ve ‎Terakki) bir siyasi parti haline gelerek hükümeti Meşrutiyet’in ilanından ‎sonra ele alması ‎gerekir. Parti, önceden bu görevini hazırlamış ve ne yapacağını ‎programlamış olmalıdır. Aksi ‎halde, İkinci Meşrutiyet de birincisinin akıbetine ‎uğrar.”
(4) ‎‎‎-‎ Dikkat edilecek olursa, bu düşünceler ifade edilirken II. ‎Meşrutiyet henüz ilan ‎edilmemiştir!
‎ ‎Cebesoy anılarını anlatmaya şöyle devam ediyor :
‎‎“Mustafa ‎Kemal, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılacağını ve bu yıkılışın enkazı altında ‎Türklerin ‎ezileceğini seziyor ve diyordu ki; Nüfusun yarısı Türk olmayan ve hâlbuki geniş ‎bir ‎alana yayılmış devletin tüm ağırlığı ve savunması Türk’ün omuzlarına yükletilmiş; ‎‎Hıristiyan azınlıklarsa, kendi çıkarlarını sağlamakla kalmıyor, komşu ve aynı ırktaki ‎‎devletlerle birleşmek için fırsatı kaçırmak istemiyorlar. Geriye kalan Türkler ve ‎Araplar, ‎ayrı devletlerin sömürgeleri durumuna getirilecek, diğer unsurlar düşman ‎devletlerin yanını ‎tutacaklar. Bu durumda devlet gövdesinin çökmesiyle oluşacak enkazın ‎altında ezilip yok ‎olmak mı, yoksa çoğunluğu Türk olan milli bir sınıra çekilerek burasını ‎savunmak mı daha ‎doğru ve hayırlı olacak ? Ben esenliği ikinci düşüncenin ‎uygulanmasında görüyorum.”
‎ ‎“Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi işi Türk’ün zararına olarak düşmanlarımıza ‎‎bırakılmamalıdır. Bir devrim sonunda iş başına geleceği anlaşılan Meşrutiyetçilerin ‎kuracağı ‎yönetim, cesur bir kararla tasfiye işini kendisi yapmalıdır.”
‎ ‎Mustafa Kemal, tasfiye işinin nasıl yapılacağını da şu şekilde ‎anlatıyor ‎Cebesoy’un anılarında:
“Rumeli’de Doğu ve Batı Trakya bizde ‎‎kalacak, Edirne’nin kuzey sınırları Bulgaristan zararına düzeltilecek, Osmanlı ‎başkanlığında ‎İstanbul’da toplanacak bir konferansta; Arnavutluk’a bağımsızlık ‎verilecek, Sırbistan, ‎Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Yunanistan’a bu ‎konferansta, milliyet çoğunluğu ‎ilkesine dayanılarak, Rumeli kıtasının Doğu ve Batı ‎Trakya’dan başka kısımları, adı geçen ‎devletlere bırakılacak… Anadolu sahillerine yakın ‎olan adalar yeni Türkiye devletinde ‎kalacak, diğerleri Yunanistan’a verilecek. Güney ‎sınırlarımız Hatay, Halep ve Musul illerini ‎içine alacak, diğer kısımlar Araplara ‎bırakılacak. Anadolu’nun doğu ve kuzeydoğusunda bir ‎değişiklik olmayacak.
‎ Yeni Türkiye içinde kalacak olan Rum, Bulgar ve Sırp azınlıkları, dışarıda kalan ‎Türklerle ‎değiş-tokuş edilecektir.”
‎ Mustafa Kemal devamla :
Biliyorum ileriyi görmek istemeyenler, ‎‎İmparatorluktan toprak özverisi yapılmasını hoş karşılamayacaklar, hatta bizi ihanetle ‎‎itham edenler olacaktır. Buna rağmen biz, Meşrutiyet sonrası için görüşlerimizin bir ‎‎program durumuna getirilmesini sağlamalı ve gerek Genel Merkez’de gerekse arkadaşlar ‎‎arasında şiddetle savunmalıyız.”
‎ Ali Fuat Cebesoy’un, Mustafa Kemal’in bu projesi hakkındaki yorumu şöyledir: ‎ ‎
“Eğer Meşrutiyet’ten sonra, Mustafa Kemal’in ileri sürdüğü bu ‎politika ‎izlenmiş olsaydı sonuç Türklerin yararına gelişecek ve yalnız emperyalist ‎devletlerin ‎arasındaki değil, Balkan devletleri arasındaki işbirliği de bozulacak, ‎Yunanistan sıkı bir ‎şekilde yeni Türk devleti ile anlaşmak zorunda kalacaktı. Dahası ‎milyonlarca Türk, karlı ‎Balkan Dağları’nda şehit olmayacak, Arabistan çöllerinde ‎kumlara gömülmeyecekti!”
(5) ‎‎‎- Yukarıda açıklanan projenin tarihi 1907’dir. Ve Mustafa Kemal bu ‎tarihte 26 yaşında kıdemli yüzbaşı rütbesindedir! Bu tarihte Mustafa Kemal’in belirlediği ‎sınırlar on üç yıl sonra 1920 başında son Osmanlı Meclisi’nde Misak-ı ‎Milli kararları olarak kabul edilmiştir. Bu kararların alınması için de İstanbul’da ‎toplanacak meclise gidecek olan Millet Vekillerinin Ankara’dan geçmesini sağlamak ve ‎ellerine Misak-ı Milli taslaklarını vermek, tek tek izah etmek Mustafa Kemal Paşa ‎tarafından yapılmıştır. Fakat ne hazindir ki, aradan geçen ön üç yıl zarfında sonrasında ülkenin gerek insan gerekse maddi ‎varlıkları yok edilmiş, ülke harabeye dönmüştür.‎ ‎

II. MEŞRUTİYET’İN AKIBETİ HAKKINDAKİ ÖNGÖRÜSÜ

‎ Mustafa Kemal, çevresinde olan biteni çok iyi değerlendirmesi sonucu yüksek sezgisiyle II. ‎Meşrutiyet’in 1908 de ilanından önce akıbetini görmüş ve ulaşabildiği herkesi uyarmıştır. ‎Yine Cebesoy’un anıl arına dönelim : ‎ ‎
“Fuat, kaygılarımın gerçekleşmesinden korkuyorum. Meşrutiyet ilan ‎edilecek fakat ondan sonra ne olacak ? Bugün ortada ne güçlü bir örgüt ne de program ‎var. Ayrıca devrimin adına davranacak, aralarında anlaşmış bir kurul ve önder yok ‎‎!Devrimden sonraki durum çok kötü olacaktır.”
(6)
‎‎‎- İttihat ve Terakki kansız bir devrim yapmış, fakat programsızlıktan ve ‎öndersizlikten inisiyatifi ele alamamıştır. Meşrutiyetin ilanından kısa süre sonra Mustafa ‎Kemal’in ifadesi şöyledir. “İşte düşündüklerimiz birer birer çıkıyor. Eğer devrim öncesi ‎ve sonrası için bir plan ve bu planı uygulayabilecek birer önder olsaydı bu duruma ‎düşmezdik.”
‎ ‎
‎ Gerçekten olaylar Mustafa Kemal’in öngörüsü şeklinde gelişir ve ülke çok kötü ‎günlerin ve yılların içine düşer. Mustafa Kemal uyarılarını Meşrutiyetin ilanından ‎sonra da yapmaya devam etmiş, İttihat ve Terakki kongresinde de kulis yapmış, ‎düşüncelerini açıklamıştır. Bu önerilerden ve eleştirilerden hoşlanmayanlar sonunda O’nu ‎‎1913 de Sofya’ya askeri ateşe tayin ederler.‎ ‎

KEHANET GİBİ BİR ÖNGÖRÜ

Birçok yakın dostunun anılarında, arkadaşlarıyla Selanik ’te ‎‎zaman zaman ünlü birahanelerde buluşarak ülkenin içinde bulunduğu durumu ‎tartıştıkları ‎ve çözüm aradıklarına rastlanmaktadır. Bu toplantılarından ilginç olan ‎biri de ‎Selanik’teki Olimpiya Birahanesi ’nde yaşanandır. ‎ ‎
‎Mustafa Kemal henüz ‎kolağası (=önyüzbaşı)dır sohbetleri yine ‎devletin durumuna ‎gelince, devlet yönetimini şiddetle tenkit ettikten sonra, sofrada ‎bulunan ‎yakınlarına ileride vereceği görevleri açıklar. Masada bulunanlar; ‎Fuat Bulca, Nuri (Conker), Tevfik Rüştü (Aras), Fethi (Okyar) ‎ve Salih (Bozok) ‎‎hayretle izlerler kendisini. (7) ‎‎‎- ‎Mustafa Kemal önce Tevfik ‎Rüştü beyi ‎göstererek :
‎ ‎‎ -“Bu sakim siyaseti bir gün doktor vasıtasıyla ‎‎düzelteceğim..”‎ Yakın arkadaşı Nuri Conker ‎‎gülerek Tevfik ‎Rüştü ’ye döner :‎ ‎
-“Sen mi düzelteceksin ?” ‎ Bunun üzerine Mustafa ‎Kemal devreye girer ve Tevfik ‎Rüştü’yü kastederek
: ‎ ‎‎ -“Evet..Ben doktoru Hariciye Vekili yapacağım. Bütün falsoları ona ‎‎tamir ettireceğim.” Nuri Conker ‎‎gülümsemeye devam ederek :
-“Demek sen ‎doktoru ‎Hariciye Vekili yapacaksın.. Ya beni ?”
‎ ‎ -“Seni de Vali ve Kumandan yaparım.”
Bu anda Salih Bozok : ‎‎
-“Her ‎halde beni de bir şey yaparsın ?”
‎ ‎ -“Salih seni Yaver yapacağım ve yanımdan ayırmayacağım.” ‎‎
Ardından o ‎yıllarda kendinden daha kıdemli bir asker olan Fethi Okyar’a dönerek :
‎ ‎‎ -“Seni Sadrazam (Başbakan) yapacağım.” der. Bütün bu ‎konuşmalardan ‎sonra Nuri Conker yine ‎dayanamayarak sorar :
-“Allahını seversen, ‎sen ne olacaksın ki ‎hepimize şimdiden böyle bir takım makamlar veriyorsun ?.” Mustafa Kemal’in cevabı son derece net ve kararlıdır.. ‎Ciddi bir ses tonuyla:
‎ ‎‎ -“Bu görevleri veren ne olursa işte ben O olacağım.”
(8) ‎‎‎-‎ Bu sözler o akşam için neşeli bir sohbet olarak yaşanırken, geleceğin ‎‎sofradakilere bu makamları getireceğini Mustafa ‎Kemal’den başkası bilmiyordu…Ve ‎her şey o akşam sofrada ‎söylenenler gibi gerçekleşti !‎ ‎
‎ ‎

I.DÜNYA SAVAŞI SONUCUNU ÖNCEDEN GÖRMÜŞTÜ

‎ ‎
‎ ‎ Mustafa Kemal Sofya’da askeri ateşe iken Osmanlı Devleti bir ‎oldu bitti ile Almanların yanında savaşa sokulmuştur. Mustafa Kemal ise devletin ‎durumunu, yöneticilerin niteliklerini yakından gördüğü için, Osmanlı’nın büyük savaşa ‎girmesinin sonucunu önceden görmüş ve etrafını uyarmaya çalışmıştır.
‎ Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşına Almanların yanında girdiği ilk günlerde dahi ‎savaşın sonucunu tahmin etmesi pek ilginçtir. Bu tarihlerde Sofya’da iken, ‎‎ Salih Bozok’un kendisine yazdığı mektupta savaşla ilgili sorduğu soruya ‎şöyle cevap veriyor Mustafa Kemal:‎ ‎
“Sofya,1330 (1914)
‎ ‎…Biz hedefimizi tayin etmeden umumi seferberlik ilan ettik. Bu çok tehlikelidir. ‎Çünkü başımızı bir tarafa mı, yoksa birçok tarafa mı vuracağız, malum değildir. ‎Koskoca bir orduyu uzun müddet hareketsiz elde atıl bir vaziyette bulundurmak da ‎çok müşküldür…Almanların vaziyeti hakkında askeri mütalaaya gelince; ben ‎Almanların bu harpte muzaffer olacaklarına katiyen emin değilim. Almanlar, ‎Fransızlar ve Ruslar arasında kuvvet kaydırmak zorunda kalacaklar..bu suretle ‎zikzakvari hareket edecek olan bir ordunun akıbeti pek feci ve vahim olacağından, ‎ben bu harbin neticesinden emim olamıyorum.” (9) ‎‎‎-

‎ Savaş sırasında da Osmanlı ordusunun başındaki Alman kurmaylarını ve komutanlarını ‎yakından tanıdıktan ve Alman silahlı kuvvetlerini gördükten sonra büyük savaşın ‎sonunda Almanya’nın kesin olarak yenileceğini yıllar öncesinden görüp etrafını ‎uyarmıştır. Fakat artık gidişatın önüne imkanı yoktur, yapacağı yegane iş kendisine ‎verilen savaş görevini başarıyla sürdürmektir. ‎ ‎

YAPACAĞI DEVRİMLERİN USULÜNÜ ON YIL ÖNCESİNDEN ‎TASARLAMIŞTI

‎ Atatürk’ün ne zaman ne yaptığını ve ne düşündüğünü öğrendiğimiz kaynaklardan biri de ‎kendi el yazısı ile tuttuğu Sağlığında bu defterleri ‎diğer kitaplarıyla birlikte, gittiği yerlere yanında taşıtmıştır. 1938 de Ata’nın ölümü ‎üzerine özel eşyaları ile beraber Çankaya ve Türk Ocağı’ndan T.B.M.M’ ne emanet ‎edilmiş ve ardından 15 Mayıs 1964 de Anıt Kabir Müzesi’ne gönderilmiştir. ‎Anıt Kabir yönetim ve hizmetlerinin 15 Eylül 1981 de Genel Kurmay Başkanlığına ‎devredilmesiyle, Ata’ya ait bütün eşyalar Genel Kurmay Askeri Tarih ve ‎Stratejik Etüt Başkanlığı’na (ATASE) geçmiştir. (10) ‎‎‎-‎ Burada bulunan 24 not ‎defterinin 21’i Atatürk’e ait el yazılıdır.
‎ Çok ilginç notların bulunduğu defterlerin bir kısmında simge şeklinde kelimelere ‎bazılarında ise geniş metinlere yer verildiği görülmektedir. Bazı notlarından ‎Atatürk’ün kişisel özelliklerine şahit olmaktayız. İlginç özelliklerinden biri toplum ‎olaylarına bilimsel yaklaşımıdır.
‎ Örneğin; 18 numaralı defterin 20. Sayfasında Büyük Önder şunları yazmış ‎‎
”Bir milletin felaket içinde kalması, çökme tehlikesine maruz ‎kalınması, mutlaka ve sosyal, ahlaki bir hastalığa müptela olması neticesidir.
‎ Milletin hakiki kurtuluşuna başarıyı temin için, mutlaka milletin sosyal ‎noksanlıklarını idrak etmek ve hastalığın ilmi ve fenni surette tedavi çarelerine ‎yönelmek lazımdır.”
‎ Karşı sayfada : ‎‎
“Tedavi ancak ilmi ve fenni bir surette olursa şifa ‎verir. Milletin fikri ve içtimai bütün kuvvetlerinden istifade etmek lazımdır. Bu ‎kuvvetlerin israf edilmemesi için usul ve program dahilinde hareket olunmalıdır.”.. ‎‎“Vatanın geleceğini, milletin haysiyet ve namusunu korumak temel düşünce ‎olmalıdır.” (11) ‎‎‎-
Burada Ata’nın, toplumun gerilemesini ve hastalığını bir insanın hastalığı gibi görmekte ‎olduğuna, aynen bir tıp doktorunun bir hastaya yaklaşımındaki “teşhis ve tedavi” ‎yollarına bakışı biçiminde yaklaştığına şahit oluyoruz. Bu ise tam bir “toplum bilimci” ‎yaklaşımıdır.‎ ‎

KARLSBAD NOT DEFTERLERİ

Konumuzu ilgilendiren ilginç notlardan biri de Atatürk ’ün Karlsbad ‎‎seyahati sırasında yazdığı notlardır.
‎ ‎ Atatürk , Şehzade Vahdettin’le birlikte 15 Aralık ‎‎1917 de, Osmanlı’nın kaderini bağlamış olduğu Alman silahlı kuvvetlerinin durumunu ‎yerinde görmek amacıyla gittikleri Almanya gezisinden hasta dönmüş, İstanbul’da ‎iyileşmeyince tedavi için Avusturya’ya gönderilmiştir. İki aya yakın kaldığı ‎Avusturya’da sosyal ve kültürel hayatı yakından incelemiş, yapılması gereken ve ileride ‎gerçekleştirdiği reformları iyice şekillendirmiş ve o günlerde tuttuğu not defterlerine ‎şu notları düşmüştür :
“..Benim elime büyük salahiyet ve kudret ‎geçerse, ben toplum hayatımızda arzu edilen inkılabı bir anda yapacağım, ben ‎bazıları gibi ulemanın fikirlerinin yavaş yavaş benim düşüncem derecesinde ‎tasavvur etmeye alıştırmak suretiyle bu işin yapılabileceğini kabul etmiyorum. ‎Böyle bir harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden, bu kadar senelik tahsil-i ali ‎gördükten sonra, medeni ve toplum hayatını tetkik ettikten ve hayatımın hür ‎vakitlerini harcadıktan sonra avam mertebesine ineyim? Onları kendi mertebeme ‎çıkarırım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar..”
(12) ‎‎‎-‎ Bu notlardan, ileride neyi, nasıl yapmak istediğini bilen, programlayan bir devrimci ‎kişilik görüyoruz.
‎ Ayrıca, bu notlardan Atatürk’ün gerçekleştirdiği toplumsal ve siyasal devrimleri ‎yaklaşık on yıl önceden tasarladığını ve daha sonra da, planladığı gibi aniden uyguladığını ‎görmekteyiz. Yüzyıllarca, şeyhülislamın sözü geçen bir ülkede bu devrimleri ‎gerçekleştirmek bir yana, hayal etmek bile kolay değildir.‎

YAPILACAK DEVRİMLERİ YILLAR ÖNCESİNDEN ERZURUM’DA NOT ‎ETTİRMİŞTİ

Atatürk’ün pek ilginç öngörülerinden biri de şüphesiz ki, Milli Mücadele ‎arkadaşı Mazhar Müfit Kansu’ya yazdırdığı notlardır :
‎ Erzurum Kongresi sırasında kaldıkları evde üç kişidirler. Atatürk, bir ara ‎Kansu ’dan not defterini getirmesini ister. Bir şartı vardır : “Ama bu defterin ‎bu sayfasını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir ‎sen, bir de Süreyya (özel kalem müdürü) bileceksiniz. Şartım bu.” .. “Bir gün ‎hafızalarımız zayıfladığında yazdırdıklarım yardımcı olur..”‎ Şartı kabul edildikten sonra : “Öyleyse tarih koy.” 7-8.Temmuz.1919 sabaha karşı. ‎‎“Pekala yaz.” Der. ‎ ‎
‎ ‎“Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. Bu bir.
‎ İki, Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.
‎ Üç, örtünme kalkacaktır.
‎ Dört, fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.” ‎‎‎ Bu anda, Kansu kalemi bırakır, göz göze gelirler. Kansu, niçin durakladığını soran ‎Atatürk’e : <ßpan>“Darılma ama Paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var.” ‎‎ Atatürk: “Bunu zaman gösterir, sen yaz.” ‎ ‎Bunun üzerine Kansu, “Paşam yeter.” Der. Biraz da ‎gecenin yorgunluğu ile, hayal ile uğraşmaktan usanan bir insanın edasıyla ; ‎‎“Cumhuriyeti ilan etmeyi başaralım da üst tarafı yeter,” .
. “Sabah oldu, siz ‎oturmaya devam edeceksiniz, hoşça kalın.”
Diyerek defterini alıp yatmaya ‎gider.
‎ Aradan yıllar geçer. Atatürk şapka devrimini açıklamış olarak, üstü açık ‎arabasıyla Kastamonu’dan Ankara’ya dönüşünde eski Meclisin önünden ‎geçerken, Meclis kapısının önünde durmakta olan Kansu gördüklerine ‎inanamaz! Kendisi ne ise? Ata’nın yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı’nın başında da ‎bir şapka vardır. Atatürk arabasını durdurduktan sonra, bu manzarayı hayretler içinde ‎seyreden Kansu’yu yanına çağırarak :
“Azizim Mazhar Bey, kaçıncı ‎maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?”
‎ ‎ Atatürk bu olayı ayrıca , Çankaya’daki akşam yemeklerinde gülerek anlatıp; ‎‎
“Bu Mazhar Müfit yok mu, yapacağımız devrimleri sıraladığım ‎zaman bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti.”
diyerek takılır. (13) ‎‎‎-abr> ‎

9 EYLÜL.1922 DE İZMİR’DE DÜŞMAN ELÇİLERİNE RANDEVU

Atatürk ’ün ileri görüşü konusunda bir de büyük Nutuk’a ‎bakalım :
26 Ağustos 1922 sabaha karşı Ata tarafından başlatılan Büyük ‎Taarruz ile, 30 Ağustos günü düşmanın ana kuvvetleri yok edilmiş ve Başkomutanı ‎tutsak edilmiştir. 31 Ağustos günü ana kuvvetlerimiz İzmir’e doğru ‎ilerlerken diğer kuvvetler de düşmanın Eskişehir ve kuzeyindeki bölgeye ‎doğru harekete geçmiştir. Ancak, Başkomutan Atatürk, Büyük ‎Taarruz’un sonuna kadar, elde edilmiş büyük başarıları resmi bildirimlerde gayet önemsiz ‎harekâttan ibaret göstermektedir. Amaç, durumu elden geldiğince dünyadan gizlemek ‎ve düşmanı kurtarmak işlemleriyle karşılaşmadan, düşman ordusunu tamamen yok ‎etmektir. Gerçekten de, durum sezilir sezilmez, İstanbul’dan ateşkes önerisi ‎gelmiştir. Telsizle doğrudan Mustafa Kemal Paşa’ya gönderilen tel yazısında, İzmir’deki ‎İtilaf Devletleri konsoloslarına kendisiyle görüşme yetkisi verildiği bildirilmiştir. ‎Hangi gün ve nerede buluşulabileceği sorulmaktadır. Gerisini Ata’nı Nutuk’undan ‎dinleyelim :
‎ ‎
“Bu tele verdiğim cevapta, 9 Eylül 1922 de Nif’te (İzmir-‎Kemalpaşa) görüşebileceğimizi bildirdim. Gerçekten de dediğim günde ben Nif’te ‎bulundum. Ama görüşmeyi isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız İzmir ‎rıhtımında ilk verdiğim hedefe Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı !.”
(14) ‎‎‎-‎ ‎ Yıllar sonrasını önceden görebilen bir insanın 5-6 gün sonrasını görebilmesi belki olağan ‎dışı görülmeyebilir ama bu 5-6 günde yaklaşık 400 kilometrelik mesafede dağ bayır ve ‎şehirleri çarpışarak aşıp söz verilen 9 Eylül 1922 günü (Nif) Kemalpaşa’da bulunmak ‎herhalde olağan bir olay değildir.‎ ‎

ÇEVRESİNDE OLUP BİTENLER İÇİN DE ÖNGÖRÜ SAHİBİ

Atatürk’ün bir eylem adamı olması O’nun her davranışında görülmektedir. ‎O, büyük bir öngörü ve strateji ustasıdır: 1924yılında ‎Hamidiye’ye yaptığı bir ziyaret sırasında, Hamidiye Komutanı binbaşı ‎Hüsamettin (Ünsal)’a bir sohbet sırasında şunları söyler :
“İlk beş senede kendimizi toparlayıp inkılapları yaparız. İkinci ‎beş senede kendimizi dünyaya tanıtırız. Üçüncü beş senede de İngiliz Kralı’na ‎yurdumuzu ziyaret ettiririz.”
‎ Bu konuşmadan on iki yıl sonra 1936 yılının Eylül ayında İngiltere Kralı VIII. ‎Edward, Madam Simpson’la birlikte Ata’yı ziyarete gelmiştir ! (15) ‎‎‎-
‎ Ziyaretin ikinci günü, Ata ve misafirleri Kadıköy Moda’da deniz yarışlarını bulundukları ‎geminin güvertesinden seyretmektedirler: Atatürk pek keyifli ve neşeli, ‎Kral ise nedense düşünceli ve üzgün görünmektedir. Onları neşelendirmek için Ata tüm ‎inceliğini ve zekâsını kullanmaktadır. Bir ara Madam Simpson elindeki ‎dürbünle yerinden kalkar. Hemen ardından Kral da başıyla Atatürkü ‎selamlayarak Madam Simpson’un yanına gider. Bu sırada Atatürk yanındakilere eğilerek: ‎‎
“Kralın Madam Simpson’a karşı ilgisi olduğunu görüyorum. ‎Korkarım ki, bu kadın yüzünden tahtını kaybedecek!”
‎ Ve bir müddet sonra, Kral Edward Madam Simpson’la evlenmek uğruna tacını terk eder! ‎Çünkü, İngiliz geleneklerine göre Kral’ın evleneceği kadının asillerden olması gereklidir ‎ve Madam halktan biridir! (16) ‎‎‎-‎ ‎

II. DÜNYA SAVAŞINI YILLAR ÖNCESİNDEN HABER VERMİŞTİ

‎ Atatürk, vefatından sonra patlak veren II. Dünya Savaşını da yıllar öncesinden tahmin ‎edebilmiş ve Türkiye’nin izlemesi gereken tavrı belirlemiştir.
‎ II. Dünya savaşının kaçınılmaz olduğunu, I. Dünya Savaşı sonunda yapılan Versay Antlaşmasının hükümlerine bağlamıştır. O’na göre Versay Antlaşması I. ‎Dünya savaşının sebep olduğu nedenlerden hiçbirini halledemediği gibi, aksine dünün ‎başlıca rakiplerinin arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Çünkü galip ‎devletler, yenilenlere barış şartlarını zorla kabul ettirirken, bu memleketlerin etnik, ‎jeopolitik, iktisadî ve beşerî özelliklerini asla dikkate almamışlar ve sadece intikam ‎hisleriyle hareket etmişlerdir. Bu nedenle yaşanan barış devresi geçicidir ve sadece ‎‎
  • “ateşkes”
  • ten ibaret kalmıştır.
    ‎ ‎ Atatürk’e göre, Avrupa’nın geleceği Almanya’nın alacağı vaziyete bağlı ‎bulunacaktır. Fevkalade bir dinamizme sahip olan yetmiş milyonluk çalışkan ve disiplinli ‎bir millet, üstelik millî duygu ve ihtirasları kamçılayabilecek siyasî bir akıma kendini ‎kaptırdı mı, er veya geç Versay Antlaşmasının tasfiyesine gidilecektir.
    ‎ Nitekim, Atatürk bu düşüncelerini açıkladıktan bir yıl kadar sonra, ‎Almanya’da Nazi partisi ve Hitler iktidara gelmiş ve savaş çanları çalmaya ‎başlamıştır.
    ‎ Bu gelişmelerden Amerika, İngiltere ve Fransa’daki yöneticiler, ‎artık I.Dünya savaşı gibi bir savaşın asla olmayacağını iddia ederken, Atatürk hepsinin ‎aksine, yeni bir dünya savaşının çıkacağını ve bu savaşı da Hitler’in başlatacağını ‎bildirmiştir: “Savaşı o başlatacak ve insanlığın başına bela ‎olacak.” demiştir. (17) ‎‎‎-
    ‎ ‎ Atatürk, büyük savaş çıkmadan çok önce, İtalya hakkında da uyarılarda ‎bulunmuştur :
    “İtalya, Mussolini idaresi altında şüphesiz büyük ‎bir kalkınma ve inkişafa mazhar olmuştur. Eğer Mussolini müstakbel savaşta ‎İtalya’nın zahiri heybet ve azametinden harp haricinde kalmak suretiyle ‎yararlanabilirse, sulh masasında da başlıca rollerden birini oynayabilir. Fakat ‎korkarım ki, İtalya’nın bugünkü şefi Sezar rolünü oynamak hevesinden kendini ‎kurtaramayacaktır.”
    (18) ‎‎‎-‎ Bilindiği üzere olaylar da Atatürk’ün bu öngörüsü şeklinde gerçekleşmiştir.‎ ‎

    HİTLER VE MUSSOLİNİ’NİN SONUNU ÖNCEDEN SÖYLEMİŞTİ

    Hirler Benito Mussoli Yaklaşan II. Dünya savaşı tehlikesine ilişkin Atatürk’ün öngörüsünün ‎tanıklarından biri olan Prof. Dr. Ali Canip Yöntem anılarında şu ‎aktarımlarıdır :
    ‎ Bir Çankaya sofrasına oturmadan önce Atatürk, Hitler ‎‎tarafından kendisine gönderilen bir filmi davetlileriyle birlikte izler. Bu, ‎Hitler ve partisinin bir propaganda filmidir. Film izlendikten sonra sofraya ‎geçilmiş, Atatürk davetlilerin yorumlarını dinledikten sonra şunları ‎söylemiştir :
    ‎ ‎
    “Efendim, bu adam filmde gördüğünüz gibi rol icabı bir hamle ‎ile işe başladı..Bugün Almanya’nın bütün askeri gücü onun elinde..Yarın harbe ‎girişecektir. O ve onun mukallidi (taklitçisi) Mussolini harbe hazırlıkla ‎meşguller. Yakın bir gelecekte harbe dalacaklar. Dalacaklardır, çünkü asker ‎değillerdir. Harp ne demek bilmezler.. Harp bir felakettir ve hele bu iki müttefik ‎için mutlaka ölümdür..
    ‎ Körü körüne hesapsız, kitapsız bir nefis itimadı ve tamamen otomatik bir ordu ‎sistemi, ilk hamlede korkunç bir kuvvet tesiri yapacak, fakat bir kere bir tarafı ‎sakatlandı mı, tarumar olacak, o çalışkan millet yere serilecektir. Ortada ne Hitler ne teşkilatı kalacaktır. Mussolini’den bahse hiç hacet ‎yoktur, o efendisinin ortadan kalktığı gün yok olacaktır..”
    (19) ‎‎‎-‎ ‎ Atatürk, İsmet İnönü tarafından yerine getirilmiştir.
    ‎ Atatürk, açık bir biçimde şunu söylemekteydi :
    ‎ ‎
    “Bu harp neticesinde, dünyanın vaziyeti ve dengesi baştanbaşa ‎değişecektir. ,işte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilemeyip, en küçük ‎bir hata yapmamız halinde, başımıza I. Dünya Savaşı’ndan sonra mütareke ‎zamanında ne geldiyse ondan daha ağırlarının geleceğini görüyorum.”
    (20) ‎‎‎-‎ ‎

    GELECEĞE AİT KEHANETLER

    ‎ Prof. Dr. Sadi Irmak, geçmişi yani tarihi Atatürk’ün çok iyi ‎bildiği için “bir kehanete lüzum kalmaksızın geleceğin gelişmelerini ‎kestirebildiğini” ifade etmektedir. O’nun bu yeteneğini ‎‎“tarihin sesini almak” diye yorumlamaktadır. (21) ‎‎‎-
    ‎ Ancak bazı yazarlar Atatürk’ün parapsikolojik yeteneği sayesinde kehanete ‎varan öngörülerini aktarmayı gerekli görürler. Atatürk ve Afet İnan Bu çalışmaya son vermeden önce ‎Atatürk’ün kayıtlara geçmiş bu derece öngörülerinin bir kaçından söz etmemek ‎noksanlık olacaktır.
    ‎ ‎ Ses Dalgaları, Teknoloji, TV
    ‎ ‎ Atatürk, 9 Ocak 1936 günü Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ‎açılış töreninde, Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı sıfatıyla verilen ilk ders ‎için Prof. Afet İnan’a yazdırdığı bir not pek ilginçtir:‎ ‎
    “Tabiatta bilirsiniz ki hiçbir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne ‎bir söz, ne bir hareket..olduğu çağ ne kadar eski veya yeni olursa olsun, bütün bu ‎oluşlar oldukları andaki gibi tabiat içindedir. Bu dalgalanmada zaman ve mesafe ‎mefhumu yoktur. Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde söylenen sözü veya akis ‎yapan hareketi, yine dünyanın herhangi bir köşesinde aynı anda işitmek, dinlemek ‎mümkün olduğunu görüyoruz.(radyo-sinema) Yarın bizi saran tabiat ‎unsurları içinde, binlerce sene evvel söylenmiş sözleri, olduğu gibi toplayıp tespit ‎etmek imkanına elbette varılacaktır. Tabiatta bugün için esrar dolu sinesine ‎gireceği muhakkak görülen insan zekası, beklenilen hakikatleri ortaya ‎koyacaktır..İşte arkeoloji ve antropoloji, o ilimlerin başında gelir..”
    (22) ‎‎‎-‎ ‎ Afet İnan, açılış dersinde okunması için verdiği bu bilgilere karşılık Atatürk’e “Bu çok uzak bir gelecekte belki olabilecek keşfin benim ‎ifadem olarak verilmesine cesaret edemeyeceğim” demesi üzerine, Ata’nın ‎canı sıkılır ve
    “Bunlar bir gün olacaktır, görürsünüz, işitirsiniz.” ‎‎der. (23) ‎‎‎-
    ‎ Bu dersle ilintili olarak Atatürk’ün radyo, sinema hakkındaki ileriye ait yorumu da pek ‎ilginçtir :
    ‎ ‎
    “Sinema, gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi ‎bize basit gibi gelen, eğlence olan radyo ve sinema, bir çeyrek asra kalmadan ‎dünyanın çehresini değiştirecektir. Tek ve birleşik bir dünya hazırlamak ‎bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında, tarihe devirler açan matbaa, barut, ‎Amerika’nın keşfi gibi olaylar oyuncak nispetinde kalacaktır.”
    der. (24) ‎‎‎-‎ Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Atatürk’ün bu öngörülerde bulunduğu ‎dönemde, henüz “çip” icat edilmemiş ve televizyon üretilmemiştir.
    ‎ ‎ Uzay Yolculuğu
    ‎ ‎ Atatürk’ün insanlığın elini uzaya uzatacağı günleri önceden görmesi de pek ‎hayret vericidir. 1936 yılında Eskişehir Havacılık Okulu’nu açış ‎konuşmasında uzaya ne zaman çıkılabileceği, aya ne zaman gidilebileceğini şaşırtıcı ‎şekilde haber veriyor:
    ‎ ‎
    “Geleceğin en etkili silahı da aracı da hiç kuşkunuz olmasın ‎uçaklardır. Bir gün insanoğlu uçaksız göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, ‎belki de Ay’dan bizlere mesajlar yollayacaklardır.
    ‎ Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000 yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. ‎Gelişen teknoloji bize daha şimdiden bunu müjdeliyor.
    ‎ Bize düşen görev bu konuda Batı’dan geri kalmamayı sağlamaktır…”
    ‎ ‎başka bir öngörüsüne değinelim:
    ‎ ‎ Atatürk uykunun dostu değildi. Ata’nın bazı zor zamanlarda ve zor şartlar ‎altında birkaç gün uykusuzluğa dayandığı görülmüştür. Uyguda geçirdiği zamana acırdı. ‎Yine yakın çevresine ifadesi şöyledir :
    ‎ ‎
    “Hayat pek kısa. Çocukluk ve okul hayatı bir kısmını alıyor. ‎Geriye kalanını ise uyku yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek ve vücuda verdiği ‎dinlenme gıdasını verecek tabletler icat edilse…Bir gün o da olacaktır.” Ve gülerek ilave etmişti: “Bunu daha da genişletebiliriz. ‎Orduların iaşeleri de bir gün tablet haline gelebilir. Aylık erzakını erler ‎çantalarında taşıyabilir. Yalnız cephane nakliyesi işi kalır. Oda motorlu araçlarla ‎ikmal olunur. Böyle bir ordu neler yapmaz ki?”
    ‎ Nitekim bugün uzaya giden astronotlar günlük gıdalarını yanlarında götürdükleri ‎tabletlerle karşılamaktadırlar.‎ ‎
    ‎ Bu çalışmada, çok boyutlu, üstün kapasiteli bir dâhinin sayısız niteliklerinden bir ‎tanesine ait, sayısı bilinmeyen örneklerinden bir kaçını yakalamaya ve aktarmaya ‎çalıştık.
    ‎ ‎ Atatürk, tanrı vergisi beyin gücü ve bilinci yanında bilgi edinmeyi ‎kitaplarına borçlu olduğunu belirtiyor. Kendi ifadesiyle : <“Çocukluğumda elime ‎geçen iki kuruşu eğer kitaplarıma vermeseydim bugün yapabildiğim işlerin hiçbirini ‎yapamazdım.” diyor. (25) ‎‎‎-
    ‎ Türk Aydınına verdiği mesaj; “Nutuk” ile birlikte ve o nutkun sonuna ‎eklediği“Gençliğe Hitab”ı kabul edilebilir.
    ‎ Gerek kendi halkına gerekse tüm dünyaya verdiği mesaj ise;‎ ‎
      ‎ ‎
    • Asırlarca İslamî ilkelerle yönetilmiş bir halkın, LAİK bir idare ile ‎yönetilebileceği,‎
    • Yurtseverlikle barışın uyumlu olabileceği,‎
    • Doğu ile Batı’nın evrensel laik değerler ve karşılıklı saygı temelinde bir araya ‎gelebileceği
    • İnsan aklının ve bilimin yaşamdaki en gerçek rehber olduğudur.

    Bu mesaj, hem Türk Ulusu, hem diğer İslam toplumları, hem de Batılı ülke yöneticileri ‎tarafından anlaşılıp saygı gösterilmesi ve uygulanması gereken bir ilkedir. ‎
    31.Ekim.2013
    ‎ ‎ KAYNAKÇA‎ ‎
      ‎ ‎
    1. ATATÜRK, Mustafa Kemal. Nutuk Söylev” Türk Tarih Kurumu ‎Yayınları 3.Baskı 1989‎ ‎
    2. BEKTAN, Ali. “Atatürk’ün Kehanetleri” Sınır Ötesi Yayınları 3.Baskı 1999‎ ‎
    3. CEBESOY, Ali Fuat. “Sınıf Arkadaşım ATATÜRK” İnkılap Kitabevi Yayını‎ ‎
    4. BOZOK, Salih. “Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor” Doğan Kitapçılık Yayını 2.Baskı 2001‎ ‎
    5. İNAN, Ali Mithat. “Atatürk’ün Not Defterleri” Gündoğan Yayınları 2.Baskı 1998‎ ‎
    6. İNAN, Afet. “Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler” T. İş Bankası Kültür ‎Yayınları 4.Baskı 1984‎ ‎
    7. KALIPÇI, İlknur Güntürkün. “Atatürk İle Bir Gezinti” Epsilon Yayıncılık Özel Baskı ‎‎2007‎ ‎
    8. ÖZDEMİR, Hikmet. “Atatürk’ün Liderlik Sırları” Remzi Kitabevi Yayını 4.Baskı ‎‎2006 ‎ ‎
    ‎ ‎
    DİPNOTLAR

    ‎ ‎ (1) ‎ İnan, sy.19. Falih Rıfkı Atay, İstanbul, 1894- 1971, ‎Gazeteci-yazar, I.Dünya ‎Savaşında yedek subay ‎olarak Suriye cephesinde Cemal paşa’nın özel ‎katib, 1922 ‎yılından sonra Bolu ve Ankara ‎milletvekili. ‎‎ ‎‎‎ ‎
    (2) ‎ ‎ Başta Nutuk (T.T.K.yayınları-19.Mayıs.1919 ile ‎‎1927 dönemi) olmak üzere, ‎Atatürk’ün Söylev ve ‎Demeçleri (Atatürk Araştırma Mrk. Yayınları), ‎Atatürk’ün Not ‎Defterleri (Ali Mithat İnan, ‎Gündoğan Yayınları), Atatürk’ün Anıları (İsmet ‎Görgülü, ‎Bilgi Yayınevi-1914 ile19.Mayıs.1919 ‎Dönemi), Kaynak Yayınları’ndan otuz ciltlik ‎‎Atatürk’ün Bütün Eserleri. ‎ ‎‎‎ ‎
    ‎ ‎ (3) ‎ ‎ ‎(3)‎ ‎ Ali Fuat Cebesoy, (1882-1968) Atatürk’ün ‎harp okulunda sıra arkadaşı, 1919’da ‎‎20.Kolordu ‎Komutanı, Korgeneral.‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (4)‎ ‎ Cebesoy, sy.136‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (5)‎ ‎ Cebesoy, sy.139‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (6)‎ ‎ ‎Cebesoy, sy.146‎ ‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (7)‎ ‎ Bozok, sy.10. Salih Bozok, Selanik 1881-25.4.1941, ‎Atatürk’ün çocukluk arkadaşı ‎ve yaveri, TBMM 1. , ‎‎2-6. dönemleri Yozgat milletvekili, Atatürk’ün ‎ölümü üzerine ‎tabancasıyla intihar eder, ‎kurtarılır.‎ ‎
    ‎ ‎ (8)‎ ‎ ‎ Bektan, sy.76‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (9)‎ ‎ ‎ ‎ Bozok, sy.52‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (10)‎ ‎ İnan, sy.24‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (11)‎ ‎ ‎İnan, sy.94‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (12) ‎ ‎ )İnan, sy.147 ‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (13)‎ ‎ ‎Bektan, sy.100‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (14) ‎ ‎ Atatürk, sy.903‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (15)‎ ‎ ‎Kalıpçı, sy.89‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (16)‎ ‎ ‎Kalıpçı, sy.101‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (17)‎ ‎ ‎Bektan, sy.134‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (18)‎ ‎ ‎Bektan, sy.135‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (19)‎ ‎ )Özdemir, sy.90‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (20)‎ ‎ ‎Bektan, sy.135‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (21)‎ ‎ ‎Özdemir, sy.90‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (22)‎ ‎ ‎Afet İnan, sy.242‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (23)‎ ‎ ‎Bektan, sy.154‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (24)‎ ‎ ‎Bektan, sy.131‎ ‎‎ ‎
    ‎ ‎ (25)‎ ‎ ‎Kalıpçı, sy.93‎ ‎‎ ‎
    ********