Ülkelerden birinde Haldun Taner adında bir yazarın yarattığı Hicabî topluma tanıtıldığı günlere nazaran biraz değişmişti. Gene saftorikti ama eskisi kadar değil. Düşünüyordu:
Hamdolsun
Allah’ımız var, devlet dersen, başkasında tek, bizde ise paraleliyle birlikte iki. Yani birinden kaçırsan öbürüne yakalanırsın. Bu ne cesur millet ki, gene de iştahının önüne geçemiyor. Keşke bazı ihalelerde kullanılan yönteme başvurulsa; Hani bir firma işi mutlaka üstlenmek istiyorsa, ötekine soruyor
”Sen bu işten ne umuyorsun ?” Diyelim ki üç ummakta,
” elini soğuktan sıcağa vurmaksızın, al şu bir’i savuş git diyor.
Bir iktidara da bakacaksın, niyeti hizmetse buyursun yapsın. Değilse soracaksın, ”Sen bu işten ne umuyorsun?” Üç umuyorsa bir değil, üç vereceksin, gözü kalmasın. Yeter ki gitsin. Zira kalırsa ülkenin dokusunu bozabilir.
Vicdanî işi kestirmeden çözdüğünü görüp sevindi ama bu yolun pek de yol olmadığı, şimdiye kadar uygulanmamış oluşundan belliydi.
Vicdanî’nin kafası çok karışıktı. Yolsuzlukları sayıp döküp tekrarlamaktan gına getirmişti.
Çözüm arıyordu; Acaba
seçilenlerden teminat mektubu falan mı alınsaydı ! Hani Ülkeye zarar verdiklerinde nakde çevrilmek üzere ! O zaman
bürokratlardan ve
yargıdan da almak gerekirdi. Aldın mektubu elinde duruyor, nakde çevirecek kurum çevirmezse n’olacak? Bozulunca meret her noktasında bozuluyor. Peki acaba bunlara daha işin başında
yemin ettirilse ? Sonra hatırladı ki zaten ettiriliyor.
Vicdanî pes etmek istemiyordu. Sanki zorlarsa çare bulacak gibiydi. Ya da çaresizlikten korkuyordu. Vaktiyle bir dostunun reçetesi geldi aklına:
“Herifi kollayacaksın, düzgün çalışmıyorsa basacaksın sopayı” demişti. Demek bir veya birkaç çalışana bir de
sopacı. Ancak sopacı zengin biri olmalıydı ki, rüşvete tamah edip yanlış birini sopalamasın. Gene olmadı diye hayıflandı.
Acaba kamuya bulaşacak kişiler iyi mi eğitilmiyordu. Peki profesör olmuş adamı da mı iyi eğitilmiş saymayacaktı?
Sorun ahlâkta ise ahlâklı adam nasıl yetişecekti? Güneş, temiz hava ,temiz su, yetmiyordu anlaşılan. Bu mübarek bitki değildi ki biraz da gübre ilave edesin! Hem ahlâklı adam yetiştirince hiçbir işe bulaşmamasını tembihlemek gerekiyordu. Yoksa alıp içeri tıkıyorlardı.
Biri
“Aydın olmak diyordu,
aydın olmak, sorumluluğunu idrak etmek, uyarmak, güçlerini birleştirmek, yılmamak.”
Hicabî bunları anlayacak kıvamda değildi. Vaktiyle, toplumla ilk tanıştığı dönemlerdeki kaderciliğini yitirmiş ve fakat yeterince uyanamamış olmaktan huzursuz, derin bir nefes aldı,
“Allah büyüktür!” diyerek nefesini boşalttı.
Tarih boyunca
Toteme,
Allaha,
Devlete karşı duyulan korku, toplumları belli bir düzen içinde yaşatmıştı. Gün olur bunlar da korkar umuduyla uyudu.
Hayırlı uyanmalar Vicdanî.
( ) Vicdanî: Değerli yazarımız Haldun Taner'in, "Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım" adlı eserindeki muhterem.