Dünyaya, İnsanlara, Olaylara
| |||||
BAŞ SAYFA DÜŞÜNCE ODASI MAVİPENCERE GÖZLEMEVİ ARKABAHÇE IŞIKLIYOL DÜNYAGÖRÜŞÜ ; Alıntılık Belgelik Yarenlik Okumalık Bakmalık Gezinmelik | |||||
BİLİM SOHBETLERİ
| |||||
|
Ön AçıklamaKonu başlığımızda ”Sohbet” sözcüğü olduğuna göre işimiz kolay. Herhangi bir akademik formasyona uyma yükümlülüğümüz yok. Bilim konusunda bir gezintiye çıkacağız. Bilimin derinliklerine dalacak değiliz. Bu turistik bir gezinti olacak ve yarım saat kadar sürecek Önce. yazı ve kitaplarından alıntı yaptığım yazarları kısaca belirteyim. Bunun için lütfen yandaki kutucuğa bakınız. Bilim insanları. onların yaşadıkları, bulundukları coğrafyada olup bitenler. onlar bilimle uğraşırlarken çağın muktedirleri ne yapıyorlardı. mahallede oynayan diğer çocuklar kimler?
Mısır, matematiğin ve geometrinin kaynağı, Babil ise astronominin. Şunu unutmamak gerekir ki bilim, hep insanların ihtiyaçlarından doğmuştur. Mesela eski Mısır'da Nil nehri nin taşması sonucu kaybolan tarla sınırlarının, sular çekildikten sonra yeniden belirlenmesi zorunluluğu geometriyi doğurmuştur.
Mısırlılar. ölünce bedenlerden ayrılan ruhların, ilerde dönüp aynı bedenlere gireceklerine inandıkları için, ölüleri mumyalayarak, bozulmadan kalmalarını sağlamaya çalışmışlar, bu da kimya bilimini kullanmayı gerektirmiştir. Babil’liler ise verimli Mezopotamya'da tarım ağırlıklı yaşadıkları için, iklim, yağış gibi konularda ileriye dönük tahminlere ihtiyaç duymuşlar, bu sebeple yıldızlar, gökyüzü ve astronomi, ilgi alanları olmuştur.
Babil'liler de kendi öncellerinin, Sümerlerin, Asurluların, Akadların tuğla koydukları duvarları daha da yükseltip ardıllarına bırakmışlardır.
Ayrıca , Thales'ten neredeyse üç bin yıl önce yapılan piramitler, yoğun geometrik bilgilerin kullanıldığı dev yapılar olarak göz önündedir. MÖ 1000 yıllarında Süleyman Tapınağının yapımında, Mısırdaki çalışmaları merak eden Thales . kalkıp Mısır' a gider. Mısır'lıların kullandıkları teknikleri öğrenir. Dönüşünde bunları ispatlanabilir teoremler haline getirir. İşte bunlardan en ünlüsü lisede öğrendiğimiz Thales Teoremidir. Hatta Thales Mısırdayken kralın isteği üzerine kendi metotlarıyla yani Thales teoremini kullanarak piramitlerin Yüksekliğini ölçmüştür: Net olmayan bilgilere göre Mısırlılar, bu teoremi kullanarak MÖ 800 yıllarında dünyanın güneşe uzaklığını bugünkü değere yakın bir şekilde hesaplamışlardır. Günümüzde de Mısırlı bir lise öğrencisi bu işi tekrar yapabilir. Yapacağı şey şu: Eline boyu 2 metre olan bir sopa alacak, Assuan civarında 23,5 derece kuzey enlem üzerinde bir yerde 21 Haziranda sopanın gölgesinin sıfır olduğu noktayı saptayacak. Bu noktadan tam kuzeye doğru 100 km gidecek ve yine 21 Haziranda elindeki sopanın gölgesini ölçecek. Gerisi basit bir çarpma bölme işleminden ibarettir. , Miletos ÜçlüsüMiletos'da Thales yalnız değildir. Öğrencisi ve kendisinden 15 yaş küçük olan, ilk defa bir dünya haritası yapıp bu haritayı Milet limanında bir direğe asarak tüccar ve denizcilerin eleştirilerine sunan, ayrıca Dünyada güneş saatini ilk icat eden Anaksimendros (MÖ 610-545 ) ve Anaksimenes (MÖ 570-526) vardır. Bu Üç bilim insanı Miletos Üçlüsü diye anılır. Bazı ardılları ile birlikte Sokrat öncesi doğa filozoflar olarak bilinirler. Bu filozoflar doğaya, mistisizm ve inanç yerine eleştirel bir akıl ve gözlemle yaklaşmayı yeğlemişlerdir. Tanrıya başvurmak yerine, doğa olaylarını kendi berrak zihinlerinin ve gözlemlerinin yardımıyla anlamaya çalıştılar. Babil’lilerin, ekip biçtikleri toprağı açıklamak için, taptıkları tanrı Marduk 'un, su1arın yüzeyine topraktan bir paspas serdiğine inanmalarına benzer şekilde, Thales de dünyada her türlü varlığın sudan kaynaklandığını ileri sürmüş, dünyanın bir disk şeklinde olduğunu ve diskin suda yüzdüğünü öngörmüştür. Ancak öğrencisi Anaksimendros , "Tamam da, o zaman diski tutan suyu tutan ne, suyu tufanı tutan ne? " diye sormuş, sonunda diski birinin tutma gerek olmadan, dünyanın boşlukta öylece durduğunu, şeklinin de bir davul gibi olabileceğini düşünmüştür.Pisagor, Demokritos, Heraklitos, HipokratAntik Yunan'ın, Sokrat öncesi ve çağdaşı bilim insanları arasında unutulmaması gerekenlerden, atomun babası ve bütün eski düşünürlerin en zekisi olarak anılan Demokritos (MÖ 460-370), dik açılı üçgenler hakkında önermeleri ile ünlü Pisagor (MÖ 570-495), Yunan'lılar arasında adı Karanlık Bilge olan Efes'li Heraklitos (MÖ540-480 ) ve Eski Tıp Üzerine isimli kitabında “Anlamadığımız her şeyin nedenini tanrıya bağlarsak tanrısal işlerin sonu gelmez" diyen, tıbbın babası Hipokrat (M.Ö. 460-377 ) gibi birçok bilim insanı vardır. . Bu bilim insanları kendi alanlarında birçok yeniliğe imza atmış ve bazı ilginç alet ve makinalar kullanmışlardır. En ilginç örnek olarak bugünkü hesap makinalarının atası sayılan, muhtemelen Çin çıkışlı ama geliştirilip kullanılması Babil kaynaklı bir hesap makinesi olan, Abaküs 'ün İyonya ve Girit uygarlığında kullanıldığını biliyoruz.. Yıldızların yerlerini ve bir yerin boylamını belirlemede kullanılan Usturlap 'ların ilk örneklerine rastlıyoruz.Bu tarihlerde İyonya’da ve yakın coğrafyalarda sadece bilim insanları yoktu. Bilim çalışmaları dışında başka uğraşları olan İnsanlar da vardı. Atinalılar Ispartalılar ile, sonunda tamamen yenilecekleri 30 yıl kadar sürecek olan Pelopones Savaşlarına tutuşuyorlar, İtalya' da 1000 yıl kadar sürecek Roma İmparatorluğunun tohumları toprağa düşüyor, Babil’liler kutsal toprakları işgal edip Süleyman Tapınağı nı yıkıyor ve Israil’lileri toplayıp Babil'e götürüyor1ardı. Kökenleri tam olarak bilinmemesine rağmen, tarihte Filisti olarak anılan, Güney Rusya ve Balkanlardan gelen savaşçı kavimler, bir koldan Yunanistan ve Girit üzerinden Mısır'a diğer koldan Ege ve Anadolu üzerinden, geçtikleri yerleri yıkıp yakarak, Hititleri tarih sahnesinden silerek Mezopotamya’ya inmişler, beş altı yüzyıldır bölgede yer edinmek için savaşıyorlardı, Yani anageldiğimiz bilim insanları daima barışın hüküm sürdüğü, uygun bir iklimde değillerdi. Sokrat, Eflatun, AristoAdlarını andığımız Doğa Filozoflarınca geliştirilen bilimsel çalışmaların tetiklediği insan ilgisi ve merak, elde edilen sonuçlarla tatmin edilemeyince, doğayı gözlemlemeyi esas alan bu operatif yönteme paralel olarak, spekülatif bir metot gelişmeye başlamış, bir bölüm düşünürler deney ve gözlemle değil, gerçeğe sadece akılla ulaşılabileceğini ileri sürmeye başlamışlardır. Ege denizinin öte yakasında Atina 'da, Atinalıları uyandırmaya soyunan ve “Ben Atina'lıların at sineğiyim" diyen Sokrates (MÖ470-399), onun öğrencisi olup bilgiye gözlemle değil inançla ulaşılır diyen Platon (MÖ427-347) ve onun öğrencisi ağır top Aristoteles (MÖ 384-322) ortaya çıkmıştır. Bunlar doğa filozofları diye adlandırılan gerçek bilim insanlarından daha çok itibar görmüş, hatta Atina ' da 300 yıl kadar ayakta kalacak Platon Akademisi ni kurmuşlardır.İnsanlar genelde eleştirel akıl yürütme, deney ve gözlem yapma gibi zahmetli işler yerine, otorite sayılan birinin ortaya attığı bir doğmaya inanıverme kolaycılığını seçmişlerdir. Mesela Aristo'nun 10 kiloluk bir ağırlığın, 1 kiloya göre 10 misli daha hızlı düşeceğini varsayan ve basit bir deneyle yanlışlığı saptanabilecek saçma teorisi iki bin yıla yakın, tartışılmadan geçerliliğini korumuştur. Aristo, evreni dünya merkezli iç içe geçmiş şeffaf fanuslar şeklinde tasarlamış, yıldızların da kat kat fanuslar üzerinde yer aldığını öngörerek, bir bakıma Batlamyus'u öncellemiştir. Modern çağımızın düşünürleri arasında Aristo 'nun bilimsel çalışmaları çok uzun süre gölgeleyerek bloke ettiğini ileri sürenler hatta İskender'in hocalığım yapmış olmasını, Aristo adına ta1ihsiz bir referans olarak görenler vardır. Aristo ay tutulması sırasında ay üzerine düşen gölgenin yuvarlaklığını gözlemleyerek (Gözlem yapma görüşüne karşı olmasına rağmen) dünyanın yuvarlaklığını ileri süren ilk kişi olmuş, ancak dünyayı evrenin merkezine koymuş, Kopernik, Kepler, Galileo gibi gerçek bilim insanları, dünyanın, evrenin merkezi olmadığını ve ekseni etrafında günde bir ve güneş etrafında da yılda bir kez döndüğü görüşünü yerleştirmek için İncil'le olduğu kadar Aristo ile de uğraşmak zorunda kalmışlardır. Bertrand Russel'in şu sözlerine kulak verelim:
ArşimetPlaton Okulu ve Aristo 'nun koyu gölgesine rağmen bu dönemin çağdaşı veya ardılı bilim insanları, deneye ve gözleme dayanan çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Bunlardan en önemlisi, bizim, kendisini elinde hamam tasıyla buldum buldum.. diyen uydurma bir hikayenin figürü olarak hatırladığımız Arşimet (MÖ 257-212) o çağa göre, ileri derece bir bilgin ve mühendisti, Krala yapılan bir tacın som altın olup olmadığını anlamak için, tacın hacminin dolu bir kaptan taşırdığı suyun ağırlığı kadar olduğunu ve buradan hareketle özgül ağırlığını bulmuştur. Birçok ilginç bilimsel çalışmaları yanında İntegral hesabın önceli sayılabilecek bir hesap yöntemi de geliştirmiştir.Diğer taraftan Arşimet’ten 25 yaş daha büyük olan Sisam'lı Aristarkus (310-230) yer Dünya dahil, bütün gezegenlerin güneşin etrafında çemberler çizdiğini ileri sürerek Kopernikus teorisini öncellemiştir. MÖ 4 üncü yüzyılın sonlarında Öklit (MÖ 330-275) kendi adıyla anılan geometrisinin temellerini oluşturan Elementler adlı 13 ciltlik bir kitap yazmıştır. Bu kitabı ABD Başkanı Lincoln 1864 de okumuş, oldukça etkilenmiş, "bir şeye eşit olan iki şey birbirine eşittir prensibini, zencilerle beyazların eşit oldukları savını desteklemek için Şimdi önemli bir tarihi figürü Büyük İskender 'i araya koyarak yolumuza devam edelim. 21 Yaşında Makedonya kıralı olan İskender bilindiği gibi Aristo'nun öğrencisiydi. Nasıl bir ders aldıysa Aristo 'dan, 12 yıl içinde. Makedonya 'dan Hindistan 'a, Hazar 'dan Mısı 'a kadar uzanan bir imparatorluğa sahip oldu. Mısır 'da İskenderiy şehrini ve ünlü İskenderiye Kütüphanesini kurdu. Yaptırdığı Faro Feneri (İskenderiye Feneri) de bilindiği gibi dünyanın yedi harikasından biri sayılır. İskender ölene kadar bilimi ve bilim insanlarını koruyup kolluyor, teşvik ediyor. Tabii bilim de itibar gördüğü bu coğrafyada gelişiyor, serpiliyor. Mesela Mısırlı önemli bir bilim insanı olan Eratostenes (MÖ:284-192), yer küremizin bugün uzaydan göründüğü gibi bir küre olması gerektiğini öngörüyor. Dünyanın yuvarlak olduğundan hareketle, boylam istikametinde dünyanın çevresini ölçüyor. Kullandığı metot daha önce de güneşin uzaklığını ölçmede Mısırlıların kullandığı metoda benziyordu. Eratostenes 21 haziranda 23, 5 derece kuzey enlemi üzerinde bulunan Syene şehrinde gölgelerin sıfır olduğu tespitinden sonra Syene 'den 800 km kuzeyde olan İskenderiye 'de yine 21 Haziranda diktiği bir sopa ve sopanın gölgesinin oluşturduğu üçgenin tepe açısını ölçüyor ve bu açının 7 derece olduğunu görüyor. 7 derece 360 derecenin 50 de biri olduğuna göre dünyanın boylam istikametinde (Ekvatorla aynı) çevresi 50x800 km= 40 000 km. çıkar.
İskenderiye Kütüphanesi zaman içinde efsaneleştirildi. 700 bin kitaba sahip olduğu söylenip yazıldı. Sonraki araştırmalarda olsa olsa 200-300 bin kitap olabileceği varsayıldı. Kitap dediklerimiz bugünkü gibi değil tabi. Papirüs rulolar halinde. Papirüsün da ömrü en iyi şartlarda ancak iki yüzyıl filan. Sonunda İskenderiye Kütüphanesi Romalılarla Mısır Hükümdarı l3. Batlamyus arasında yapılan savaş sırasında (MÖ 48) kaza sonucu yanmış yıkılmış. Bu yıkımın insanlık tarihinin en büyük felaketi olduğu yaygın bir kanıdır. "MÖ üçüncü yüzyıldan< itibaren altı yüzyıllık bir süre boyunca insanlığın İskenderiye'de başlattığı düşünsel ve bilimsel serüven, edinilen bilgi birikimi bugün bizi uzayın sınırına taşımıştır. " diyor bilim tarihçileri. Büyük İskender MÖ 323 yüzyılda öldü. Onun doğu coğrafyasıyla tanıştırdığı Helen uygarlığı Helenizm diye anıldı ve 300 yıl kadar yaşadı. MÖ 50 yılından itibaren bu coğrafyada Roma Dönemi başladı. MS 29 yılında İsa çarmıha geriliyor, 70 yılında da Roma orduları Süleyman Mabedini yerle bir ediyor. Bütün Yahudileri esir olarak alınıp götürülüyor ve böylece bu coğrafyada bir daha Yahudi varlığı görülmüyor. Ta ki bugünkü Israil Devleti kurulana kadar. Yahudiler, öbür Antik Uluslardan, inatçı ulusal onurlarıyla ayrılmışlardır. Kendi üstünlüklerine inancı ve başlarına gelen felaketlerin tanrının kızgınlığından olduğunu düşünen tek ulus Yahudilerdir. "diyor Russel. Roma Dönemi
Romalılar yeni bilimsel çalışmalar yapmak yerine, o güne kadar gelişmiş olan bilimin teknolojik sonuçlarını kullanmayı yeğlemişlerdir. Roma artık bilimin ve bilim insanlarının koruyucusu değildir. Sonuç olarak İyonya Aydınlanması nı, Roma İmparatorluğu yaşatamamıştır. Roma'ya rağmen Milattan hemen önceki ve hemen sonraki yıllarda da kayda değer bilim adamlarına rastlıyoruz. Mesela, Amasya MÖ 64 doğumlu çok önemli bir coğrafya bilginimiz var. Adı Strabon • T Hazardan İskenderiye'ye. Babil’den Roma'ya kadar her yeri geziyor. Sonunda Amasya'ya dönerek 47 kitaptan oluşan bir tarih kitabı (Maalesef bu kitaplar büyük ölçüde kayıptır) ve 17 kitaptan oluşan coğrafya kitaplarını orada yazıyor. 2050 yıl sonra Amasya 'lılar Strabon'un heykelini şehirlerine dikerek hem Strabonu hem kendilerini onurlandırdılar. Milattan sonra 2inci yüzyılda ünlü gökbilimci İskenderiyeli Batlamyus 'a rastlıyoruz. Batlamyus'un büyük anlamına gelen Almagest isimli ünlü bir kitabı vardır. Bu kitap Yunanca'dan Arapça’ ya çevri1miş, Batılılar da bu kitabı Arapçadan çevirmişlerdir. Batlamyus dünyanın evrenin merkezi olduğunu ve gezegenlerin iç içe geçmiş dünya merkezli dairesel yörüngeler üzerinde olduğunu ileri sürmüş, Aristo görüşünün ve Hristiyanlı inancının desteği ile bu iddiaya, neredeyse 13 yüzyılda, ta Kopernik’e kadar kimse karşı çıkamamıştır. Tıp alanında da Galenos (MS 129-216) adında Bergama doğumlu, önemli bir otoriteye rastlıyoruz bu çağlarda. Tıp eğitimini İskenderiye 'de yapmış, mesleğini Bergama ve Roma 'da sürdürmüş, yazdığı 15 i felsefi 129 eser arasında, Erdemli Bir Hekimin Filozof Olması Gerekir isimli eseri en çok ilgi çeken eseridir. Galenos'un eserleri, 1000 yıl süreyle tıp alanında referans kaynak kitap olmaya devam etmiştir. Roma, 313 yılında Hristiyanlığı din olarak kabul edip 380 yılında da İmparatorluğun resmi dini ilan ediyor. Artık bilimin üzerinde koyu bir gölge vardır. Diğer taraftan çeşitli barbar akınları Roma 'yı oldukça zayıflatmaktadır. O kadar ki imparator Konstantin imparatorluk başkentini Konstantinopolis’e taşımak zorunda kalıyor. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölünüyor. Batı Roma 476 yılında tarihe karışıyor. Avrupa coğrafyasında artık Hristiyanlık yani Papa tek otoritedir. Nerede ise 800 yıldır faaliyetini sürdüren, Atina 'daki Platon Akademisi 529 yılında kilise tarafından kapatılır. Bu tarih, Yunan uygarlığının sonu oluyor ve Avrupa’nın üzerine 1000 yıl kalacak karanlık bir örtünün örtüldüğü bir tarih olarak kayda geçiyor. İslam Medeniyeti ve OrtaçağBatı Roma 'nın yıkılışından sonra Mısır ve Arap coğrafyasında olacak olaylar oldukça dikkate değer. Hristiyanlık kendi etki alanında bağnazlığını olanca pekiştirerek sürdürürken, Mekke'de Müslümanlık doğuyor. 61O yılından itibaren hızla yayılıyor. Dinin peygamberi Hz. Muhammet öldükten sonraki Emevî Devleti ve 750 yılında kurulan Abbasi Devleti zamanında Araplar fetihlerle bir taraftan Anadolu ve İran 'a hakim olmuşlar, diğer taraftan kuzey Afrika üzerinden İspanya’ya geçerek Endülüs Devleti ni kurmuşlardır.Hristiyan Dünyası kilisenin karanlık taassubu altında bilimin ışığından uzak yaşarken, yeni dinin heyecanı, yeni fetihlerin oluşturduğu zenginlik ve Arap hükümdarların eski Yunanın ve İskenderiye'nin bilimsel mirasına sahip çıkması, İskenderiye ve Atina 'nın yaktığı meşalenin sönmesine izin vermedi. Bunun sonucu olarak 7inci . yüzyıldan sonra 800 yıl süreyle biz, çoğunlukla İslam coğrafyasından bilim insanlarına rastlayacağız. Abbasiler le birlikte Bağdat başkent olunca, İslâmın, bilimi destekleyen ilkelerinin ışığında, bilimi teşvik eden devlet yöneticilerinin önderliğinde Bağdat, İskenderiye’nin yerini almaya başladı. Bağdat’ ta Beyt-ül Hikme diye bir bilim Akademisi ve kütüphanesi kuruldu. Bu bölgede kağıt üretiminin başlaması, yeni ve solmayan mürekkebin geliştirilmesi, Arapçanın kitap yazımında kullanılan kolay bir versiyonunun uygulamaya geçirilmesi, kitap üretimini destekledi. Araplar hiçbir komplekse kapılmadan Eski Yunan kitaplarını Arapçaya çevirdiler. Kısa zamanda Bağdat Kütüphanesi İskenderiye Kütüphanesinin boşluğunu doldurdu. Özellikle Yunanlardan ve Hintlilerden, muhtemelen dolaylı şekilde geç dönem Babil’lilerden alınarak benimsenen bilimsel bilgilerin etkisiyle İslam’da astronomi, astroloji, matematik, coğrafya, özellikle matematiksel coğrafya ve tıp alanlarında hızlı bir gelişme gözlenmektedir. , İslam bilim insanları ve ürettikleri ile ilgili olarak şimdi elimizde çok önemli bir kaynak var: Prof. Dr. Fuat Sezgin 'in Almanca yazdığı 14 ciltlik İslam Bilim Tarihi. Fuat Sezgin İstanbul Üniversitesinde görevliyken 1961 yılında 147likler diye adlandırılan bir grup üniversite hocası ile birlikte üniversiteden uzaklaştırılınca Almanya 'da Goethe Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. 50 yılı aşkın bir süre 60 ülkede 200 den fazla kütüphanede araştırma yaparak bahsi geçen eseri yazdı. Bu eser İslam Bilim Tarihi konusunda bütün Dünyada en önemli başvuru kaynağı kabul edilmektedir. Fuat Sezgin İslam Bilim insanlarının kullandıkları teknik alet ve cihazları, incelediği belgelerdeki resimlerinden ve tariflerinden yararlanarak yeniden imal ettirerek Frankfurt 'ta İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi 'ni kurdu. Bir süre sonra İstanbul’da da bu müzenin bir örneğini açtı. 2008 yılından beri bu müze hizmet vermektedir. Bu müzenin 5 ciltlik Türkçe bir kataloğu vardır. Bu kataloğun 1 inci cildi 14 ciltlik Almanca İslam Bilim Tarihi'nin kısa bir özeti olarak hazırlanmıştır. Hristiyan dünyası ortaçağın karanlık dünyasında uyurken 7inci ve 15 inci yüzyıl arasında 800 yıllık dönemde İslam Bilim İnsanları İran 'dan Endülüs 'e kadarki coğrafyada hem Grek mirasına sahip çıktılar, başta Batlamyus 'un Kanon ve Almagest ve Aristo 'nun Organon 'u olmak üzere Grekçe eserleri Arapçaya çevirdiler. hem de aldıkları mirası geliştirip yeni bilimler ürettiler. Teknik çizimler, oran kuralları ve özel duvar örme tekniklerinde sahip oldukları yüksek beceri düzeylerinin yanı sıra Müslüman sanatkarlar, o dönemde Batı'nın henüz bilmediği genel geometri ilkelerine dair de geniş bilgiye sahipti. Bu yenilikçi geometrik teknikler, kuşkusuz gelecekteki Hür Masonların "gizli" bilgilerine de temel oluşturmuştur. Bu dönemde yaşamış bilim insanlarım kısa kısa anıp dönemin önemli tarihi olaylarına da şöyle bir değinmekle yetineceğiz: 8 inci Yüzyılda Arap bilim insanları kendi coğrafyalarında birçok çalışmaya imza atarken diğer taraftan İspanya fethediliyor ve Endülüs Medeniyet kuruluyor. 9 uncu Yüzyılda Bağdat 'ta kendisi de bir bilim adamı olan Halife El-Memun yoğun astronomi çalışmalarına bizzat kendisi de katılıyordu Sanskritçe’den Siddhanta atlı eserin çevrilmesinden sonra sıfır kavramına ulaşan Arap matematikçiler, özellikle Musa El-Harizmi bu alanda önemli eserler veriyor. Onun tarafından Sanskritçeden çevrildikten sonraAlgoritmi de Numero Indorum adıyla Latinceye kazandırılan kitap sayesinde Batılılar “Arap Rakamları”nı (Belki de “Hint rakamları” demeli) öğreniyorlar. (Harizmi 'nin Kitab El Cebr adlı eseri Latinceye çevrildikten sonra 12inci yüzyıldan itibaren batı dünyasını derinden etkilemiştir..) Astronomi ve felsefe alanında batıda çok tanınan bir isim de El-Kindi 'dir. Batılıların Avicenna dedikleri İranlı İbn-i Sina (980-1037) tıp ve felsefe alanındaki eserleriyle ününü bu günlere kadar korumuştur. Tıp Kanunu (El Kanon) adlı eseri 500 yıl boyunca geçerliliğini korumuştur Diğer taraftan Endülüs’te batılların Averroes diye bildikleri İbn-i Rüşt, Avrupa'da en çok bilinen ve tanınan Arap bilgin ve filozofudur. Gazali 'nin savunduğu dinsel doğmalara ve Tehafut-ül Felasife (Filozofların Tahribatı ) isimli eserine karşı çıkmış ve Tehafut-ut Tehafut (Tahribin Tahribi -) adlı eseri yazmıştır. batlamır. Fakat İslam alemi ve bilhassa Sünni toplum İbn-i Rüşt 'ün değil, aynı Yunan toplumunun Sokrat< öncesi doğa filozoflarının değil, Platon 'un Aristo 'nun peşinden gitmesi gibi Gazali nin peşinden gitmeye devam ediyor. Bu İslam alemi için bir kırılma noktası oluyor. Pozitivist bir bilimsel iklimde yaşamak yerine metafizik alan seçilmiş oluyor. Yani operatif alanda ilahî bilgi vaad edenin peşinde olmuştur. Vaad edilenler yalan olsa bile. Çok önemli bir başka bilim insanı da El-Biruni (973-1048) dir. 10 yıl Hindistan 'da kalarak Hindistan'la ilgili, yabancı bir uygarlığın tanıtılmasında ulaşılamayacak bir seviyede bir kitap yazmıştır. sadece rubaileri ile bildiğimiz Ömer Hayyam (1123-?) asıl, cebir ve matematik çalışmaları ile tanınır 25 ayrı tipte denklemleriyle ünlü olup Ahmet Sahbah 'ın ve Nizamülmülk 'ün okul arkadaşıdır. Astronomi alanında Endülüs’te yaşayan Ez-Zerkali, Kopernik ve Kepler’i öncelleyen, usturlab kullanımını birçok diskten tek diske indiren Evrensel Disk 'i bulmuştur: Moğol işgali sırasında Hülagü'nün emrine giren ve Meraga'da çok önemli astronomi çalışmaları yapan Nasrettin et-Tusi trigonometriyi ilk defa bağımsız bir disiplin haline getiren bir bilim insanıdır. Arap Motesquieu 'su olarak anılan İbn-i Haldun (1332-1406) ve eseri Mukaddime kayda değer. 13 üncü yüzyılın ortalarından sonra İslam coğrafyacıları ve haritacıları Portekizlilerle oldukça sık temasa geçiyorlar. Portekizli denizciler Hint denizinde Arap denizcilerden rehberlik hizmeti alıyorlar. İslam dünyasındaki bilimsel çalışmalar yoğunlukla sürerken Avrupa'yı hükmü altına alan Hristiyan bağnazlığı, İslam dünyasına karşı 1095 de başlayıp 1291 yılına kadar süren Haçlı Seferleri'ni doğuruyor. Bir taraftan haçlı seferleri ile zayıflayan Arap dünyası 1256 da Moğol Hanı Hülagü 'nün Bağdat 'ı istila edip tahrip etmesiyle bilimsel yönden sönmeye başlıyor. Selçuklu Türklerinin Anadolu’ya gelişi ve Araplara hakim oluşunu, Osmanlılar’ın Arap varlığına son verişi izliyor. İstanbul'un fethiyle Bizans'taki bilim adamları da batıya kaçıyorlar. Endülüs Medeniyeti de 1492 de Araplar'ın ve Yahudilerin bölgeden atılmasıyla son buluyor. 1453 de İstanbul'un Fethi yeni çağın başlangıcı sayılır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettiğinde, onu yaptıran Justuniyanos'un gururla "Seni Geçtim Süleyman" diyerek öğündüğü Ayasofya 800 yaşında idi. Fetihten bir yıl önce İtalya'da Leonardo De Vinci adında bir çocuk doğmuştu ve Almanya'da matbaa 3 yaşındaydı. Bazı kaynaklar1450 ile 1500 yılı arasında o günlerde nüfusu 60 milyon kadar olan Avrupa’da 20 milyon kitap basıldığını yazıyor. " Haçlı seferlerinden başlayarak batılılar Arap eserleriyle ve bilim dünyasıyla tanıştılar. Arap bilim dünyasını ve kitaplarını batıya ilk taşıyan Bath'lı Adelard (1080-1152)adında bir İngiliz’dir. Batı dünyası uzun süre Arap eserlerine tepkili davranmıştır. Tercümelerde Arap yazarların isimleri, yapılan alıntıların Arap kaynakları zikredilmemiştir. Çünkü Batı o yıllarda Yahudi bir doktora muayene-olan Hristiyan bir hastayı aforoz eden bir zihniyetle yaşıyordu. Arap eserlerine karşı bu tepkili duruş 19. yüzyıl başlarına kadar sürdü. Sonuç olarak Batıda orta çağ aşılmış bilim ve aydınlanma tohumları, Avrupa’nın adam eksen biter misali, verimli topraklarına düşmüştür. Artık Rönesans’ın şafağı ışımaktadır. Rönesans’ın tipik simaları içinde en bilimsel sayılan Leonardo'nun ardından Nikolas Kopernik (1473-1543) dünyaya gelir. Kopernik o güne kadarki yaygın inanışın aksine, evrenin merkezine dünyayı değil güneşi koyar. Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine (De Revolutionibus Orbiyum Coelestium) adlı büyük eserini yazar. Kopernik güneşi merkeze koymuştur ama yörüngeleri muntazam daireler olarak öngörmüştür. 0, modern bir bilim adamından ziyade Antik Yunanlıların tarzına sahip bir düşünür ve felsefeciydi.. Kopernik'in çağdaşı olan Martin Luther onu kasaba papazı deyip küçümseyerek güneş merkezli evren tezine şiddetle karşı çıkmıştır. Kopernik'in görüşlerini benimseyen bir başka bilim insanı Giordano Bruno (1548-1600) dur. Onun yakılmasının bu yüzden olduğu sanılır. Oysa Bruno, esasen doğru dinin, eski Mısır dini olduğu ve Katolik Klişesinin de eski inançlara dönüş yapması gerektiği yönündeki uç bir görüşün savunucusuydu. Bu yüzden büyücülük faaliyetleri sebebiyle mahkum edilip 1600 yılında yakıldı. Yoksa bilimsel çalışmaları sebebiyle değil. Bruno'nun yakıldığı meydan. birçok kimsenin de yakıldığı bir çayırlıkmış o zamanlar. Bu gün bu meydanın adı Çiçek Tarlası (Campo dei Fiori) olmuş ve 1889 da Bruno'nun heykeli buraya dikilmiş. Heykel Bruno'nun yargılandığı Engizisyonun tarihi binasına 50 metre kadar mesafededir. Bruno'dan bir iki özlü söz nakledilir.
"Tanrı. iradesini hakim kılmak için iyi insanları kullanır, kötü insanlar da Tanrıyı. "
"Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım" Böyle bir adamı, o günün muktedirleri yakmasalardı da ne yapsalardı. Yeni çağın ilk yıllarında denizcilik ve haritacılık alanında önemli gelişmeler yaşanmaya başlandı. Portekizli denizciler bir taraftan Afrika kıtasını dolanıp Hint denizlerine seferler yapıp oradaki Arap rehberlerden kendilerinde olmayan haritaları alırlarken, diğer taraftan geliştirilen haritalar yardımıyla Amerika kıtasını keşfe çıkıyorlardı. Portekiz limanından o kadar çok denizci batıdan Hindistan’a gitmek üzere yola çıkıp dönmemiş ki, Portekiz limanına açıları sokaklardan birinin adı Yolunu Şaşıranlar Sokağı olmuş. Bu, yolunu şaşıranlardan bazılarının Müslüman veya Türk denizciler olabileceği ihtimali ileri sürü1ünce Amerika'nın keşfini kendimize mal ediverdik kolayca. Bizim büyük bir gururla ikide bir öne sürdüğümüz 1513 Piri Reis haritası da, kendi döneminde de sonraları da pek ciddiye alınmadı. Kristof Kolomb ’un ve başka Portekizli denizcilerin haritalarından derlenmiş olduğu genel kabul gördü. Kopernik’ten soma Tybco Brahe (1546-1601), Galileo (1564-1642) ve Johannes Kepler’i (1571- 1630) ve Galileo ile ayın yıl doğan ünlü Shakespeare'i görüyoruz sahnede. Bu arada bazı önemli ve ilginç tarihi olayların zikredilmesinde de fayda var: Bu dönem Avrupa’da din ve mezhep savaşılan yapılmakta, oluk gibi kan akmaktadır. Bilindiği gibi bu yıllarda Orta Avrupa’da Katolik Kilisesine karşı reform hareketi başlar. Hareketin lideri Martin Luther, Papaya karşı 95 maddelik bir manifestoyu 1517 yılında Wüttenberk Kilisesinin kapısına çiviler. Muhtemelen aynı yıl aynı günlerde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, Mısırlıları yendiği Ridaniye Savaşından sonra, Mısırdan aldığı halifeliği, sırtında oluşturduğu ve dört asır boyunca taşımak zorunda kalacağı kamburun belki de farkında olmadan İstanbul'a getiriyordu. Yine bir süre sonra Papa, Protestanlığın başını ezmek için, büyük bir güçle Luther’in üzerine yürümeye hazırlarken, Kanuni'nin ordusu 1526 da Mohaç'da Macar ordusunu 2 saat içinde dağıtınca, Papa, Osmanlı istilasından korkarak kararından vazgeçmiş, Luther de Alman köylülerini ayaklandırarak Protestan reformunu tamamlamıştır. İnsan düşünmeden edemiyor, Martin Luther’in gelip, farkında olmadan, Protestanlığı ve kendisini belki de yok olmaktan kurtaran Kanuni'nin elini öpmesi gerekmez miydi? Yine bilim dünyasına dönersek, bizim anladığımız anlamda bilimsel metot, dünyaya olgunlaşmış olarak Galileo ve Kepler'le gelmiştir. Kopernik'in elinde, öngördüğü güneş merkezli evren ile ilgili bir delili yoktu. Ama Galileo kendi icat ettiği teleskopla rasatlar yapmış, tezlerini, yaptığı gözlemlerle kanıtlamıştır. Kopernik'in, gezegenlerin yörüngelerini muntazam daireler olarak yaptığı öngörünün de doğru olmadığını, yörüngelerin elips şeklinde olduğunu gözlemlerle kanıtlamıştır. Ayrıca Aristo'nun 10 kiloluk bir ağırlığın 1 kiloluk bir ağırlıktan 10 misli hızlı düşeceği şeklindeki, korkudan 2000 yıldır aksi iddia edilemeyen tezi, Galileo tarafından, bilim insanlarının önünde, Pizza Kulesi’nde yapılan bir deneyle çürütülmüştür. En ünlü kitabı son yazdığı İki Yeni Bilim adlı kitabıdır. Tabii Galileo da yazdığı birçok kitap ve kiliseye aykırı fikirleri sebebiyle kilisenin tepkisini çekmekte gecikmemiş, yargılanmış, kendisine dikte ettirilen bir metni 22 Haziran 1633 de imzalayarak ölümden kurtulmuş ama ömrünün son 8 yılını ev hapsinde geçirmiştir. İstenen ifadeyi imzaladıktan soma "Ama Dünya Yine de Dönüyor" dediği şeklindeki söylentinin gerçekle bir ilgisi yoktur. Galileo 1642 yılında öldü. “Galileo büyük İtalyanların sonuncusu oldu. Galileo'dan sonra hiçbir İtalyan bu çeşit bir cürüm işleyememiştir.” diyor Russel. Papalık uzun süren tartışmalardan sonra ancak 1982 yılında Galileo'nun mahkumiyetinden üzüntü duyduğunu, o da oy çokluğuyla bildirebilmiştir. Osmanlı'da da III üncü Murat devrinde bir rasathane kurma girişimi olmuştur. Suriye'den getirtilen o günün ünlü astronom ve mühendislerinden Takiyettin Efendi' den (1526-?) bir rasathane kurulması istenmiştir. Takiyettin Efendi 1578 yılında rasathaneyi kurmuş ve çoğunu kendi yaptığı aletlerle donatmış ve çalışmaya başlamıştır. Ama ondan asıl istenen falcılıktı. Takiyettin Efendi bu konuda başarısız oldu. Rasathane hakkında bağnaz çevrelerce dedikodular da üretilmeye başlanınca Padişah, Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa'ya, rasathanenin topa tutularak yıkılmasını emretmiş, Paşa da 1580 yılında gerekeni yapmış. Bu arada ilginç bir rastlantı, yine 1580 yılında Avrupa'da yeni bir rasathane faaliyete geçer. Danimarka Kralının özel o1arak tahsis ettiği adada ünlü astronom Tycho Brahe'nin kurduğu bu rasathane yıllarca çalışmalarım geliştirerek sürdürür. Bu arada bizim Padişah III üncü Murat, kendi yaptırdığı rasathaneyi kendi topçusuna yıktırdığından, müneccimlik ihtiyacım karşılayamaz olmuş, Prusya Kralı II inci Frederik'in de o sıralar küçük ordusuyla daha büyük orduları yendiğini duyunca, kendisine bir elçi göndererek 3 adet müneccim istemiştir. II inci Frederik'in cevabı İlginçtir: “Kuvvetli bir ordun olacak, ordun daima eğitimli ve savaşa hazır olacak ve hazinen her zaman dolu bulunacak. İşte benim 3 müneccimim.” Avrupa'nın adam eksen biter dediğimiz verimli toprakları, 1000 yıl kadar nadasta kalmış olmanın meyvalarını vermeyi sürdürmektedir. Galileo ile aşağı yukarı çağdaş olan Dekart'ı (1596-1650) görüyoruz. Biz onu hep modem felsefenin kurucusu olarak spekülatif kulvarda tanıdık ama o matematikçilerin en büyüklerindendir. Onun ünlü Girdaplar Teorisi sonraları Newton'un fikirlerinin kabulünü zor1aştırmıştır. Ancak bu günlerde kara deliklerin oluşmasında benzer teorilere kapı açmıştır. Bilim dünyasının unutulmaması gereken simalarından biri de ışık üzerine çalışmaları ile ün yapmış. Christian Huygens’dir (1629–1702) Huygens'i bilim çevresi dışındakilere tanıtan asıl şeyse 1657 yılında keşfedip patentini aldığı Sarkaçlı Saat olmuştur.< Yeni çağın başlangıcından günümüze kadar geliştirilen bilimde, üçlü bir sacayağı düşünülecek olsa bunlar hiç şüphe yok ki Galileo, Newton ve Einstein olurdu. Isaac Newton (1642-1727) Galileo 'nun öldüğü yıl doğdu. Sanki Avrupa’nın bilim dünyası boşluk kabul etmiyor, bayrak Newton'a devrediliyordu. Ga1ileo'nun aksine Newton dinî kurumlar bakımından çok daha hoşgörülü bir ülkede İngiltere'de doğmuştu. Newton, Maimonides’in Tektanrıcı Yahudilik görüşüne inanan bir Yahudi’ydi. İngiltere’de Bilim Kuruluna kabul edilirken bilim adamlarının etmek zorunda oldukları Hıristiyan ilkelerini esas alan yeminden zamanın kralı tarafından özel bir emirle muaf tutulmuştur. Newton Galileo'nun teleskopunun çok daha gelişmiş olanlarını yapmış, genel çekim yasalarını. saptamış kendisini üne kavuşturan ünlü kitabı Principia’yı yazmış, diferansiyel ve integral hesaplarını bulmuştur. Newton "Ben daha ileriyi görebiliyorsam benden önceki Devlerin omuzlarında duruyor olmam sayesindedir" demiştir. Elma ağacının altında otururken başına elma düşmesi olayı da tamamen hurafedir. Başına bir şey, en azından bir saksı düşmedikçe ayıkmamak bizim gibi sıradan insanlara mahsustur, Newton gibi dâhilere değil • Newton kendisi için şöyle diyor: Dünya beni nasıl görecek bunu bilemem. Fakat ben kendimi, kocaman bir gerçekler okyanusu, önümde keşfedilmemiş dururken, kıyıda kendimi oyalayan ve kah daha yumuşak bir taş, kah daha güzel bir deniz kabuğu bulan bir çocuk gibi görüyorum.
İngiltere’de 17inci yüzyılın sonunda bilimsel yöntemi yerleştiren ve İngiliz bilimini zirveye çıkarmayı başaran üç kişiden biri Newton ise diğer ikisi Robert Hooke (1635-1703) ve Edmond Halley'(1656-1742<) dir.
Bu çok ünlü bilim adamlarının doğduğu yıllarda, Osmanlıda Deli İbrahim padişah olmuştu. Padişah olmuştu da ne olmuştu derseniz cevabı kendisi versin: Deli İbrahim'in vezirlerinden biri ölür. Deli İbrahim musalla taşındaki tabuta yaklaşır, eğilerek bir şeyler fısıldar. Herkes meraklanır. Cesaretini toplayan diğer vezirlerden biri sorar: Sultanım Rahmetliye ne dediniz? "cevap - Öbür dünyada bu tarafı sorarlarsa onlara Deli İbrahim Padişah oldu de onlar gerisini anlarlar. "
Robert Hooke'un Newton'a büyük saygı ve itibar göstermesine karşın, huysuz bir adam olan Newton, Hooke'dan hiç hoşlanmaz ve onu kıskanırdı. Ünlü Optics adlı eserini, onun eleştirilerine muhatap olma korkusuyla ancak Hooke öldükten sonra yayınladı. Ünlü Fransız düşünür Volter Newton'un dostu ve büyük bir hayranıydı. Newton öldüğünde İngiltere’ye gelip cenaze törenine katılmış, İngiltere’de bir bilim adamına gösterilen saygı ve itibara hayran kalmıştır. Çok önemli bir gökbilimci olan Halley'i onun adıyla anılan kuyruklu yıldız ve adı verilen uzay istasyonu ile tanıyoruz. Halley İngiltere Kraliyet Gökbilimcisi idi. Kuyruklu Yıldızlar Astronomisinin Özeti adlı eserinde 1682 yılında gözleyerek keşfettiği Halley kuyruklu yıldızının 1758 yılında geri döneceğini ve tekrar izlenebileceğini öngördü. Bu öngörüyü Newton denklemlerine göre hesaplamıştı. Yıldız, öngörülen tarihte 1758 yılı Noel’inde tekrar görüldü. Bu sonuç, aynı zamanda Newton'un hesaplarının doğruluğuna basılan bir mühür oldu. Biraz hızlanarak bakarsak, kimyanın bir bilim haline gelmesi için temelleri atan Robert Boyle'ü, (1627–1691) Sanayi Devrimini başlatan buhar makinasını geliştiren James Watt'ı (1736-1819), Fransız Devriminin kurbanı olarak giyotinde can veren Lavoisier'i (1743-1794) görürüz. Lavoisier, Newton'un :fizik alanındaki Principia adlı kitabının, kimya alanındaki dengi sayılan Kimya Elementleri kitabını yazmıştır. Diğer bir ünlü bilim adamı Fransız Newton'u diye bilinen gökbilimci Pier Simon Laplace'(1749-1827) dir. Laplace beş ciltlik Gök Mekaniği isimli kitabının bir nüshasını Napolyon'a sunmuştur. İmparator kitabı şöyle bir karıştırıp
"Bu koca kitabı evrenin yaratıcısından bir kere hile söz etmeden yazmışsın öyle mi?" diye sorunca Laplace :,
"o varsayıma hiç ihtiyacım olmadı efendim" diye cevap vermiş. Ne diyelim ikisine de aferin. Laplace'ın en önemli eseri iki ciltlik "Dünya Sisteminin Açıklanışı" adlı eseridir. Şu tespitine kulak verelim: "Doğanın basitliği bizim kavrayışımızın basitliği tarafından ölçülemez.. Etkileri sonsuz çeşitlilik gösteren doğa, sadece nedenleri açısından basittir ve onun tutumluluğu oldukça az sayıda genel yasa aracılığıyla çok büyük sayıdaki ve genellikle çok karmaşık olguları öğretmesine dayanır"
Bilim tarihi yazarları bazı bilim adamalarını, Bilim Devrimcileri olarak anarlar. Bunlardan Galileo ve Newton'dan bahsettik. Haklarında kitaplar, kitaplar yazılan bu insanları biz sadece birkaç cümleye sığdırmak zorunda kaldık.
Şimdi de diğer bir bilim devrimcisinden, Charles Darwin'den (1809-1882 )bahsedeceğiz kısaca. Bilimsel ayrıntılar bir tarafa, Darwin'in önemi, biyolojistlerin, türlerin değişmezliği hakkında o zamana kadar beslemekte oldukları kanıyı bırakarak, bütün hayvan çeşitlerinin varyasyon ile ortak bir atadan gelmiş oldukları görüşü nü kabul ettirmesi olmuştur.. Doğal Seçilim Yoluyla Evrim Kuramı nı geliştiren Darwin, 1858 de Türlerin Kökeni adlı ünlü eserini yazıyor. Darwin çağı ve sonrası bilim, tek bir bireyin ilgi ve becerilerinin önemli bir etki yaratabildiği bir hobi olmaktan çıkarak, ilerlemenin, yerleri belli bir ölçüde doldurulabilen çok sayıdaki bireyin çalışmasına dayalı çok nüfuslu bir mesleğe dönüştü. XVIIinci . Yüzyıl ortalarında tüm dünyada bilim adamı olarak nitelendirilebilecek insan sayısı 300 kişi civarındayken, Darwin çağında 100 000 lere ulaşmıştı. Onun için Bilimde 4. Devrimci olacak Albert Einstein'e kadar adı mutlaka anılması gereken o kadar çok bilim insanı var ki sadece isimlerini saymaya bile ne yerimiz ne zamanımız yeter. Gene de günlük hayatla ilişkili buluşları sebebiyle bazı kayırmalar yapalım. Amerikalı bir meteorolog olan William Ferrell (1817-1891), Yerel Çevrimler Yasası diye anılan fizik kuramını buldu. Lavabo ve küvetlerimizde suyun boşalırken daima saat akrebi ters yönünde bir burgaç oluşturduğunu gözlemişsinizdir. Aynı olay güney yarım kürede ters yönde olur. Bu buluş, bu basit sonuçtan ibaret değildir. İkinci Dünya Savaşı sırasında güney yarım kürede savaşan İngiliz savaş gemileri, kuzey yarım küredeki hesaplara göre ayarlanmış atış donanımlarıyla yaptıkları atışlarda hedefleri sürekli şaşırmaya başlayınca, İngiliz mühendisler Ferrell kanunlarına göre atış hesaplarını düzeltmek zorunda kalmışlardır. .Diğer anacağımız bilim adamı Christian Andreas Doppler (1803-1853) dir. Bizden uzaklaşan bir ışık kaynağından gelen ışınların dalga boyunun uzadığını bu yüzden kızıla döndüğünü, yaklaşan bir kaynaktan gelen ışınların da maviye döndüğünü saptayarak önemli bir buluşa imza atmıştır. Böylece, gözlemlenen yıldızların bize yaklaşmakta mı yoksa uzaklaşmakta mı olduğunu Doppler sayesinde anlayabiliyoruz. . Fizik ve astronominin biraz dışına çıkalım. British Museum'un Doğu Antikaları uzmanı olan George Smith 1874 yılında Ninova'daki kazılardan çıkan kil tabletlerde Tevrat'tan bilinen birçok efsanenin, Nemrut hikayelerinin putperest geleneği içerisinde sunulmuş şekillerini bulmuştu. Bu buluş, Avrupa'yı yerinden oynattı. O zamana kadar Tanrı'nın Musa'ya ilham ettiği sanılan bu hikayeler, Musa'nın lanetlediği putperest geleneğinde de aynen mevcuttu. Bu Sümer Tabletleri çözüldükçe birçok efsanenin daha ipi pazara çıkacağa benzer. Kimya alanında, 1903 ün karı-koca kimyacı Nobelistleri Marie ve Pierre Curie'yi de anmalıyız. Karı-koca Nobelistler olarak tarihe geçtiklerini zikredelim Gelelim Einstein ve çağdaşlarına. Einstein ve çağdaşlarıArtık bu dönem tüfeğin icat olup mertliğin bozulduğu bir çağ olarak karşımıza çıkıyor. Bu günlere kadar Newton Kanunları geçerliydi ve biz az çok bunlara akıl erdirebiliyorduk. Birçok formüllerini ve uygulamalarını lisede öğrenebiliyorduk. Ancak, Einstein ve çağdaşları öyle konulardan bahsetmeye başladılar ki bizim devre dışı kalmamız bir yana koca Newton bile neredeyse dışlandı. Işık, ışık hızı, atom altı parçacıklar, izafiyet teorileri ve zaman boyutu gibi kavramlar gündeme geldi.İşte bu dönemi başlatan ve 1918 deıNobel alan Berlinli Max Planck da (1858-1947) çok önemli bir bilim insanı ve Einstein'in arkadaşıdır.. Einstein kemanda, Planck piyanoda sık sık buluşup müzik yapan bir ikili oluşturmuşlardır. Ne yazık ki Max Planc'ın hayatı trajedilerle doludur. İlk karısı veremden, bir kızı bir kazada, diğer kızı doğum esnasında, büyük oğlu I inci Dünya Savaşında ölmüşler, ikinci oğlu da Hitler'e suikasta karıştığı için idam edilmiştir. Max Planck oğlunun idamdan kurtulması için şart olarak ileri sürülen, Nazi Taraftarı bir bildiriyi imzalamayı reddetmiştir. Biraz daha genç olan Danimarkalı Niels Bohr (1885-1962) futbolcu kimliği ile tanınırdı ama 1922 de Kendisi ve 1975 de de oğlu Aage Niels Bohr'un (1922 –2009) Fizik dalında Nobel almasıyla, Baba-Oğul Nobelistler olarak yegane örneği oluşturdular. Böyle bir onur için insan neler vermez değil m? Einstein de 1921 de Nobel aldı. Genel kanının aksine Nobel' e layık görülmesi Görecelik Kuramı sebebiyle değil "Teorik Fiziğe Katkıları, Özellikle Fotoelektrik Etki Yasasının Keşfi"nden dolayıdır. Einstein ( 1879-1955) da Newton gibi bir Yahudi idi. Dünya biliminin sac ayağı olarak zikrettiğimiz Galileo, Newton ve Einstein üçlüsünden ikisinin Yahudi olması bence çok dikkate değer. Burada Einstein'in bilimsel buluş ve teorilerini detaylarıyla anlatacak değilim. Buna kalkışamam. Onun için işin biraz magazin tarafına bakalım. Einstein, birçok bilim adamından farklı olarak laboratuvara pek girmeyen, deney yapmayan bir adam. O, önermelerini masa başında yapıp ortaya atıyor, diğer birçok bilim adamı onun teorilerine karşı çıkıp yanlışlığını ispatlayacağız derken doğruluğunu kanıtlıyorlardı. 100 yıl önce bir metal üzerine bir ışık vurduğunda metal içinde bir elektrik akımı meydana gelmesi gerektiğini önermiş, bu önerme günümüzde güneş pillerinin esasını teşkil etmiştir. Einstein'den bu yana dünya bilimi o haldedir ki, hangi taşı kaldırsanız altından Einstein çıkmaktadır. O'nun Newton'a yaptığını yapacak bir bilim adamı henüz ufukta gözükmemektedir. İşin magazin tarafından devam edelim. Einstein, ben bir bilim adamı değilim, sadece çok meraklı bir insanım dermiş. Ölümünden kısa bir süre önce kaleme aldığı Tanrı Mektubu, 3 milyon dolara satışa sunulunca. bu mektuptan birçok malzeme çıktı. Birkaç örnek sunalım: Tanrı sözcüğü bana göre insanın güçsüzlüğünün bir ifadesi ve ürünü olmaktan başka bir şey değildir. İncil saygı duyduğum, ancak yine de ilkel ve bir hayli çocuksu bulduğum bir söylenceler topluluğu. Hiçbir yorum, ne denli incelikli olursa olsun, bu görüşümü değiştiremez: Yahudilik ise diğer tüm dinler gibi, en çocuksu boş inançların nesnelleştirilmesidir ve üyesi olmaktan mutluluk duyduğum Yahudi halkı da benim için öteki insanlardan farklı bir niteliğe sahip değildir Bu insanlarda seçilmiş olduklarını gösteren bir şey görmüyorum .
1926 da bir dostuna yazdığı mektupta:
Siyonizm’in eğitim alanındaki başarılarını takdir ediyorum. Ancak bir kurum olarak Siyonizm’i vicdanım rahat bir biçimde destekleyecek denli tanımıyorum.
Einstein, Yahudi devleti kuru1masına karşı çıkıyor, "Yahudilerle Araplar arasındaki güçlükler yapaydır ve bu yapay güçlükleri yaratan da İngilizlerdir. "diyor. 1952 yılında Israil Cumhurbaşkanı Weizmann ölünce. Başbakan Ben Gurion bu konum için Einstein’a teklif götürüyor. Einstein, "vicdanı için güç bir durum yaratacağı" gerekçesiyle bu teklifi geri çeviriyor. Buraya kadar bilimin etrafında dolaşıp bilim adamlarının dünyasında gezindik. Üretilen bilimsel konulara az çok akıl erdirebilecek veya üzerinde konuşabilecek durumdaydık. :Einstein'in Görecelik Kuramları konusunda bile bir şeyler söyleyebiliyorduk. Bundan sonraki alan sezgilerimize tamamen ters düşen aklımızı zorlayan dedik ya akla zarar bir alan. İşte bu alanın aktörleri Max Planck (1858 – 1947), Einstein (O'nsuz bir şey olmuyor), Niels Bohr (1885–1962), İsteği üzere mezar taşma bulduğu fizik formülü kazınmış olan Max Born (1882-1970) ve sonrasında Erwin Schrödinger (1887–1961) Kuantum diye fizikte akıllara zarar bir başka boyuta geçtiler. Bu alanda bir şeyler söyleyen, işi anlamış gibi yapıp TV lerde ahkam kesen insanlara rastlarsınız. Biraz dinledikten sonra siz de görürsünüz ki onlar da bir şey anlamamış. Çünkü konunun gerçek uzmanı bilim adamları bile sonuçta işin bir ucuna Belirsizlik Kuramı diye Werner Heisenberg'in (1901-1976) ileri sürdüğü bir kuram eklediler ki bazı şeyleri anlamak kolaylaşsın diye. Ama gene de anlaşılması öyle pek kolay değil sonuçta. Biz burada Newton Fiziğinin nerede bitip Kuantum Fiziğinin nerede başladığına işaret etmeye çalışalım ama daha ileri gitmeyelim. Bu kadarı bile belki de haddimizi aşmaya yeter. Arkası açık ve kurşun hızıyla giden bir kamyonetin arkasında elinde silahıyla duran bir adamın gidiş istikametine doğru ateş ettiğini düşünelim. Kurşunun hızı (Kamyonetin hızı ekleneceği için) iki misline çıkar . Adam geriye doğru ateş ettiğinde ise (Kurşunun hızından kurşun hızıyla giden kamyonetin hızı düşüleceği için kurşun namludan çıkar çıkmaz kamyonetin kasasının içine düşer. Burada her şey Newton Fiziği kurallarına göre cereyan eder. Şimdi aynı adam silah bırakıp eline bir ışıldak alsın. Kamyonet hızını biraz daha artırsın. Olmaz ama ışık hızının yarısı bir hızda gidiyor olsun. ışıldağı tutan adam ışığı gidiş istikametine de geliş istikametine de yöneltse ışık yine aynı hızla hedefine ulaşır. İşte ışığın böyle hareket etmesi bir parçacıklar ve dalga hareketi olan ışığın Newton'u pek tanımadığını ortaya koyar. Yani ışığın hızı kaynağının hızından bağımsız olarak sabittir. Newton'u hiç takmayan küçük parçacıklar ve dalga hareketlerinin kuralları ve belirsizlikleri Kuantum Fiziği’nin alanına girer.
Bu alanın kuralları sezgilerimizle çelişir. Onun için biz sıradan insanları çok zorlar. Kaldı ki bilim adamlarını da zorlamaktadır. İşin başlarında Bilim Dünyasının devi Einstein ile Niels Bohr'un, günün tüm ünlü bilim adamlarının huzurunda yaptıkları nefes kesen bir tartışmadan sonra, Einstein de bu yeni alanla tanışmıştır. Nasıl olsa haddimizi aştık. Bir de şu Einstein'in Görecelik Kuramını anlamaya çalışalım: Yukarıda ışığın hızının kaynağının hızından bağımsız ve sabit olduğunu ifade ettik. Bir maddenin hızı ışık hızına ulaşırsa madde ışığa dönüşür. Işığın hızı düşerse ışık maddeye dönüşür. Maddenin ışığa dönüşmesi enerjiye dönüşmesi demektir. Yani madde enerji. enerji maddedir. Evrende ışık hızından büyük hiçbir hız yoktur. Enerji ile madde arasındaki bağıntıyı Einstein E=MC2 olarak formüle etmiştir. Bu Özel Görecelik nın temelini teşkil eder. İşin bir de zaman boyutu vardır. Büyük bir meydan saatinin 9 u gösterdiği anda bizim onu görmemizi sağlayan ışınlarla aynı hızda meydan saatinden uzaklaştığını varsayalım. Bizim saatin 9 olduğunu gördüğümüz andan sonra saatin mesela 9.01’i gösteren ışınlar ışık hızıyla saat tam 9 da yola çıkan bizim gözümüze hiç ulaşamayacağı için saat bize durmuş gibi gelir. Yani zaman durmuştur. Onun için ışık hızında giden biri yaşlanmaz: Genel Görecelik Kuramı'na gelince: Bir trambolin düşünelim. Hani şu lunaparklarda çocukların üzerinde zıpladığı gergin ve esnek platform Bu platformun bir köşesinden karşı köşe ye doğru bir uyanıl topu yuvarlayalım. Top hedeflediğimiz noktaya doğru gider ve düz bir hat çizer. Şimdi esnek platformun ortasına ağırca, iri bir top koyalım: Trambolin biraz yamulacaktır. Eğer esnek trambolin platformuna bağlı ve ona dik bir platform daha varsa. bu iki dik platform. ortalarına konan ağır topun etkisiyle yamularak çok boyutlu bir hal alırlar.
Bu Genel Görecelik Kuramıdır. Bir de zaman boyutu var ama orayı fazla zorlamayayım.
Şimdi aynı bilardo topunu aynı istikamete tekrar yuvarlayalım: Top bu yamulmuş platformda değişik bir yol izleyecek ve değişik bir yere gidecektir. İşte uzaydan da ışık bize böyle . yamulmuş bir güzergah izleyerek gelir. O yüzden biz çok uzak gök cisimlerini gerçek yerlerinde değil göreceli bir yerde görürüz, Her gök cismi çekim gücünün büyüklüğüne göre uzayı eğer büker. Uzay bu şekilde eğilip bükülmüş sonsuz düzlemlerden oluşmuş gibidir. Güncel GelişmelerSon günlerin popüler konusu Avrupa Uzay Ajansı tarafından 2004 Martında uzaya fırlatılan Rozetta uzay aracı 10 yıllık bir yolculuktan sonra Churymov-Gerasimenko kuyruklu yıldızıyla baştan hesaplandığı gibi 12 kasım 2014 de buluştu. Uzay aracından Philae adlı iniş modülü kuyruklu yıldızda çalışmalarını yaparken Rozetta da yerleştirildiği yörüngede kuyruklu yıldızın çevresinde dolanarak keşif görevini sürdürüyor. Kuyruklu yıldızla dünya arasındaki uzaklık 65 milyon km. olmasına rağmen Rozetta 7, 5 milyar km yol kat ederek hedefine ulaşmıştır. Genel Görecelik Kuramından söz ederken uzayın sonsuz sayıda yamulmuş düzlemlerden oluştuğunu düşünebiliriz demiştik. Bu kadar yamuk yumuk güzergahlar ormanında hedefini bulmak oldukça zor oluyor demek ki.Evet, insanlığın ulaştığı bilimsel gelişmeler gurur verici. Bunu sağlayan bütün bilim insanlarına şükran borçluyuz. Katarakt ameliyatı olurken veya göz kusurlarımızı düzeltirken hekimin kullandığı Lazer ışını veya green light uygu1amaları, kök hücre tedavileri, MR görünlemeleri, internet erişimleri, LCD, I-phone, transistör gibi hayatımıza giren ve her gün şaşırtıcı bir hızla değişip gelişen bu teknoloji Kuantum Fiziği ’nin nimetleridir. Umutlar, Kaygılar, UyarılarAncak ben burada insanlık adına bir endişemi de be1irtmeliyim. Çağımızın bilimsel gelişmelerine biz sıradan insanlar akıl erdiremez olduk. Eski çağlarda bir takım doğa olaylarına akıl erdiremeyen insanlar mistisizme yönelmişler, olur olmaz şeylere tanrı deyip tapınmış1ardır. Zamanla bilim adamlarının öncülüğünde bazı gerçeklere ulaştıkça aydınlanmışlar, batıl inançlardan mümkün olduğunca uzaklaşmaya çalışmışlardır. Bunca akıl almaz yeni yeni keşiflerden sonra insanların bunları anlamada karşılaştıkları güçlük ve acz onları yeniden mistisizme yöneltmektedir. Tarihte pek çok defa yaşanmış örneklerde olduğu gibi insanlar, analitik düşünüp akıl erdirmeye çalışmak yerine, ispatı mümkün olmayan önermelere kolayca inanmakta bu inançlarını, kendilerinin kutsallaştırdığı ve tartışılmaz kıldıkları dogmalara bağlayarak rahatlamayı yeğlemektedirler. Postmodern peygambercikler türemekte, TV yayınlarında gayet eğitimli insanların bile, bilimsel konulara kafa yormak yerine, önlerine konan süslü püslü safsatalara inanıverdiklerini görüyoruz. Esasen böyle bir alıcı kalabalığı oluşunca konunun tacirleri sahneye çıkmakta, en eğitimli, özellikle varlıklı (Fakiri sevmezler çünkü) ailelerin çocuklarını mürit olarak istihdam etmekte, servetlerine servet katmaktadırlar. Bu husus tehlikeli boyutlarda gelişmektedir. Bilimin akıl almaz gelişimi sürdükçe, bu piyasada alıcılar çoğalacağı için, doğal olarak yeni markalar yeni tacirler artarak türeyecek belki de yeniden bir karanlık çağa dönüş eğilimi ile karşılaşılacaktır.O halde gerçek aydınların çok uyanık olmaları gerekmektedir. |