GİRİŞ
Osmanlı Devletinin en geniş sınırlarına eriştiğ Sultan Süleyman< döneminde
yapılan yaşamsal hatalar (bilimden uzaklaşma, kapitülasyon denilen yabancılara haklar tanıma) ve Avrupa’nın girdiği Rönesans, Reform sürecinin dışında kalması sonun başlangıcını oluşturmaktadır.
Devlet önce duraklama, ardından gerileme ve çöküş devirlerini yaşayarak işgale uğramıştır. Bazı sultanlar tarafından girişilen yenilenme hareketleri ise tutucuların etkisiyle başarıya ulaşamamıştır. Zamanın koşulları sık sık yeni savaşlara yol açmış ve ardından yapılan barış antlaşmaları yeni tavizlere neden olmuştur. Çünkü savaşlarda gerekli olan silah üretim ve teknolojisi Osmanlıda yoktur. 1838’de İngilizlerle yapılan ve ardından tüm Avrupa devletlerine yaygınlaştırılan “ticaret anlaşması” büyük bütçe açıklarına yol açmış, devlet başka devletten ilk aldığı borçtan (1854) yirmi yıl sonra ödeme yapamayacağını ilan etmiştir. Artık topraklarını koruyamayan Osmanlı, Avrupa için “sorun” olmuştur. Sorunun adı “Doğu Sorunu” dur ! Bu kadar zayıflamış devlet 1911-1918 arası peş peşe girmek zorunda kaldığı (Trablusgarp, Balkan, I. Dünya ) savaşlarından yenik çıkmış, 30.Ekim.1918 günü (baş delege olarak tayin edilen H. Rauf Bey eliyle) Mondros Ateşkesini imzalamak zorunda kalmıştır. Anlaşmış Devletler (İngiltere, Fransa ve İtalya) antlaşmanın 7. Maddesine dayanarak ülkeyi işgale başlamışlardır. Savaş hukukuna göre ateşkes sözleşmesini “barış antlaşması” izler. Galip devletler “Sevr Barış Antlaşması” nı hazırlamışlar, padişah hükümeti de kabul ederek 10.Ağustos.1920 de Paris’te imzalamıştır. Ancak, Anadolu’yu işgale başlayan düşman güçlere karşı 19.Mayıs.1919 da, harekete geçen M. Kemal Paşa, Sevr antlaşmasını hiçbir zaman kabul etmemiştir. “Milli Mücadele” olarak anılan Bağımsızlık Savaşı Türk ordusunun tartışılamayacak bir zaferi ile sonuçlanmasıyla, yapılacak barış antlaşması masasına, I. Dünya Savaşı’nın yenik Osmanlı Devleti yerine, savaş kazanan ve zafere ulaşan TBMM Hükümeti oturmaya hak kazanmıştır. Bu durum, oyunun ve oyuncuların bütün strateji ve taktiklerini temelden değiştirmiştir. 1. BÖLÜM: ANTLAŞMA ÖNCESİ OLAYLARA BAKIŞ .1.1. Lozan Antlaşmasının Dayandığı Olay ve AteşkesLozan Antlaşmasının dayandığı fiili olay 26.Ağustos.1922 günü başlatılan Büyük Taarruz ile elde edilen zafer ve bu zaferden sonra 11.Ekim’de yapılan Mudanya Ateşkesidir. Batı Cephesi Türk ordularının İzmir’e yaklaştıkları günlerde Fransa ve İtalya, İngiltere’yi ateşkese ikna etmeye çalışmışlar, İngiliz hükümeti bir süre ayak diremiştir. O tarihte İzmir kurtarılmış, Anadolu neredeyse düşmandan temizlenmiş gibidir. Kurtuluş Savaşı sona ermeden önce Anlaşmış Devletlerden İtalya ve Fransa, M. Kemal Paşa kuvvetleriyle savaşmayı bırakmışlar, sadece İngiltere verdiği destekle Yunan ordularını üstümüze sürmüştür. Ama İstanbul, Boğazlar bölgeleri ve Trakya hala işgal altındadır. Türkiye ile yeniden savaşmaya başlamak istemeyen İtalya 9.Eylül günü acele olarak bir konferans düzenlenmesini İngiltere’ye teklif etmiş, Lloyd George (İngiltere) hükümetinin kabul etmemesi üzerine, Fransa yüksek komiseri General Pelle, İzmir’e giderek M. Kemal Paşa ile görüşmüş, Türkleri Trakya üzerine yürümekten vaz geçirmeye çalışmıştır. Ancak, M. Kemal Paşa’dan, Trakya Türkiye’ye teslim edilirse oraya asker geçirmeye gerek kalmaz cevabını alınca, Fransa Meriç’e kadar Doğu Trakya’nın Türklere verileceğini açıklayarak, İngiltere üzerinde girişimlere başlamıştır. (Şimşir, sy.8)1.2. Sömürgelerden Gelen BaskıTürk Zaferi, Fransa’nın sömürgelerinden Tunus’ta, Cezayir’de İngiltere’nin sömürgelerinden Hindistan’da ezilen halk üzerinde büyük etki yapmasıyla, bu sömürgelerin yöneticileri de merkezlerine durumu anlatarak baskı yapmaya başlamışlardır.Türklerin Yunanlılara karşı kazandığı zaferin kesin şekli, öte yanda Türklere boyun eğdirmek için mutlaka savaşı göze almak lazımdır düşüncesi Lloyd George’u çıkmaza sürüklemiştir. Dört yıl süren dünya savaşından sonra, dört yıl da Türklerle uğraşıp, şimdi de ucu bucağı belli olmayan yeni bir savaşı göze alma hevesi ne Fransızlarda ne de İtalyanlarda vardır, İngiliz halkı ve dominyonları da isteksizdir. Bu yüzden de Lloyd George hükümeti iktidardan düşmüştür. Sonuçta, Anlaşmış Devletlerin dışişleri bakanlarının Paris’te yaptıkları toplantıda, Poincare (Fransa başbakanı ve dışişleri bakanı),Lord Curzon’a (İngiltere dışişleri bakanı) Türkiye’nin askeri hareketi durdurması için Meriç’e kadar Trakya’nın Türklere bırakılacağını açıklamak suretiyle konferansa çağırmaya karar verirler. Böylece Türkiye savaş galibi olarak Mudanya’da üç anlaşmış devletle 11.Ekim.1922 de ateşkes antlaşmasını imza etmiştir. Lozan barışının Türkiye açısından yolunu açan ve aydınlatan Mudanya Ateşkes Antlaşmasıdır. Daha sonraki tarihlerde ortaya çıkan bilgilere göre; İngiliz başbakanı Lloyd George, Türk ordusunun Çanakkale ve İstanbul üzerine yürümesine karşı önce İtalya ve Fransa ile birlikte savaşmayı denemiş, bu teklif her iki ülke tarafından kabul edilmeyince, İngiltere kendi başına karşı koymak için dominyonlarına başvurmuştur. Dominyonlardan da Türklerle yeniden savaşa girmek niyeti olmadığı anlaşılınca, İngiltere Türklerle ateşkes konferansına razı olmuştur. (İnönü, sy. 96-97) Mudanya ateşkesi dış basında Türklerin Avrupa’ya dönüşü olarak görülerek tepkiyle karşılanmış, Amerikan basını da üzüntülerini yazmıştır. (Şimşir, sy.9) 1.3. Lozan’a DavetSavaş hukukuna göre her ateşkes anlaşmasını bir “barış antlaşması” izler. Türkiye Anlaşmış Devletlerin 23.Eylül.1922 günlü notasına verdiği 4.Ekim günlü cevabında barış toplantısının 20.Ekim.1922 günü İzmir’de yapılmasını, ayrıca boğazlar rejiminin görüşülmesinde Karadeniz’e kıyıları bulunan Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’ın da davet edilmesini istemiştir. Buna karşılık Lord Curzon, Fransa ve İtalya dışişleri bakanlarına genel isteklerini kabul ettirdikten sonra 27.Ekim günü gönderilen nota ile “Doğuda savaşa son verecek bir antlaşma akdi amacıyla” Türkiye’yi, 13.Kasım.1922 günü Lozan’da müzakerelerin başlanmasına davet etmiştir.Anlaşmış Devletler (İngiltere, Fransa ve İtalya) ayrıca, Japonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti (Yugoslavya) ile Yunanistan’ı ve A.B.D.’ni toplantıya davet etmiştir. Aynı gün gönderilen bir nota ile de, Boğazlar sorununun görüşülmesinde Rusya’nın, boğazlar ve Trakya sınırına ait konulardaki görüşmeler için Bulgaristan’ın, belirli konular için de Belçika ve Portekiz’in delegeler göndermesi istenmiştir. Görüleceği üzere, bazı istisnalar dışında Sovyet Rusya hariç tüm çağırılan devletler konunun bir tarafıyla Türkiye’nin karşısında yer alan ülkelerdir. 1.4. Saltanatın Kaldırılmasına Yol Açan Davetİngilizler Makyavelist bir düşünceyle Lozan’a hem TBMM hükümetini hem de İstanbul padişah hükümetini davet etmiş, bu davet TBMM’de büyük tepki ile karşılanmıştır. Zaferde hiçbir payı olmayan İstanbul hükümetinin de konferansa katılmak isteğini belirten telgrafı milletvekillerinde infial yaratmıştır. Mecliste yapılan heyecanlı konuşmalardan sonra Sinop milletvekili Dr. Rıza Nur ve arkadaşları tarafından verilen bir önergeyle “…Türkiye halkı şahsi hâkimiyete dayalı olan İstanbul’daki hükümet şeklini 16.Mart.1920 den (İngilizlerin Meclis-i Mebusan’ı basarak dağıttıkları gün) itibaren ve ebediyen tarihe intikal etmiş saymıştır” şeklindeki kararla Osmanlı hanedanına son verilmiştir. Böylece konferansta Türkiye’yi sadece TBMM hükümetinin temsil etmesinin yolu açılmıştır.1.5. Lozan’da Baş Delege Kim OlacakSıra konferansta görev yapacak heyetin ve baş delegenin seçimine gelmiştir. Yunanlılarla savaş yapan Türk ordularının cephe komutanlığını yöneten İsmet Paşa, bu konuda M. Kemal Paşa’nın düşüncesinden habersizdir, savaş yorgunu olduğu düşüncesiyle, Lozan’a gidecek heyetin seçimiyle ilgili kulislerin tamamen dışında bulunmaktadır. Bu konuyu dışişleri bakanlığı ve hükümetin çözümleyeceği düşüncesindedir. (İnönü, sy.314)Mecliste bazı isimler ortaya atılmaktadır ama iki kişi talep sahibi olmuştur. Bunlardan biri Mondros Ateşkes Antlaşmasını imza etmiş olan Rauf Bey (Orbay), diğeri de Kazım (Karabekir) Paşadır. Sonunda M. Kemal Paşa çekimser duran İsmet Paşa’ya, emreder ağırlıktaki seçimini iletmiştir. İsmet Paşa’nın Durumu Her şeyden önce İsmet Paşa kendini tanıtlamış bir kurmaydır. Ordudaki ilk görevinden itibaren kurmay tecrübesi en üst noktaya ulaşmıştır. Ayrıca doğu cephesinde ve Filistin cephesindeki savaşlar sırasında M. Kemal Paşa’nın yakınında veya emrinde bulunmuş olması kendisini tanıma fırsatını oluşturmuştur. Bağımsızlık (Kurtuluş) Savaşı sırasında da üstlendiği görev ve savaş planlaması ile Mudanya Ateşkes Konferansındaki dirayeti göz önüne alındığında en isabetli seçim olduğu anlaşılmaktadır. Bu da sekiz aydan fazla süren Lozan sürecinde savunduğu konuda inatçı, mücadeleden vaz geçmeyen, uzun süre çalışabilen ve dikkatini kaybetmeyen kimliği ile ortaya çıkmaktadır. Rauf Beyin Durumu Olayların akışı incelendiğinde bu seçimin pek doğal olduğu anlaşılır. M. Kemal Paşa, son Osmanlı Mebusan Meclisinin (işgal altında olduğu için) İstanbul’da toplanmasına karşı olmuş, meclisin Anadolu’da güvenli bölgede toplanmasını istemiştir. Yakın çevresi dâhil birçok milletvekilinin İstanbul’u tercih ettikleri toplantıya yolcu ettiği, başta Rauf Bey olmak üzere dava arkadaşlarından üç isteği olmuş, bu üç istek için çalışmaları hususunda söz vermelerini istemiş hatta yemin ettirmiştir:
Buna rağmen İstanbul’da, Müdafaa-i Hukuk grubu yerine Felah-ı Vatan grubu kurulmuş, Misak-ı Milli ilkeleri ise topluca saptanmış ve yazılmış, fakat M. Kemal Paşa’nın başkan olmasından ise söz eden bile olmamıştır. Atatürk bu durumu Nutuk’ta çok acı ifadelerle anlatmaktadır. (Nutuk-I, sy,479-485) Kazım (Karabekir) Paşa’nın DurumuKazım Paşa’ya gelince, delege heyetinin seçileceği günlere gelinceye kadar Milli Mücadele içinde M. Kemal Paşa’nın aldığı çok sayıda kararda farklı görüşleri olduğundan bu konuda güven duyulmamasını doğal karşılamak gerekir. Ayrıca hem Rauf Bey’in hem de Kazım Paşa’nın, M. Kemal Paşa’nın reformcu yapısından daima kuşku duyduklarını da unutmamak gerekir. İsmet Paşa “Hatıralarında” Karabekir Paşa’nın öteden beri Atatürk’ten çekindiğini ve sevmediğini, bu duygunun tek taraflı olmadığını, ikisinin de birbirlerini sevmediklerine yer vermektedir. (İnönü, sy.169) Sonuçta, Dışişleri Bakanı İsmet Paşa (heyet başkanı Baş Delege), Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur (Delege) ve Maliye Bakanı Hasan (Saka) (Delege), beraberinde, 4 danışman, 8 dışişleri sekreteri, subay, 3 basın danışmanı (gazeteci) olmak üzere, toplam 40 kişilik heyet beraberinde 7 asker de koruma ve kurye için belirlenmiştir. (Ek-2 ) Heyet Başkanı seçiminden sonra, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey (Tengirşek) görevinden ayrılmış yerine seçilen İsmet Paşa ordudaki görevinden ayrılarak bir veda mesajı yayınlamıştır. Heyet, hükümet tarafından hazırlanan, Misak-ı Milli’nin biraz genişletilmiş biçimi gibi görünen ve 14 maddeden oluşan talimatı alarak (Ek-3), 9.Kasım günü yola çıkmıştır. 1.6. İsmet Paşa’yı Lozan’da Bekleyen Kötü Sürprizİsmet Paşa başkanlığındaki heyet 9.Kasım.1922 günü İstanbul’dan trenle hareket etmiş, 12.Kasım akşamı Lozan’a varmıştır. Ancak, Türk Heyetinin hazırlıkları sırasında 6.Kasım.1922 günü,Lord Curzon, Fransa’daki büyükelçisine gönderdiği telgrafla (İngiltere’de genel seçimlerin yaklaştığını bahane ederek, gerçekte ise konferansta Türklere karşı birleşik bir cephe hazırlamak için) Fransa ve İtalya ile temasa geçilerek toplantının Kasım ayı sonuna ertelenmesini istemiştir. Oysa Türk ordusunun sabırsızlandığı intibaını edinen Poincare (Fransa), anlaşmış devletlerin yeni olupbittiler karşısında kalmaması için konferansın bir an önce toplanmasından yanadır. Poincare konferansın önceden belirlenmiş olan 13 Kasımda açılması için son ana kadar direnmiş ancak, 13 Kasımda hiçbir İngiliz’in Lozan’da olamayacağını ve İngiltere’ siz bu toplantının yapılamayacağını anlayınca İngiliz baskısına boyun eğerek toplantının bir hafta ertelenmesine razı olmuştur.Bu gelişmeler Türk Heyeti yolda iken sonuçlanmış, tren İsviçre sınırına yaklaşırken 12.Kasım günü Poincare tarafından Türkiye’nin Paris diplomatik temsilcisi Ahmet Ferit (Tek)’e iletilmesi istenerek İsmet Paşa Paris’e davet edilmiştir. Ancak erteleme haberinin yoldaki İsmet Paşa’ya ulaştırılması mümkün değildir! Anlaşmış Devletler önceden verdikleri sözü tutmayarak, diplomatik nezaket kuralını çiğnemişlerdir. Bu durum uygun sözlerle Lozan’a ayak basan İsmet Paşa tarafından Anlaşmış Devletlere bir nota ile bildirilmiştir. 13 Kasım günü Curzon ve Poincare özür anlamında telgrafla toplantının 20 Kasıma ertelendiğini bildirmişlerdir. 1.7 İsmet Paşa Paris’teİsmet Paşa, Ankara’nın Paris temsilcisi Ferit (Tek) ile uzun süre görüştükten sonra Paris’e Poincare ile görüşmeye karar vermiştir. Bu kararın gazetelerde yayınlanması üzerine Curzon telaşlanmış, Paris büyükelçisine gönderdiği telgraf ile İsmet Paşa Paris’e gelirse hiçbir yetkilinin onu kabul etmemesini, Türklere karşı tek cephe oluşturulması isteğini Poincare’ye iletmesini bildirmiştir.Bu ültimatoma rağmen, 15 Kasım sabahı Paris’e gelen ve Büyük Zaferden ve Osmanlı Hariciyesinin kaldırılmasından sonra Ankara Hükümeti Temsilcisi Ahmet Ferit (Tek)’e teslim edilen binaya yerleşen İsmet Paşa’yı sabah saatlerinde Franklin Bouillon ziyarete gelmiştir. TBMM Hükümeti ile Fransa arasında Ankara Anlaşmasını imzalamış olan Franklin Bouillon, Kurtuluş Savaşı’nda Türk-Fransız yakınlaşmasının mimarıdır. Büyük Zafer’den sonra da arabuluculuk göreviyle İzmir’e gönderilmiş, M. Kemal Paşa ve İsmet Paşa’yı yakından tanımış, onlarla dostluk kurmuştur. Aynı gün Fransa Başbakanı Poincare ile görüşen İsmet Paşa, Türkiye’nin üzerinde en çok durduğu ve Avrupalıların da aynı fikirde olduğunu sandığı mali kapitülasyonların kaldırılması zorluğundan daha önce adli kapitülasyonun geldiğini anlamış, Fransa’nın barış antlaşmasında samimi olduğu izlenimini edinmiştir. Aynı akşam Franklin Bouillon tarafından düzenlenen yemekte, her konu hallolsa da yalnız kapitülasyon sorunu askıda kalsa yine barış olamaz diyen İsmet Paşa’ya Bouillon’un tavsiyesi pek ilginçtir: “Mutlaka zaman kazanmalısınız. Çünkü sizi tanımıyorlar, Anadolu’yu bilmiyorlar, yaptığınız işi bir askeri ayaklanma gibi görüyorlar, hiçbir fikirleri yoktur, konferansta uğraşa uğraşa, yıprata yıprata bütün gerçekleri bunlara anlatmalısınız.” (İnönü, sy.326) 1.8. Fransa’yı Kazanma MücadelesiTürkiye ve İngiltere, Konferans öncesi son hafta içinde Fransa’yı kazanma üzerine oynamışlardır. İsmet Paşa’nın Paris’e geldiği gün İngiliz muhtırası da gelmiştir. İsmet Paşa’nın 17 Kasım akşamı Paris’ten Lozan’a hareketi ardından Curzon da 18 Kasım’da Paris’e gelerek Poincare üzerinde baskısını arttırmış, isteklerini İtalya temsilcisi Mussolini’ye kabul ettirmekte zorlanmamıştır. Böylece üç Anlaşmış Devlet tarafından konferansın sonuna kadar sürecek olan Türkiye’ye karşı birleşik cephe kurulmuştur. Görüşmelerin ardından ertesi gün yayınlanan gazetelerde Anlaşmış Devletlerin Türklerin karşısına sapasağlam bir cephe halinde çıkacakları büyük başlıklarla ilan edilmiştir.1.9. Paris’te Türkiye Cumhuriyeti Hariciyesinin Temeli Atılıyor20 Kasım 1922 ’de Osmanlı Saltanatı kaldırılmış, TBMM’de Osmanlı Devleti’nin 16 Mart 1920 tarihinde sona erdiği ilan edilmişti. Fakat Osmanlı Devleti’nin dış teşkilatını teslim almaya kimse gönderilmemişti. Devlet tarihe karışsa da Avrupa’da ve Amerika’da halâ Osmanlı Elçilikleri ve Konsolosluk binaları, demirbaş eşyaları, arşivleri v.s. vardır. İsmet Paşa kestirme bir kararla bir düzineye yakın eski Osmanlı temsilciliklerini geçici olarak Paris Temsilcisi Ferit Bey’e (Tek) bağlamıştır. Temsilciliklerin Paris Temsilciliğine bağlanması, Ankara Hükümetine bağlanması demektir. Böylece Osmanlı dış işleri teşkilatı teslim alınmıştır. Bu görevlendirme genelgesi, o temsilciliklerdeki üst düzey görevliler atlanarak ikinci ya da üçüncü sıradaki memurların adlarına gönderilmiştir. Osmanlı temsilcilikleri bu gençler aracılılığıyla teslim alınmıştır. Lozan’a giden heyetteki sekreterlerin çoğu Dışişleri Bakanlığı gençlerinden seçilmiştir. Bakanlıkta kalmış olanlarla birlikte hepsi dokuz aya yakın gece gündüz tatilsiz Lozan’la sıkı bir diplomasi stajından geçmişler ve sonraki yıllarda genç Türkiye Cumhuriyeti’nin “Lozan Ekolü” olarak anılan üst düzey dışişleri kadrolarını oluşturmuşlardır. (Şimşir, sy.14) 1.10. Sıra Dışı Uluslararası Bir KonferansLozan birçok bakımdan sıra dışı bir konferanstır. Sekiz ay gibi uzun süren bu konferansta İsmet Paşa konferans gündeminde olmayan değişik sorunla da meşgul olmak zorunda kalmıştır. Sadece bir savaşın sonunda ortaya çıkan durumlarla değil, kendisinin hatta dedelerinin doğmadan önce ortaya çıkan sorunlarla boğuşmak, yüzlerce yılın hesabını vermek zorunda kalmış, bu arada Ermeni suikastçılar<ın tehdidi altında “kelle koltukta” çalışmıştır.Konferans telgraflarla yürütülmüştür. “Eastern” hattı Akdeniz üzerinden Türkiye’ye gelen ve İngiltere’nin denetiminde olan bir hattır. Romanya ve Köstence üzerinden gelen daha az kullanılmış olan “Köstence” hattı ise Fransızların denetimindedir. Lozan ile Ankara arasında 1600 civarında telgraf gidip gelmiştir. Bir bu kadar da Lozan ile Londra arasında yazışma yapılmıştır. Yapılan bir incelemede konferansın sonlarına doğru Ankara’dan çekilen bazı şifre telgrafların İngilizler tarafından İstanbul’da açılmış olduğu anlaşılmaktadır. (Şimşir, sy. 24) 2.BÖLÜM: LOZAN BARIŞ KONFERANSI BAŞLIYORLozan Konferansı 20 Kasım 1922 günü İsviçre Konfederasyonu Başkanı M. Haab’ın açış konuşmasıyla başlamıştır. 24 Temmuz 1923 günü yapılan imza töreni ile sona eren konferans, Lord Curzon’un oldubittisini İsmet Paşa’nın imzalamamasıyla 4 Şubat 1923 te kesintiye uğramış, 23 Nisan 1923 te tekrar başlayan görüşmeler barışın imzalanmasıyla sona ermiştir.İlk dönemin İngiltere delegesi Lord Curzon, konferansın açılış gününden son gününe kadar Türkiye’ye “I. Dünya Savaşından yenik çıkan ülke” uygulaması yapmış, buna karşılık İsmet Paşa da, İngiltere’nin savaşa sürüklediği Yunanistan ordusunu yok eden ve zafere ulaşan bir ülkeyi temsil ettiğini her fırsatta ortaya koymuştur. Yunan baş delegesi Venizelos ise, kaybettiği savaşa batı Anadolu’nun kendilerine verileceği vaadiyle İngilizlerin isteği üstüne İngiltere ile müttefik olarak girdiklerini, dolayısıyla savaşı birlikte kaybettiklerinde ısrar etmektedir. (İnönü, İstiklal Savaşı ve Lozan sy.16- 4) 2.1 İsmet Paşa’nın Konferansta İzlediği Genel Taktikİsmet Paşa, Lozan’la ilgili anılarını anlattığı kitap ve konferanslarda işin başında pek amatör bir siyasetçi olduğunu sık sık ve açıklıkla dile getirmiştir.Başlangıçta izlediği siyaset, önce diğer devletlerin sorunlarını makul ölçüde hallettikten sonra İngilizlerle mücadele etmek olduğudur. Fakat konferans ilerledikçe tüm devletlerin Osmanlı İmparatorluğu ile olan kendi davalarını Türkiye’ye kabul ettirmek için uğraştıklarını, her birini memnun etmek için bütün Türkiye’yi vermenin kâfi gelmeyeceğini tespit etmiştir. Bu düşünceye vardıktan sonra barışa ulaşmak için önce İngilizlerle anlaşabilmek, bundan sonra diğer devletlerle olan tartışmalardan dolayı müzakerelerin kesilmesi olasılığının daha düşük olacağı sonucuna vararak izleyeceği yolu belirlemiştir. (İnönü, sy.343) Buna karşılık Curzon’un izlediği taktik ise, İsmet Paşa İngiliz isteklerinden neyi reddederse, o tartışmayı koparmadan başka oturuma bırakmak, ardından anlaşmış devletlerin irili ufaklı ne sorunu varsa o sorunun en hararetli davacısı ve destekçisi olmak, yeni oturumda diğer devletleri arkasına alarak isteğini tekrar dayatmak olmuştur. (İstiklal Savaşı ve Lozan sy. 16-24) 2.2. Konferansta Kurulan Komisyonlar ve İşleyişiİngiltere delegesi ve konferansı yönlendiren Lord Curzon, Fransa ve İtalya ile önceden kesin birlik sağladığından her konuyu kendi isteğine göre kararlaştırmıştır.Konular üç ana komisyona taksim edilmiştir. Birinci Komisyon “sınırlar, uyruklar, azınlıklar, Boğazların rejimi, askeri işler”, İkinci Komisyon “Türkiye’de yabancılara uygulanacak rejim (yargı yetkisi, ayrıcalıklar v.b.), Üçüncü Komisyon ekonomik ve parasal işler (Osmanlı borçları) ile görevlendirilmiştir. Tüm komisyonların başkanlığının üç Anlaşmış Devlet delegeleri tarafından yürütülecektir. İsmet Paşa’nın komisyonlardan birinin başkanlığına ve Genel Sekreter yardımcılıklarından birine bir Türkün getirilmesi, Türk tarafının iki yerine üç delege ile temsil edilmesi gibi talepleri Curzon tarafından geçiştirilerek kabul edilmemiştir. (Şimşir, sy.159) 2 .3. Lozan’da İmzalanan BelgelerLozan’da, Türkiye ile İngiliz, Fransız, İtalyan, Japon, Yunan, Romen ve Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) delegeleri arasında sekiz ay süren diplomatik müzakereler ve boğuşmalar sonunda 24.Temmuz.1923 günü aşağıdaki belgeler imzalanmıştır:
2002 yılından bu yana belirli televizyon kanallarında ve bazı kalemşörler tarafından “2023’te Lozan sona erecek” şeklindeki yalan haber yapanların dayanağı bu olsa gerektir! 2.4. Polonya ve ABD AntlaşmalarıYukarıda belirtilen Barış Antlaşması ve eklerinin dışında Lozan’da, Polonya ve ABD ile iki ayrı antlaşma daha imzalanmıştır. Polonya ile yapılan Dostluk Antlaşması 23.Temmuz.1923 günü, ABD ile yapılan Dostluk ve Ticaret Antlaşması 6.Ağustos.19 3 günü imzalanmıştır.Gerek Polonya gerekse ABD ile imzalanan bu belgeler, iki taraflı antlaşmalardır. Bu antlaşmalar iki devlet arasında doğal ilişkiler kurulmasını temin edecek belgelerdir. Lozan’da imzalanmış olmaları dolayısıyla Lozan Barış Antlaşması ile karıştırılmaması gerekir. I. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı-ABD siyasi ilişkileri bulunmaktaydı. Savaş döneminde 6 Nisan 1917 de ABD Almanya’ya savaş ilan etmiştir. Osmanlı ise Almanya’nın müttefikidir. Bu nedenle Osmanlı 20 Nisan 1917 de bir nota vererek diplomatik ilişkiyi kesmiş, Büyükelçilikler karşılıklı olarak kapatılmıştır. Osmanlı ile ABD birbirlerine hukuken savaş açmamış, siyasi ilişkiler kesilmiştir. Lozan’daki görüşmeler ilişkilerin yeniden başlatılması işidir. ABD delegeleri tarafından talep edilerek, İsmet Paşa’nın Hükümetten izin almak suretiyle; “Devletler Hukuku İlkelerine ve Karşılıklı Olma Kuralları Uyarınca Siyasi Konsolosluk ve Ticaret İlişkileri Kurulmasına” ayrıca,“Suçluların Geri Verilmesine” dair ABD ile Türkiye arasında iki antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşmalar Amerika’daki Ermeni lobisinin çok şiddetli ve sürekli muhalefeti ile karşılanmış, basın savaşlarına yol açmış sonunda ABD Senatosunda 19.Ocak.1927 günü yapılan oylamada altı oy farkla reddedilmiş ve yürürlüğe girmemiştir. İki devlet arasında ikili anlaşmalar daha sonra yapılmıştır. 2..5. A.B.D. nin Konferanstaki DurumuLozan Konferansı görüşmelerinin başladığı ilk oturum sonunda ABD delegesi M. Child Amerikan Temsilci Heyeti adına bir açıklama yaparak, müzakerelere katılacaklarını fakat oylamaya katılmayacaklarını ve herhangi bir raporu imzalamayacaklarını açıklamıştır. Bu açıklama tutanaklara şöyle geçmiştir:“Amerika Birleşik Devletleri Temsilcileri, genel oturumlarda komisyonların ve alt komisyonların oturumlarında hazır bulunmak ve öteki Temsilcilerle aynı eşitlik düzeyinde görüşünü söylemek hakkı olan Temsilcilerin durumundadırlar. Amerikan Temsilci Heyeti, ne oy kullanmak hakkı, ne başkanlık, ne bir başka konuya ilişkin herhangi bir görev yüklenmek, herhangi bir anlaşmaya ya da bir rapora imza koymak istemektedir.” (Şimşir, sy.155) (Her oturuma katılacaksın, görüşünü söyleyeceksin ama herhangi bir yere imzanı koymayacaksın! Akla gelen soru; o halde bu konferansta ne işin var olmaktadır.) ABD’nin bu davranışı, kendilerini diğer Avrupa devletlerinin dışında ve üstünde görmek, kendi menfaatlerine bir engelleme yapılmasına izin vermemek, fakat her şeyden haberdar olmayı sağlamak şeklinde yorumlanabilir. ABD heyeti konferans boyunca bütün oturumlara katılmış, barış yapılmasını desteklemiş, fakat kapitülasyonlardan yarar sağlayan devletlerin yüz yıllardır izledikleri politikalarını engellemek bir yana desteklemişlerdir. Ne zaman kapitülasyon ve ekonomik imtiyazdan konu açılsa, Amerikalının bulunduğu her yere donanmaları ile gitmek hakkını koruduklarını söylemişlerdir. (İnönü, sy.416) 3. BÖLÜM: ANTLAŞMA KONULARILozan’ın önemi, tarihe intikal eden Osmanlı Devletinin yerine kurulan yeni Türk Devletinin sınırlarının ve haklarının kabul edilmesi, yeni devletin diğer devletlerce tanınmasıdır. Atatürk bu tanınmanın kabulünden üç ay sonra Cumhuriyeti ilan etmiştir. Türkiye’nin önünde çok sayıda ve aşılması pek zor konular vardır. Ülke bitik durumdadır. Halk eğitimsiz, sağlıksız, parasızdır, sanayi yoktur, güvenlik sorunları çoktur. Bu nedenle Türkiye’nin barışa ihtiyacı diğer tüm devletlerden fazladır.Barış Antlaşması imzalandıktan sonra TBMM’de bazı milletvekilleri tarafından bazı konular (başta Hatay ve Musul) şiddetli biçimde eleştirilmiştir. Ancak, konuların aslı bilindikten, o günkü Türkiye’nin gücü, yeteneği, imkânları akıl terazisine oturtulduktan sonra birçok eleştirinin hayalci olduğu anlaşılacaktır. Genel olarak belirtmek gerekirse, Lozan’da belirlenen sınırlar, Türkiye’nin Bağımsızlık Savaşı ile elde ettiği sınırlardır. Lozan’da, Osmanlı Devleti zamanında kaybedilmiş toprak ve adalar (Gökçeada ve Bozcaada dışında) Türkiye’ye verilmemiş, Türkiye’nin elinde bulunan (sorunlu Musul dışında) toprak ve adalar Türkiye’den alınmamıştır. Lozan Barış Konferansında ele alınan konuların mücadeleleri, kapalı açık diplomasi oyunları ve konferansın ayrıntılarını içeren çok sayıda kitap ve araştırmalar bulunmaktadır. Merak edenlerin bu kaynaklara ulaşmaları kolaydır. Bu nedenle bu kısa çalışmada ana konular ve günümüzü ilgilendiren anlaşma ve anlaşmama konularına değinilecektir. 3.1. Doğu Trakya (bugünkü) SınırıI. Balkan Savaşı Osmanlı ordusunun hezimeti ile sona erince, Londra Antlaşması (30 Mayıs 1913) ile Osmanlı Trakya’daki Enez-Midye hattının batısını, yani Edirne ve Kırklareli’ni terk etmiştir. Edirne’ye II. Balkan Savaşı esnasında girilebilmiştir.Bugünkü Trakya sınırımız Lozan’dan önce Mudanya ateşkesinde Meriç nehri sınırı olarak belirlenmiş, Meriç’in karşı tarafında bulunan Karaağaç Mahallesi de taahhüt edilmişti. Buna rağmen Yunanistan’ın çeşitli itirazından sonra Karaağaç, Türkiye’nin Yunanistan’dan istediği savaş tazminatına karşılık Lozan’da Türkiye’ye bırakılmıştır. Meriç nehrinin batısında kalan topraklar ise Osmanlı döneminde kaybedilmiş ve Bulgaristan’la 9 Eylül 1913’te, Yunanistan’la 14 Kasım 1913’te yapılan antlaşmalarla terkedilmişti. 3.2. Batı Trakya KonusuBatı Trakya, bugünkü sınırımızın dışındadır. Doğusunda Meriç, batısında Mesta Karasu nehirleri, kuzeyinde Bulgaristan, güneyinde Ege Denizi olan 3.000 kilometre kare olan küçük bir alandır. (Aydemir, sy.229) (Bu alan I. Balkan savaşında Bulgarların, II. Balkan savaşında ise Yunanistan’ın eline geçmiştir. Misak-ı Milli kararında burada plebisit istenmektedir. Ancak, M. Kemal Paşa’nın yazıp İstanbul’a toplantıya giden milletvekillerine verdiği taslakta Batı Trakya, Osmanlı tarafından elden çıkarılmış olduğu için yer almamaktadır. Batı Trakya’da yaşayan Türkler ile İstanbul’da yaşayan Rumlar mübadele dışında bırakılmış ve “azınlık” sayılarak Lozan’da bazı haklar verilmiştir.3.3. Azınlıkların Korunması SorunuLozan’a giderken İsmet Paşa’ya verilen hükümet talimatında Rum halk kastedilerek “Azınlıklar için esas olan mübadeledir” denilmiştir. Oysa Lozan’da azınlıklarla ilgili alt komisyonda, din, dil ve ırk ayırımlarından yararlanarak Türkiye’nin nüfus bakımından paramparça hale getirilmesi istemi ile karşılaşılmıştır. Irk tabiri ile Abaza, Çerkez, Boşnak, Kürt, Polonez, Süryani v.s. ,Dil tabiri ile Müslüman olup başka dilleri kullananlar ile Yakubiler, Aramiler, Keldaniler, Nesturiler, Asuriler, Araplar, Çingeneler, Din tabiri ile gerçek Türk olan Aleviler azınlık Statüsüne alınmak istenmiştir. Bu konuda çok çetin mücadele verilmiş, zaman zaman konferansın kesintiye uğraması ile karşılaşılmıştır. İngiltere, Türkiye Müslümanları arasında dil ve ırk ayırımı yaparak, özellikle Kürtleri ayrı tutmak, onları azınlık statüsüne sokmak için çalışmıştır.Sonuçta, antlaşma metninde, Türkiye’nin ısrarla savunduğu ve Misakı Milli doğrultusunda, “Müslüman olmayan azınlıklar” (Rum, Ermeni ve Yahudiler) kabul edilmiştir. Bu kabul çerçevesinde 1923-1928 yılları arasında “Nüfus Mübadelesi” yapılmıştır: Mondros Ateşkesi (30.10.1918) tarihinden önce İstanbul’da bulunan Rumlar “yerleşik” sayılarak, Anadolu’nun diğer yerlerinde yaşayan Rumlar Yunanistan’a; Batı Trakya’da yaşayan Türkler dışında Yunanistan’da yaşayan Türkler de Türkiye’ye göç ettirilmiştir. “Büyük Mübadele” olarak anılan bu nüfus değişiminde Türkiye’den Yunanistan’a 1,1 - 1, milyon Rum, Yunanistan’dan Türkiye’ye 450-500 bin Türk gelmiştir. (Güler, sy.216) Lozan Antlaşmasından üç yıl sonra 19 6’da Türkiye Cumhuriyeti’nin Medeni Kanunu kabulünden sonra zaten Lozan’da verilen bazı azınlık hakları otomatik olarak ortadan kalkmıştır. Yahudiler 15 Eylül 19 5, Ermeniler 17 Ekim 1922 5 ve Rumlar 7 Kasım 19 5 tarihlerinde yaptıkları başvurularla “aile hukuku” ve “kişi hukuku” açısından farklı bir işleme tâbi olmak istemediklerini belirtmişlerdir. (Güler, sy. 233) 3.4. Boğazlar SorunuLozan konferansı döneminde İstanbul’un ve Boğazların Anlaşmış Devletlerce işgal altında bulunması İngilizler tarafından önemli bir baskı aracı olarak kullanılmıştır. Konferansta İngilizlerin en önem verdikleri iki konudan biri Musul, diğeri ise Boğazlar sorunudur. İstanbul ve Çanakkale boğazları sorununda üç ana aktör vardır: a) Anlaşmış devletlerin başını çeken İngiltere; barış zamanında gece gündüz savaş gemilerinin geçişi için tam serbestlik, Karadeniz’de bulunan en kuvvetli donanma kadar bir donanmayı Karadeniz’e geçirmek ve boğazların her türlü askeri savunma düzeninden uzak tutulmasını istemektedir. b) Sovyet Rusya’nın isteği; boğazların savaş gemi ve uçaklarına kapalı olmasıdır. c) Türkiye ise; İstanbul ve Marmara ile batı bölgemizin askeri ve siyasi emniyeti bakımından tedbirler alma yetkisini, Boğazlardan geçişin serbest olmasını, savaş zamanında Türkiye’nin savaşa dâhil olup olmamasına göre hareket yetkisi istemektedir.Lozan Antlaşması ile Anlaşmış Devletler tarafından işgal altında tutulan Boğazlar ve İstanbul Türkiye’ye geri verilmiş, boğazlar asker ve silahtan arındırılmış, Boğaziçi’nin iki yakasında askerden arındırılmış bölgede Türkiye 12 bin asker bulundurma yetkisi elde etmiştir. Asker ve silahtan arındırılan bölgede herhangi bir tehlike durumunda Türkiye’nin güvenliği Milletler Cemiyeti tarafından garanti altına alınması kararlaştırılmıştır. Geçişleri kontrol etmekle yetkili, başkanlığı Türklere verilen bir uluslararası “Boğazlar Komisyonu” kurulmuştur. Montrö (Boğazlar) Antlaşması Türkiye’nin isteklerine uymayan bu kararları Türkiye, egemenlik haklarını ve güvenliğini tehlikeye atma ihtimali nedeniyle lehine değiştirme girişimlerine başlamıştır. Buna yol açan Türkiye’nin kaygıları olduğu kadar, kabul edilen düzenin 1929’dan itibaren bazı devletler tarafından ihlal edilmesidir. Örneğin 34 İtalyan deniz uçağı Boğazlar, Marmara ve İzmit Yarımadası üzerinden uçarak Karadeniz’e geçmiştir. Bu durum antlaşma hükümlerine aykırı olmak yanında, Rusya’nın dengesini de etkileyen durumdu. (Güler, sy.154) 1933-1936 yılları arasında ortaya çıkan her fırsatı kullanan Türkiye, sorunu devamlı olarak gündemde tutmuştur. Nihayet Türkiye, Lozan’da imza koyan devletleri, “şartlar değişmiştir” ilkesine dayanan bir nota ile Montrö’de görüşmeye davet etmiştir. Yapılan görüşmeler sonunda “Montrö Sözleşmesi” 20 Temmuz 1936 günü törenle imzalanmıştır. Bu sözleşme ile Türkiye’nin egemenliğine sınırlama anlamına gelen “Uluslararası Boğazlar Komisyonu” kaldırılmış, yetkisi Türkiye’ye devredilmiş, Boğazların ve Marmara’nın güvenliği Türkiye’nin egemenliğine bırakılmıştır. 3.5. Adalar SorunuEge Adaları konusunda Hükümet tarafından İsmet Paşa’ya verilen talimat, gereken duruma göre uygulama yapılması, sahillerimize pek yakın olan meskûn veya meskûn olmayan adaların mutlaka alınması, başarılmadığı takdirde Ankara’dan sorulması şeklindedir. Konu edilen adaların tamamı Osmanlı döneminde kaybedilmiştir. Bozgunla sonuçlanan I. Balkan Savaşı sonunda kaybedilen Avrupa’daki toprakların yanı sıra, donanmanın Haliç’te çürütülmesi yüzünden Yunanistan 22 . Ekim’de Limni’yi, 31.Ekim’de İmroz’u (Gökçeada) ve Taşoz’u, 4.Kasım’da Sakız’ı, 7. Kasım’da Bozcaada’yı ve 17.Aralık’ta Midilli’yi aldı.I. Balkan Savaşı sonunda 30 Mayıs 1913 te yapılan Londra Antlaşması ile Osmanlı, Yunanistan’ın eline geçen Ege Adaları için verilecek kararı “Büyük Devletler” e bırakmıştır. “Büyük Devletler” 14 Şubat 1914 te Osmanlı’ya verdikleri bir nota ile Yunan işgalindeki İmroz (Gökçeada), Bozcaada ve Meis dışındaki bütün adaları askersiz duruma getirmek şartıyla Yunanistan’a vermiştir. Osmanlı’nın bu karardan hoşnut kalmaması nedeniyle sorun devam etmiştir. Midilli Adası: 1456 yılında Osmanlı, Midilli, Limni, İmroz (Gökçeada), Bozcaada ve Semendirek’i fethetmiş, verilen hediyeler karşılığında Midilli’den vazgeçmiştir. Ada yıllar içinde çok sayıda saldırıya uğramış, Balkan Savaşında Yunanistan tarafından işgal edilmiş, 30.05.1913 Londra Antlaşması ile Yunanistan’a bırakılmıştı. (Meydan-Larousse) Limni Adası: Mondros Ateşkesinin imzalandığı Limni Adasını 1456’da Osmanlı ele geçirmiştir. “Akdeniz Adaları Vilayetinin” Limni Sancağıdır. 1656’da bir yıl kadar Venediklilerin eline geçen adayı Osmanlı tekrar almıştır. Ada Balkan Savaşında (1912) Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, 1914 Atina Antlaşmasıyla Yunanistan’a bırakılmıştır. Gökçeada (İmroz): 1456’da Osmanlıya geçen ada Limni Sancağına bağlı olup Balkan Savaşı sonunda Yunanistan’a geçmiştir. Çanakkale Boğazının güvenliği nedeniyle Lozan’da Türkiye’ye bırakılmıştır. Bozcaada: 1456’da Osmanlıya geçen ada zaman içinde el değiştirdikten sonra Lozan’da Çanakkale Boğazının güvenliği nedeniyle Türkiye’ye bırakılmıştır. Semendirek Adası: 1456’da Osmanlının aldığı ada zaman içinde el değiştirdikten sonra, Balkan Savaşı sonunda Yunanistan’a verilmiştir. Sisam Adası: 1479’da Osmanlı tarafından fethedilen ada 1771’de Ruslara, Balkan Savaşına son veren 30.05.1913 Londra Antlaşması ile Yunanistan’a geçmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından işgal edilen ada savaş sonrası tekrar Yunanistan’a geçmiştir. Oniki Ada: Datça Yarımadasına çok yakın bulunan, aslında 30’a yakın ada ve adacıktan oluşan en büyüğü Rodos olan bu adalar grubu 1512 yılında Osmanlının eline geçmiştir. Oniki ada ismi Osmanlı döneminden gelmekte olup o tarihteki idari yapılanmaya göre bir vali ile yönetilmekte idi. Tarihteki önemi Anadolu’ya denizden yapılan çıkarmaların en çok bu bölgeden yapılmasıdır. Trablusgarp Savaşında (1912 ) İtalyanların eline geçmiş, I. Dünya Savaşında İtalya bu adaların kendine ait olduğunu müttefiklerine kabul ettirmiştir. Lozan’da İtalya’ya ait olduğu teyit edilmiştir. Sakız Adası: 1566’da Osmanlıların eline geçen ada, Balkan Savaşı sonrası 1913’te Yunanistan’a geçmiştir. Lozan Antlaşması ile adadaki Türkler ile Anadolu’daki Rumlar mübadele edilmiştir. Meis Adası: Osmanlı egemenliğinden, Trablusgarp Savaşı sonrası 13.Mayıs.1912 ’de İtalya’nın eline geçen ada 1915’te Fransızların işgalinden tekrar İtalyanlara geçmiştir. Kaş’a yaklaşık 2 kilometre uzaklıktaki ada, Lozan’da Türkiye’nin ısrarlı isteklerine rağmen İtalyanlar tarafından verilmemiş, Türkiye’ye karşı üs olarak kullanılmayacağı taahhüt edilmiş, 1944’te İtalya tarafından Yunanistan’a devredilmiştir. Görüldüğü üzere Bağımsızlık Savaşı öncesi Osmanlı döneminde kaybedilmiş tüm adalardan Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları Lozan’da Türkiye’ye bırakılmış, Yunanistan’da kalan adalar ise Türkiye’nin güvenliği nedeniyle askerden arındırılmıştır. 3.6. Suriye (Fransa) Sınırı ve HatayI. Dünya Savaşı sonrası Suriye Fransızların manda rejiminde olduğu için sınır komşumuz Fransa’dır. Bu sınır için 20 Ekim 1921’de Ankara’da yapılan Türk-Fransız Ön Barış Antlaşması Lozan’da doğrulanmıştır. Osmanlı döneminde “İskenderun Sancağı” olarak anılan bölgeye 1936’da Atatürk tarafından “Hatay” adı verilmiştir. Mondros Ateşkes metninde “Mezopotamya, Kilikya” gibi eski coğrafi deyimlerin belirsizliğinden yararlanan Anlaşmış Devletler, ateşkes sınırını devamlı olarak kuzeye doğru genişletmeleri sonunda bölge Fransızların eline geçmişti. “Bu benim şahsi meselemdir” diyen Atatürk’ün izlediği ince politika sonunda kırk asırlık Hatay toprakları 7 Temmuz 1939 günü Türkiye topraklarına katılmıştır.3.7. Kapitülasyonlar SorunuLozan’a giden heyete Hükümet tarafından verilen talimat, kapitülasyonların kesinlikle kaldırılması şeklindedir. Gerekirse konferansın kesilmesi göze alınacaktır. Bu konu Anlaşmış Devletler ile şiddetli tartışmalara konu olmuştur. Adli kapitülasyonlar üzerinde mali olanlardan daha çok duran bu devletlerin isteği; hukuk müşavirlerinin İstanbul ve İzmir’de hâkim gibi görev yaparak bir yabancı hakkında herhangi bir işlem yapılacağı zaman onların izninin alınmasıdır.Sonunda (Türk Hükümetinin adli reformlara girişmeye gerçekten kararlı olduğu anlaşılarak) Türk Heyetinin isteği doğrultusunda kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Antlaşma yürürlüğe girdikten sonra dört uzman (İsveç, İsviçre, İspanya ve Hollanda’dan) Hükümet tarafından Türkiye’de beş yıl danışman olarak görevlendirilmiştir. Bu dönemde birçok adli reform yapılmış, Medeni Kanun yürürlüğe girmiştir. Bu çalışmalara yabancı uzmanlar hiçbir zaman dâhil edilmemiştir. Görevlerinin sonunda kendilerinden rapor istenmiş, dördü de Türk mahkemelerinin medeni ülkelerde olduğu gibi çalıştığına dair rapor vermişlerdir. (İnönü, sy.404) 3.8. Mali SorunlarOsmanlı Borçları (Düyunu Umumiye) Lozan Konferansının en çetin tartışmalarından biridir. Osmanlı son döneminde her yıl 7 milyon altından fazla borç ödemektedir. İlk borçlanma 1854’te yapılmıştı. Yirmi yıl içinde 1874’e kadar 32 kuruşluk bir borç için 100 kuruşluk kupon verilmiştir. Devlet 70 yıl içinde 220 milyon lira borç para almış, 170 milyon lira geri ödeme yapmış geride 140 milyon lira borcu kalmıştır. Borç verenler kalan borcu Türkiye’nin altın karşılığı ödemesini istemektedir.Sonuçta bu konuda hiçbir taahhüt altına girilmeden, Osmanlı borçlarının Türkiye’nin isteği doğrultusunda İmparatorluktan ayrılan yeni devletlere paylaştırılması kararlaştırılmıştır. Türkiye Osmanlı borçlarını yıllarca ödeyerek 1954’te bitirmiştir. 4. BÖLÜM: IRAK (İngiltere) SINIRI ve MUSUL SORUNUI. Dünya Savaşı sonunda Irak’ta manda rejimini kabul ettiren İngiltere sınır komşumuz olmuştur. Osmanlı döneminde bu geniş bölge Musul, Bağdat ve Basra olmak üzere üç vilayete ayrılmıştır. Musul Vilayeti; Musul, Süleymaniye ve Kerkük sancaklarından oluşmaktadır. Bağdat ve Basra bölgeleri ise Irak’ı oluşturmaktadır. Güney doğu Anadolu coğrafyasını ve iklimini taşıyan ve “Elcezire” olarak anılan Musul ise Osmanlının bir vilayeti durumundadır. Musul bölgesi sahip olduğu zengin petrol kaynakları nedeniyle 19. Yüzyılın sonlarında Batılı devletlerin ilgi odağı olmuştur. Bu devletlerin kendi aralarında yaptığı Osmanlıyı paylaşım anlaşmalarında İngiltere’nin Musul’u kendi nüfuz alanına verilmesinde diğer devletleri ikna ettiği ortaya çıkmaktadır. Irak’la manda rejimi konusunda anlaşan İngilizler, Lozan süresince Musul’u Irak’ın parçası gibi ileri sürmüş, Lozan sonrası Milletler Cemiyeti’ne de kabul ettirmişlerdir.(30.Ekim.1918 Mondros Ateşkesi imzalandığı esnada Türk birliklerinin kontrolünde olan Musul şehri, ateşkes hükümlerine aykırı olarak 5 Kasım’dan başlayarak 15 Kasım 1918’de İngilizlerce işgal edilmiştir. Bu işgali meşru göstermek için de İngiliz birlik komutanına ateşkes hükmünün ulaşmadığı yalanı kullanılmıştır. Mondros Ateşkesinden bir gün önce İngilizlerin hava saldırıları sonucunda Osmanlı ordusu 13.000 esir vermiş, 50 top kaybetmiştir. 31.Ekim günü Dicle Grubu bütün toplarını, tüfeklerini ve 7.000 askerini kaybetmiştir. Bu durum üzerine 1.Kasım günü İngiliz ordu komutanı Marshall, 6.ordu komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa’dan Musul’un teslim edilmesini istemiştir. Bu istek Sadrazam İzzet Paşa’ya iletilmiş, 2 Kasımda gelen cevapta “…Fiili bir saldırıda bulunmalarına kadar durunuz. Gerçekten saldırıya geçerlerse savaşmadan Musul’un kuzeyine çekilin.” denilmiştir! Marshall 7. Maddeyi bahane ederek “Türklerin baskısı sonucu Ermenilerin şehri terk etmeye başladıklarını” iddia ederek 7 Kasımda Musul’un boşaltılmasını aksi halde dökülecek kanın Türk ordusuna ait olacağını bildirir. 9 Kasım günü Sadrazam İzzet Paşa, ALİ İhsan Paşa’ya Musul’un boşaltılması emrini gönderir. Böylece 15 Kasım günü Musul terk edilerek İngilizlere teslim edilir. Atatürk, 17.Ocak.1923 günü İzmit’te gazetecilere verdiği demeçte “..o tarihte Musul’un güneyinde bir ordumuz vardı. Fakat biraz sonra bir İngiliz kumandanı gelip İhsan Paşa’yı aldatarak oraya oturmuş.” demiştir.) Lozan’da Musul Lozan’da İsmet Paşa Türk tezini, tarihi, siyasi, coğrafi, etnik, ekonomik ve askeri bakımdan geniş şekilde açıklamış, Musul ve Süleymaniye halkının çoğunluğunun Türk olduğunu, Misak-ı Millîde öngörüldüğü şekilde bölgede plebisit (halk oylaması) yapılmasını teklif etmiş fakat Lord Curzon kabul etmemiştir. İsmet Paşa’nın tüm çabasına rağmen Türk tezinin kabul edilmemesi, konferansın kesintiye uğradığı dönemde, muhalif milletvekillerinin TBMM’de çok ağır eleştirilerine yol açmıştır. Bu konuda Atatürk’ün açıkladığı görüş, “Musul meselesini bugünden halledeceğiz, ordumuzu yürüteceğiz dersek, bu mümkündür. Kolaylıkla alabiliriz. Fakat Musul’u almamızı müteakip savaşın hemen son bulacağına kani olamayız” şeklindedir. Lozan’da “Musul” sorununda anlaşma olamamıştır. Lozan Antlaşmasının 3/2 maddesine göre, “Türkiye ile Irak arasındaki sınır, antlaşmanın yürürlüğe girişinden dokuz aylık bir süre içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir çözüm yoluyla belirlenecektir. Öngörülen süre içinde iki Hükümet arasında anlaşmaya varılmazsa, anlaşmazlık Milletler Cemiyeti Meclisi’ne götürülecektir”. Bu madde gereğince Türkiye ile İngiltere arasında Haliç’te başlatılan görüşme 5 Haziran 1924’te anlaşmazlıkla sonuçlanmıştır. Bu süreçte İngilizlerin tezi “sınır sorunu Musul Vilayeti değil, Türkiye-Irak sınırı sorunu” şeklindedir! Milletler Cemiyeti’ne taşınan bu sorun Cemiyetin 30 Ağustos 192 4 gündemine alınmıştır. Milletler Cemiyetinde Musul Başlı başına bir inceleme ve kitap konusu olan Cemiyet süreci, İngiltere’nin her tür kirli oyunlarına sahne olmuştur. O dönemde Türkiye Milletler Cemiyeti’nin üyesi değildir. Cemiyetin kurucularından İngiltere ise dönemin küresel gücüdür. Bu süreçte İngilizler Süleymaniye’yi bombalamış, bölgedeki Hristiyan Asuri kabilelerini silahlandırarak Türkiye’ye karşı harekete geçirmiş, Asurilerin yerleştirilmesi için Hakkâri Vilayetine ait 3.500 km karelik arazinin Irak’a verilmesini istemiş, aba altından Kürtlere özerklik verilmesi isteğini göstermiş, 13 Şubat 1925’te Doğu Anadolu’da başlayan Şeyh Sait ayaklanmasını örgütlemiştir. Musul Sorununda “Türkler ve Kürtler ırkî ve siyasi olarak ayrılmaz bütündür” şeklindeki Türk tezi, bu isyanla çürütülmeye çalışılmış, Türkiye’nin bütün enerjisini içe döndürmesine neden olmuştur. (Güler, sy.115) 1925 yılı başlarında Fransa’nın ve Sovyet Rusya’nın Ankara büyükelçileri aracılığıyla Türk Hükümeti’ni Musul’a askeri müdahaleye teşvik ettikleri görülmektedir. Fakat bir yıl sonra durum değişecektir! Milletler Cemiyeti görevli heyetinin pek tarafgir işlemlerinden sonra hazırladığı 16 Aralık 1925 tarihli nihai rapor tamamen İngilizleri kayıran bir rapordur. Türkiye’nin buna tepkisi ise, bir gün sonra 17 Aralık 1925 günü Sovyet Rusya ile “Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması” imzalamak olmuştur. Milletler Cemiyeti’nde istediğini alan İngiltere ise Türkiye’yi Sovyet Rusya’dan uzaklaştırmak peşindedir. Bu amaçla başbakanları tarafından “Türkiye’nin kaybının bir ölçüde telafi edilebileceği” ifade edilerek ikili görüşmelere başlanması teklif edilmiştir. Türkiye tarafından uygun bulunan görüşmelerin Ankara’da yapılmasında uzlaşılmıştır. 1926 Ankara Antlaşması Türkiye ile İngiltere arasındaki görüşmeler 22-2 25.Ocak.1926 günleri arasında yapılmış, fakat herhangi bir sonuç alınmamıştır. Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras) ile İngiltere’nin Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Büyükelçisi Ronald Charles Lindsay arasında 20 Nisan 1926’da başlayan ikinci görüşmede Türkiye Musul konusunda üç teklif ileri sürmüştür: 1- Sovyetler Birliği ile imzalanan, Fransa ile paraflanan “Dostluk ve Tarafsızlık, İyi Komşuluk” sözleşmelerinde yer alan “tarafsızlık” eylemini içeren bir anlaşmanın Türkiye ile İngiltere arasında yapılması, - 2 Musul’u içeren toprakların İngiltere yerine “kendi kendini tam olarak yönetebilen bir devlet olarak Irak’a devredilmesi”, 3- Irak petrolünden Türkiye’ye pay verilmesi. Türkiye’nin toprak talep etmekten tümüyle vazgeçiyor olmasını şaşkınlıkla karşılayan Lindsay, hükümetine “tam bir teslimiyet havasına giren Türkiye’nin bu durumundan yararlanarak, petrolle ilgili isteklerini Irak’ın ‘üretim ve işletme hakları devralınan petrol karşılığı’ gelirlerinden (royalty) belli bir pay vermek suretiyle karşılanmasını” önermiştir. “Teslimiyet havasının” nedenini ertesi gün anlayan Lindsay gönderdiği telgrafta, Sovyet Rusya’nın Ankara Büyükelçisi K. Suritz’in kendisine “Türk tarafına İngilizlerle bir uzlaşmaya varmalarını şiddetle tavsiye ettiğini açıkladığını” yazmıştır. Böylece “Milli Mücadele” döneminde Türkiye’ye destek veren Sovyet Rusya, Musul sorununda İngiltere’nin yanında olduğu mesajını vermiştir. Sovyet Rusya bu davranışıyla ekonomik sorunlarını aşabilmek, Batı’nın gözüne girebilmek için Türkiye’yi rahatlıkla gözden çıkarabileceğini göstermiştir. (Güler, sy.139) Ortaya çıkan bu gerçek Türkiye’nin Moskova desteğine güvenerek İngiltere ile bir savaşa atılmayarak çok doğru bir karar vermiş olduğunu, Atatürk’ün “Musul’u almamızı takiben savaşın hemen son bulacağına kani olamayız” düşüncesinde ne kadar öngörü sahibi olduğunu doğrulamıştır. Irak’ın Petrol Gelirlerinden Pay Alınması Gelişen bu şartlar Türkiye’nin İngiltere ile anlaşarak Irak’a ayrılan “royalty” gelirlerinden pay almanın tek çıkar yol olduğunu ortaya çıkarmıştır. Türkiye, İngiltere ve Irak arasında ‘1926 Ankara Antlaşması’ olarak bilinen “Türkiye – Irak Sınırı ve İyi Komşuluk İlişkileri Antlaşması” 5 Haziran 1926 günü Ankara’da Tevfik Rüştü (Aras) ile R. C. Lindsay ve Irak Krallığı adına Nuri Sait Paşa arasında imzalanmıştır. Böylece ‘Mondros Ateşkes’ inden itibaren 8 yıl süren Musul Sorunu yoğun askeri-siyasi mücadelelerden sonra sona ererek Türkiye-Irak sınırı olarak kesinlik kazanmıştır. Yapılan Antlaşmaya göre sınırın her iki yanında 75’er km derinliğindeki sınır bölgesinde yağmacılık ve eşkıyalığın önlenmesi için işbirliği yapılacak, diğer ülke karşıtı propaganda ve örgütlenme girişimlerine izin verilmeyecektir. Irak, petrol anlaşması gereğince elde edeceği ‘royalty’ gelirlerinin %10’unu 25 yıl süreyle Türkiye’ye ödeyecektir. Türkiye bir yıl içinde isterse bu %10’dan vaz geçerek 500 bin İngiliz poundunu nakden alacaktır. Türkiye %10 seçeneğini tercih etmiştir. Türkiye 500 bin poundluk seçeneği kabul etmeyerek çok büyük gelir kaybına uğramaktan kurtulmuştur. %10 ödemeler, boru hattının tamamlandığı ve Turkish Petroleum Company’nin ihracata başladığı 1934 yılında başlamıştır. Ödemeler 1945 yılı hariç, 1934 ile 1951 yılları arasında düzenli olarak yapılmıştır. Irak 1954’te ayrıca ek bir ödemede bulunmuştur. Hesaplanan satışa göre 25 yıllık dönemde ödenmesi gereken miktar 5.500.000 sterlin iken, 1954’e kadar 3.500.000 sterlin ödenmiştir. (Güler, sy.146) Türkiye bu alacağını bütçe yasalarında “Sözleşme Gereğince Musul Petrollerinden Alınan” alt başlığı ile göstermeye devam etmiştir. Bağdat Paktı çerçevesinde 1955-58 döneminde askeri ve siyasi ilişkiler kurulması nedeniyle petrol alacağı bütçeden çıkarılmışsa da, 1958 yılında yapılan ihtilal sonucunda Irak’ın Bağdat Paktı’ndan çekilmesinin ardından tekrar bütçeye konmuştur. Irak 1954’te kestiği ödemeye devam etmemiştir. 1986’da Özal Hükümeti döneminde Türkiye Irak’la ticaret alanında sıcak ilişkilere girmesi ile 32 yıldır tahsilat yapamadığı bu kalemi bütçeden çıkarmıştır. Sonuçta Türkiye alacağından tek taraflı vaz geçmiştir. 5. BÖLÜM: ANTLAŞMANIN İMZA TÖRENİ VE BASIN YORUMLARIBalkan Savaşı (1911) ile başlayan, I. Dünya Savaşı (1914-1918) ile devam eden ve Anadolu’da Türk Bağımsızlık Savaşı (1919-1922 ) ile sonuçlanan, dünya yüzeyinde yüz binlerce insanın ölümüne yol açan savaşlar dizisine son veren Lozan Barış Antlaşması 4.Temmuz.1923günü protokol ritüeline uygun törenle imzalanmıştır.Antlaşmanın 143. (son) maddesinde yer alan ifadeye göre (imzacı devletlerce yapılacak) onay belgeleri Paris’te sunulup saklanacaktır. Fransa Hükümeti onay belgelerinin sunuş tutanaklarının aslına uygun birer örneğini tüm imzacı Devletlere verecektir. Antlaşma yalnız bir örnek olarak düzenlenmiş olup, bu örnek Fransız Cumhuriyeti Arşivlerinde saklanacak ve bu Hükümet Bağıtlı Devletlerden her birine aslına uygun bir örneğini verecektir. Antlaşma ve Ekleri Fransızcadan Türkçeye çevrildikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 23.Ağustos.1923 günü onaylanmıştır. İtalyan Parlamentosu 11.Ocak.1924 te, İngiliz Avam Kamarası 10.Nisan.1924 te, Fransa 27.Ağustos.1924 te, Belçika 7.Ocak.1925 te Portekiz 28.Mayıs.1926 da onaylamış, Japonya’nın onay belgesi 6.Haziran.1924 günü Paris’e sunulmuştur. Antlaşma Türkiye basınında sevinçle duyurulmuştur. Antlaşmanın karşı devlet meclislerinde onaylanmasının gecikmesi, Türkiye’de genel bir ümitsizlik ve zihinlerde bulanıklık yaratmıştır. Bu durum, diğer devletlerce onaylanmasını takiben yaklaşık bir yıl sonra ortadan kalkmıştır. İtalyan basınında(Gornale d’İtalia) şu yorum yapılmıştır.
Bu konuda basında yayınlanan en kötümser yorum İngiliz eski Başbakanı Loyd George sözleriyle yapılmıştır: “Bu barış teklifleri bizim için oldukça şerefsizdir. Türkler İngiltere’nin dış siyasetinde silinmez bir lekedir.” (Atatürk Ansiklopedisi T.C. Siyasi Tarihi sy.1 ) Türkiye basınında imza töreninin büyüleyici havasını en etkili biçimde anlatan törenin canlı şahidi gazeteci Ali Naci Karacan’ın aşağıdaki yazısı pek ilgi çekicidir:
“…Rumini Sarayının dış merdivenleri çıkılarak büyük kapıdan girildikten sonra, yine mermer merdivenler devam ediyordu… Bu merdivenlerin dönüm yerinde beyaz, geniş güzel bir avlu, avlunun ortasında bir şadırvan, şadırvanın içinde bir timsah heykeli… Lozan Barış Antlaşmasının imza edileceği yer, yüksek tavanlı geniş bir salondu.
İsmet Paşa salona girdiği zaman herkeste bir heyecan hâsıl oldu. Bütün gözler hemen kendisine döndü... İsmet Paşa her zamanki vakur ciddi duruşu ile istediğini yapmış, hakkını almış bir insan sükûnet ve soğukkanlılığıyla bekliyordu.. Yanında Rıza Nur Bey ciddi bir yüzle etrafa bakıyor, Hasan Bey, Mr. Grew ile konuşuyor.. Bir tarafta Türkiye, karşısında yedi devletin delegeleri.. Başta İngiltere, yanında Fransa, onun yanında İtalya, arkalarında Japonya ve Japonya’nın yanında silinmiş gibi Yunanistan (Venizelos), Romanya, Belçika… …Saat üçü beş geçe, İsviçre Hükümeti namına Konfederasyon Başkanı Mösyö Scheurer, Başkanvekili Mösyö Shvarts ve Mösyö Chultess önlerinde beyaz mantolu, elinde içine kalem konmuş hokka taşıyan bir tören görevlisi salona girdiler. Ayağa kalkıldı. Bu üç zat kürsünün önüne geldiler ve oradaki üç koltuğa yerleştiler… Bu heybetli dekor ortasında derin bir sessizlik arasında, İsviçre Federal Meclis Başkanı ayağa kalktı ve ağır bir sesle, antlaşmaların, sözleşmelerin, beyannamelerin, protokollerin adlarını saydıktan sonra; ‘Baylar buyurunuz imza ediniz !’ diyerek delegeleri imzaya çağırdı. Sesinde karar tebliğ eden yüksek bir hâkim edası vardı. Bu toplantı cihan ölçüsünde bir milli davanın hüküm tebliği celsesi gibi heyecan verici bir manzara göstermekteydi. Başkanın imzaya daveti üzerine, Konferans Genel Sekreteri Mösyö Massigli yerinden kalkarak İsmet Paşa’ya doğru geldi, kendisini selamladı ve; ‘Buyurunuz evvela zatı devletiniz imza edeceksiniz’ dedi. Bu ilk imza, devletler tarafından Türkiye’ye karşı bir onur olarak takdim edilmekteydi. Türkiye Devleti Baş Delegesi İsmet Paşa yerinden kalktı, oradaki masaya doğru yürüdü ve masanın tam ortasına gelince durdu. Sağ elini ‘jaketetay’ın iç sol cebine götürerek renkli bir mahfaza çıkardı açtı. İçinden bir altın kalem aldı ve Gazi Mustafa Kemal’in, vatanın kurtarıcısı Büyük Ata’nın antlaşmayı imzalamak üzere kendisine gönderdiği tarihi kalemle, ayakta, biraz eğilerek, Genel Sekreter Massigli’nin önüne koyduğu antlaşmaya, 24 Temmuz 19 3 saat tam üçü dokuz geçe imzasını attı. Herkes meraklı gözlerle İsmet Paşa’nın imza atışını izliyor. Salonda çıt yok! Tarihi an işte o andı ki, 4 Temmuz 19 3 senesi Salı günü saat tam üçü dokuz geçe, İsmet Paşa’nın attığı bu imza ile Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilmiş ve yeni Türkiye Devleti kurulmuş oluyordu! Aynı zamanda 9 senelik umumi Avrupa harbi o imzanın atıldığı anda, 24 Temmuz 1923 Salı günü saat tam üçü dokuz geçe bitiyordu SONUÇ ve DEĞERLENDİRME ,
Lozan Antlaşması yeni Türk Devletinin kuruluş ve tanınma belgesidir. Bu belge ile sınırlar belli olmuş ve yeni Türkiye dünya devletleri tarafından tanınmış, Osmanlının belini büken, “kapitülasyon” denen Sultan Süleyman tarafından Avrupa devletlerine tanınmış haklar, yaklaşık dört yüz yıl sonra Hükümetin kararlılığı ve İsmet Paşa’nın direnmesiyle Lozan’da kaldırılmıştır. Devletlerarası anlaşma yapmak devletin gücü ile ilgilidir. Türkiye bütün imkânını kullandığı bir ölüm-kalım savaşından sonra zamanın en güçlü devletleriyle masaya oturmuştur. Bu devletler, gücünü kaybetmiş ve yarı sömürge haline gelmiş Osmanlı Devletinin topraklarını paylaşmaya çalışan, hatta mümkün olsa Türkleri geldikleri yere Asya’ya sürmeye çalışan devletlerdir. Bu nedenle konferans boyunca tartışmalar sert geçmiştir. Türkiye’nin bağımsızlığını kabul ettirerek konferansı sonuçlandırması en önemli kazanımdır. Cumhuriyet elde edilen bu bağımsızlık üstüne inşa edilmiştir. Kaybedilmiş kabul edilen en önemli konu Osmanlı Vilayeti olan Musul sorunudur. Musul bölgesinde bugün hala dünyanın en büyük güçlerinin paylaşım savaşı verdikleri göz önüne alındığında bunun bir güç meselesi olduğunu kabul etmek gerekir. Lozan Antlaşması insan haklarına dayalı, çağdaş bir ulusal devletin kuruluş temelidir. Cumhuriyet bu esaslar üzerine inşa edilmiş, ülkeyi ve halkı ortaçağ zihniyetinden ve dinî esaslara dayalı yönetim biçiminden kurtaran Atatürk reformları bu temeller üzerine oturtulmuştur. Bu nedenle Lozan’da elde edilmiş hakların bilinçle korunması, Türkiye’nin bilim ve bilimsel araştırma ile her alanda güçlenmesi gerekmektedir. Elde edilmiş hakların korunması yükseltilmesi aydın bir Türk toplumunun gelişmesine bağlıdır. “Lozan’ı güncelleyelim” gibi ne olduğu belli olmayan maceralardan uzak durmak gerekir. 18.Ekim. 2020   |