Bizim çocukluğumuzda
Aydın’da belli başlı kahvelerden biri
Bilal’in kahvesiydi. Bilal’in kahvesi
Hükümet Bulvarından yukarı doğru çıkarken sağda,
Ramazan Paşa Camisinden biraz aşağıdaydı. Hükümet Bulvarının orta refüjünde palmiye ağaçları vardı. Bulvardan arada bir Aydın’daki bir kaç taksiden biri olan
Tabakkıran Mehmet’in Chavrolet’i veya
Topal Cemal’in mavi Dodge’si kahvenin önünden geçerdi. Tabii vali beyin siyah makam arabası sabah akşam belli saatlerde hükümet konağına çıkar inerdi. Kahveye trotuardan birkaç basamakla çıkılırdı.
Ön tarafta geniş bir bahçesi vardı. Sabahları arkadaki binanın öğleden sonra da yandaki binaların gölgesi bahçeyi güneşten korurdu. Arka tarafta da yaz öğleden sonralarının gölgede bile dayanılmaz sıcaklarından kısmen korunabilmek için kaçılan küçük bir bahçe daha vardı. Mestan Efe işte bu kahvenin müdavimlerindendi.
(*)
.
Cumhuriyet sonrası düze inen birçok eşkıya gibi affa uğramış pek kirli işlere de bulaşmadığı için eski eşkıyalığı ile değil efeliği ile anılan Mestan Efe, belli bir saygınlığı olan herkesçe sevilen biriydi. Mestan Efe hemen her sabah Yağcılar’daki evinden çıkar, kahveye gelir her zamanki yerine yani komşu duvarla kahve duvarının birleştiği köşeye yüzü giriş kapısını kontrol edebilecek konumda, ihtiyaçtan değil bir aksesuar olarak taşıdığı bastonuna dayanarak oturur, gelen gidenle selamlaşır, ama çok gerekli olmadıkça kimseyle konuşmazdı.
Bilal’in kahvesi memurların, avukat, doktor, hakim gibi şehrin muteber insanlarının da mekanıydı.
. Avukat Sökeli Muharrem, Doktor Nuri Bey, Çilingiroğlu Şerif Bey, Şevketiye Muhtarı Çerkez Fuat ve Ağır Ceza Reisi Topal Hakim’den oluşan bir grup da bazan burada toplaşır hafta sonu gidilen veya gidilecek olan avdan, avla karışık yenen kır yemeklerinden söz ederler,. Çilingiroğlu Şerif’in hikayelerine kahkahalarla gülerlerdi. . Topal Hakim’in namından da anlaşılacağı üzere bir ayağı aksardı. Adını pek kimse bilmez ama soyadının . Kocareşitoğlu olduğunu ve . Koca Reşit Paşa’nın torunu olduğunu herkes bilirdi. Mestan Efe kahvede karşılaştığı herkesle selamlaşır ama Topal Hakim’e ayrı bir ihtimam gösterir, onun kahveye girdiğini gördüğünde ayağa kalkar ve saygıyla eğilerek hakim beyi selamlardı.
br>
Mestan Efe kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz, kimseyle pek konuşmaz, daima gülümseyen bir yüzle oturur, çoğunlukla çay bazen de dallı ada çayı içer arada bir de nargile fokurdatırdı. Çok sık olmasa da
tabakasını çıkartır ağır ağır bir tütün sarar, muhtar çakmağıyla yakar, hafif hafif sigara tüttürürdü.
Zaman zaman uyuklar, kahvecinin "üç çay, bir dallı çek“ diye ocakçıya seslenmesiyle uyanır, yanı başında dama oynayanları göz ucuyla seyreder, bazen oyunculardan biri yanlış bir hamleye kalkıştığında istemeyerek aman ha anlamında ‘’ııh’’ diye bir ses çıkarır sonra da yaptığından utanarak zaten açık olan teni biraz kızarırdı. Açık renk gözleri hep yarı ıslak ama ışıklı durur, yanaklarındaki kılcal damarlar ona kanlı canlı bir görünüm verirdi. Yarı ıslak ışıklı gözleri bazan hiç bir dış etken yokken birden kararır birer kara deliğe döner, yüzüne kara sarı bir renk gelirdi. Böyle zamanlarda belli ki Mestan Efe Bilal’in kahvesinde değildir. Eskilerde bir yerlerdedir.
Belki Arpaz’da Girit’li Ahmet’in evini bastıkları gecededir de yere yatırıp göğsüne dayadığı mavzere rağmen Girit’li Ahmet yalvaracağına, ’’Baslen tetiğe ben çıkacak cana minnet etmem’’ demektedir. Belki de Böcekli Etem’in çifliğinde karşılaştıkları umulmadık direnişten eliboş dönmektedir. Gözler bir defa kara deliğe, yüzü kara sarıya dönüştümü Mestan Efe uzun süre öylece kalır, dünyayla ilişkisi kesilirdi.
Mestan Efe akşam oldu mu hava kararmadan Yağcılardaki evinin yolunu tutar, daima duvar dibinden yürür, bu sebepten kolu, sıvası dökülmüş tuğla duvarlarlara sürtündüğünde, diğer eliyle tuğlanın kırmızılığını silkeler, bu sırada kolu kuşağından hiç çıkartmadığı Nagant’ının kabzasına dokunur, bu dokunuş içini bir güven duygusuyla doldururdu. Evinin kapısına vardığında belli bir tonda bir iki öksürür ama eve girmez karısı Emiraşa’nın "Huuu“ diye sesini bekler ondan sonra eve girerdi. Bu onun birçok güvenlik önleminden biriydi. Haftanın birkaç günü sabah erkenden Beyköy yakınlarındaki bağına gider orada nişan talimi yapardı. İki varil arasına koyduğu bir kalasın üzerine boş gazoz veya rakı şişelerini sıralar onların ağızlarına olmaya yüz tutmuş ham incirleri, mevsimi değilse o irilikte çakıl taşlarını ya da uçmasın diye içini kumla doldurduğu kibrit kutularını koyar ve nişan talimini 10-15 adımdan bunlara ateş ederek yapardı. Mesele şişeleri vurmadan incirleri, çakıl taşlarını veya kibrit kutularını vurmaktı. Bu tabanca kullananların gayet iyi bileceği gibi pek basit bir iş değildi. Ama başka türlü de Mestan Efe olunmuyordu işte.
Atış talimine gittiği günler işler iyi gitmişse Mestan Efe o bildik güleç yüzüyle Bilal’in Kahvesindeki yerine gelip otururdu. Eğer o gün kurşunlardan bir kaçı şişelere isabet etmiş veya karavana olmuşsa gözler yine birer kara delik, surat yine kara sarıdır. Mestan Efe’nin ilerisi için hayalleri yoktu. O ununu elemiş eleğini asmıştı çoktan. Tek kızını Balta Köy’e gelin vermişti. Kızına aynı köyden kunduracı Ali’nin oğlu HışırAhmet de talib olmuştu ama .
Mestan Efe Yörük Elif’in oğlu Rasim’den yana kullanmıştı tercihini. Çünkü HışırAhmet adından da anlaşılacağı gibi zayıf naif bir çocuktu, hem de içkide ölçüyü kaçırıp sağa sola sataşırdı. Kızını kendisine vermediği için Mestan Efe’ye kin besler, salı pazarı günleri Aydın’a geldiğinde içer içer sağa sola sataşır Mestan Efe’ye de ileri geri söylenirdi ama Efe bunları pek ciddiye almaz Hışır’a muhatap olmazdı. Salı pazarı günleri Efe evinin ihtiyacını erken görür Hışır’la karşılaşma rizkini azaltırdı.
İlerisi için hayalleri yoktu Mestan Efe’nin ama anıları o kadar çok ve güçlüydü ki onlardan kurtulamaz, onlarla birlikte yaşardı. Bilal’in kahvesindeki köşesinde gençlik yıllarını, babasını düşünür, onu bir su tartışmasında yok yere vuran Dalma’lı İbram’dan intikam almak için nasıl yıllarca düşünüp takip ettiğini defalarca yaşardı. Sonunda onu şan olsun diye köyünün ortasında vurarak dağa çıkışını, Kara Çavuş’un çetesine katılışını her defasında daha detaylı olarak hatırlar o günleri tekrar yaşardı. İşte böyle anlardı onun gözlerinin birer kara deliğe döndüğü anlar. Çeteyle birlikte Arpaz’dan Koçarlı’ya, Koçarlı’dan Çakırbeyli’ye, oradan Savrandere’ye yel gibi esip ortalığı kasıp kavurdukları günleri hatırlar o zaman yüzü biraz aydınlanır gözlerine de ışık gelirdi.
Eşkiyalık hayatı kolay iş değildi. Jandarma takibinden kurtulacaksın, rakip çetelerle vuruşacaksın, hangi köye güvenip hangi köylünün seni gammazlayacağını bileceksin ancak böyle hayatta kalabileceksin. Mestan Efe’nin hiç unutmadığı bir çatışma vardı ki bu anı onun peşini hiç bırakmıyordu. Beş Parmak dağlarının Eski Çine’ye bakan sırtlarında birkaç olay sebebiyle hasım haline geldikleri Atçalı’nın çetesiyle karşılaşmışlardı bir ikindi vakti. Çatışma bütün şiddetiyle devam ediyor iki taraf da tek tük kayıplar veriyordu. Mestan Efe biraz ön safta bir sütrenin arkasına sinmiş hem kurşun yağdırıyor hem de düşmanın yoğunluğunun hangi tarafta olduğunu saptamaya çalışıyordu. Bir ara çemberini başından çıkarıp mavzerinin namlusuna taktı ve sütrenin üstüne doğru uzattı. Vınlayan bir kurşun sesinden sonra çember delinip yere düştü.’’Metelik kadar yerini göster ulen avrat donlu’’diye bağırdı ateş eden. Mestan Efe düşen çemberi yerden alıp başına giydiği sırada sütrenin üzerine çıkan birisi mavzerini ona doğrultmuştu. Mestan Efe onunla göz göze geldi, kendisine doğrulan namlunun kara deliğinin dehşetini yaşadı. Tam bu sırada bir silah sesi duydu. Silah sesiyle birlikte Atçalı’nın kızanının alnında beliren bir kırmızılıkla üzerine doğru düştüğünü gördü. Düşman son anda silahını ateşledi ama o zaman namlu başka yana düşmüştü. Mestan üzerine düşen adamı ittirip kalktı altından. Kalkmasıyla oturması bir oldu. Çünkü donunun ön tarafı tamamen ıslanmıştı.O arada yanına gelen arkadaşı Baltaköy’lü Dom Dom Ali onun o halini gördü ama görmezden geldi. Vuruşma karanlığa kadar devam etti. Karanlık basınca her iki taraf da bunu fırsat bilip bir taraflara sıvıştı. Böylece Mestan’ın donunun ıslandığını Dom Dom Ali’den başka gören olmadı. Her çetenin böyle vuruşmalardan sonra sığındığı yaralılarını tedavi ettiği yardım aldığı kuş uçmaz kervan geçmez köyleri vardı. Gece karanlığında gidip köylerine sığındılar.
Mestan Efe bir çok vuruşmaya katıldı hafiften yaralandığı da oldu ama onun unutamadığı çatışma bu çatışmaydı. İşte Bilal’in kahvesindeki köşesinde otururken hatırladığında onu encok üzen, gözlerini kara deliğe, yüzünü sarı karaya çeviren en kötü anısı buydu. Uzaktan uzağa kulağına bazan kendisinin Islak lakabıyla anıldığı fısıltıları da geliyordu ama kimse böyle bir şeyi ayen beyan dillendirmemişti. Ama Mestan Efe olayın tek şahidi Dom Dom Ali’nin bu ıslanma olayını kimseye anlatmadığına ne kadar kendini inandırmak istese de emin olamıyordu. Tek sermayesi cesaret olan böyle bir işte korkudan altına etmiş olmak ne kadar insani de olsa kolay taşınacak bir şey değildi.
Mestan Efe’nin sakin hayatı, evi, atış talimi için haftanın birkaç günü sabahları erkenden gittiği bağı ve Bilal’in kahvesi arasında geçiyordu. Efe bazen güleç bir yüzle köşesinde oturur, bazen gözlerini kara birer deliğe çeviren, çapar yanaklarını karartıp sarartan anılarına gömülür, günler böyle gelip geçerdi.
Bir salı pazarı günü herzamanki alışkanlığının aksine pazara çıkmayı öğleden sonraya bırakmıştı Mestan Efe. Tabakane deresinin yanından yürüyüp kolundaki sepetle pazar yerine dönmüş, ileride kenarda parketmiş Baltaköylülerin pazarcı otobüsüne doğru giderken birden karşısında HışırAhmet’i gördü. Hışırzilzurna sarhoştu. Efe ile karşılaşan Hışırz, Efeye bağırıp çağırmaya, küfretmeye başladı. Ağzından çıkan sözlerin birçoğu anlaşılmıyordu ama Hışır, Efe’ye kendisi dururken kızını o deyusa nasıl verdiğinin hesabını soruyordu. Efe bu çirkefle dalaşacağına pazarcı otobüsü burunlu Austin’in arka tarafına doğru yöneldi.
Hışırdaha bir cesaretlenmişti. Öyle ya koca Mestan Efe ondan kaçıyordu. Bunun üzerine Hışırbıçağını çekip ‘’işini bitircem ülen eşkiya bozuntusu’ diye bağırarak Efenin peşine gitti. Efe Austin’in etrafında dönmeğe başladı. Hışırhem bağırıyor, olmadık ağır küfürler ediyor elinde saldırmasıyla Efenin peşinden sendeleyerek otobüsün etrafında dönüyordu.
Kısa zamanda pazarın kalabalığı seyre gelmişti. Efe ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Elini tekrar kana bulamak, Aydın’daki saygınlığına, itibarına gölge düşsün istemiyordu. Tam bu sırada bir sürü küfürün arasında Hışır’ın ‘Ülen ıslak donlu kavat altına işetcem len seni’ dediğini duydu. Gözleri kara deliğe döndü yine, yüzü kara sarıya. Böylece otobüsün etrafında geri döndü, peşinden gelen
Hışır’la yüz yüze gelmesiyle Nagantını çekmesi bir oldu. Kalabalık, iki el silah sesi duydu. Hışırdizlerinin üzerine çöktü . Yaktın beni ıslak dedi anlaşılır anlaşılmaz bir homurtuyla. Bu sözü pek kimse tam anlayamadı ama Mestan Efe’nin tam anlamıyla beynine çakıldı bu sözler. Hışır’ın cansız bedeni göğsünde iki delikle otobüsün yanına serildi.
Mestan Efe boş gözlerle toplanan kalabalığa baktı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Çok kimse
‘iyi oldu bir pislik temizlendi’ gibi şeyler söylüyordu. Efe
Austin’in tamponuna dayanıp bir sigara sardı kalabalıktan biri atılıp sigarayı yaktı.
Efe derin derin dumanı içine çekti. Bir taraftan da olayın analizini zihninde yapmaya başladı. Otobüsün etrafında dolanırken Hışır’ı vurmanın artık farz olduğuna hızla karar vermiş aynı hızla bunun bir nefsi müdafa olmasının planını da yapmıştı. Efe’nin yaktığı sigara daha bitmemişti ki polisler geldi. Efe’yi ve birkaç gönüllü görgü şahidini alıp karakola götürdüler.
Olay bütün Aydın’da hemen duyuldu. Salı pazarına gelen köylüler akşam köylerine bu haberle döndüler. Haber Bilal’in kahvesinde de bomba gibi patladı. Salı pazarı günleri kahve daha bir kalabalık olurdu. Akşama doğru, Topal Hakim ve Avukat Sökeli Muharrem birlikte gelip her zamanki masalarına oturdular. Onlara daha sonra tapu müdürü Osman Bey ile Şevketiye Muhtarı Çerkez Fuat da katıldı. Mestan Efe’nin köşedeki sandalyesi boş duruyordu. Bütün masalarda olduğu gibi bu masada da günün olayı konuşuluyordu. Mestan Efe herkesin sevdiği biriydi, Hışırise ölümüne herkesin neredeyse sevindiği biri. Duruma bakılırsa olay açık bir nefsi müdafa idi ve Mestan Efe’nin ilk duruşmada beratı neredeyse kesin gibiydi.
Olaydan kısa bir süre sonra mahkeme günü gelip çattı. Efe’nin savunmasını Avukat Muharrem Bey ile Şevketiye’li Avukat Hasan Bey üstlendiler. Savcı iddianameyi okudu nefsi müdafanın pek açık olmadığını savundu. Avukatlar da aksini. Topal Hakim beraatda kararlıydı. Kararına şahit ifadelerine ilaveten bir destek olsun diye bir hakimin sormaması lazım gelen bir tarzda Efe’ye
‘‘ Mestan Efe sen korkutmak için havaya ateş etmek istedin ama istemeyerek kurşunlar maktulün göğsüne geldi değiln mi?’’ diye bir soru sordu. Efe evet diyecek ve beraat kesinleşecekti.
Ama öyle olmadı.
Efe havaya ateş edecekti de kurşunlar yanlışlıkla adamın göğsüne gelecekti. Mestan Efe’nin yine gözleri birer kara deliğe, çapar yüzü sarı karaya döndü bir süre öyle kaldı. Sonunda ‘’Allah utandırmasın Hakim Bey isteseydim iki kaşının ortasından vururdum’’dedi. Topal Hakim dahil herkes donup kalmıştı.
"Şeriatın kestiği parmak acımaz" kuralı işledi. Efe’ye bilmem kaç yıl ceza verildi.
Mestan Efe’nin Bilal’in kahvesideki köşesi uzun süre boş kaldı. Hükümet Bulvarının orta refüjündeki palmiyeler kesilip kaldırıldı. Bir kaç yıl sonra da ne palmiyeleri ne de Mestan Efe’yi hatırlayan kaldı. Zaman işte böyle bir değirmen galiba.
(*)
Mestan Efe Aydın'ın Mesutlulu köyünden olup Kurtuluş Savaşı'nda Yunan kuvvetlerine ağır darbeler vurmuş, Aydın ilinin kurtuluşuna oğullarıyla birlikte katkıda bulunmuştur.
▲