Bir de şu çelişkiye bakın!
Hayatı söz konusu iken dahi uzanacağı sedyeyi kirletmemeyi düşünen ve başka bir istekte bulunmayan vatandaşımıza karşılık, peynir ekmek ister gibi,
Özerklik bölgesinde üretilen enerjiden pay, kendi dilinde eğitim, yerel parlamento, bağımsız güvenlik gücü vs. , isteyenler de aynı döneme rastlamaktadır.
Öncekindeki ezikliğe karşılık berikinde gözlemlenen bu özgüvenin kaynağı nedir? Kim vermiştir bu duyguyu ? Davasının haklılığı mı ?
Bakalım siyasi kisveli biri nasıl savunuyor dileklerini:
Televizyonda soruyor muhatapları;
- Barış süreci diyorsunuz, böyle bir süreçte n’oluyor bu yol kesmeler, çocuk kaçırmalar, karakol basmalar?
-“Bunların hepsi teferruat”> diyor.
”Taleplerimizin yerine getirilmesi doğrultusunda bugüne kadar ne yapıldı ki , Kürtlerden de anlayış beklensin !”
Ve bu soruyu ardarda birkaç kez tekrarlıyor.
Ne güzel ! Ülkenin egemenliğine ve bütünlüğüne aykırı şeyler isteyeceksiniz, yerine getirilmeyince eşkıyalığı savunacaksınız ve siz bir siyasi’siniz !
Bu zatın partisi hariç, herhangi bir siyasî partimizin verdiği önergeler kabul edilmiyor diye yol kestiğini, adam öldürdüğünü, çocukları dağa kaçırdığını, ya da yandaşlarının bunları yapmasını savunduğunu düşünün.
Hayır düşünmeyin, zira akla ziyan. Peki bu zat ve partisinin tavırlarına çok mu alıştık. Sükunetimiz büyüklüğümüzden mi, Epiktetosluğumuzdan mı?
Ulusal kahramanları ulusal zalimler diye anacaksınız, kurtuluş savaşında yaklaşık 16 isyan çıkaranlar haklı, isyanı bastıranlar zulüm işlemiş olacak.
Haklılığı bu kadar. Sadece istiyor, verilmeyişini isyan sebebi sayıyor. Bu durumdaki insanlarda
özgüven varsa, bir garabet var demektir, mantığı tersine çeviren bir arka sebep var demektir.
On-on iki yıl önce neredeyse sıfırlanmış
terör şimdi şahlanmış ise, ülkeyi yönetenler acı acı düşünmeli değil mi?