Kurucusu, İspanyol
Josemaria Escriva de Balaguer y Albas ,
1966 yılındaki bir söyleşide Fransız
Figaro gazetesine
“Opus Dei ‘de insan kendisini evinde hissetmektedir; Kenya ‘da veya Nijerya ‘da olduğu kadar Japonya ‘da, Amerika ‘da olduğu gibi Avusturya , Meksika veya Arjantin ‘de, hiç fark etmez. Dünyanın her tarafında, bütün bu ülke insanları arasında kök salmış, aynı din ve aynı imana mensup olma hadisesi. Hiçbir kültürün belirlemediği, tarihin her hangi bir özel çağına ait değil. ”
demektedir. Ancak haritaya dikkatlice bakıldığında, bu Katolik teşkilatın, özellikle
İspanyol kültürü nün
hâkim olduğu ülkelerde daha kolay serpilip geliştiği dikkati çekmektedir.
Bunu da olağan karşılamak gerekir, zira teşkilat
1928 yılında
İspanya ‘da kurulmuştur. Genişleme faaliyetlerine
1935 yılından itibaren
Fransa ‘da başlamış,
1947 ‘de bu ülkede başarıya ulaştıktan sonra dünya çapında yayılma gayretlerini artırmıştır. Asıl genişleme dönemi,
1946 yılından itibaren merkezini evrensel katolik kilisesinin merkezine,
Vatikan ‘a nakletmesinden sonrasına rastlamaktadır.
Teşkilatın Katolik felsefesine uygunluğu sürekli tartışılmaktadır. İsviçreli ilahiyatçı
Hans Urs von Balthasar gibi taraftarları,
Opus Dei ‘yi katolik inanç bütünlüğü içinde değerlendirirken,
Regensburg ‘ta katolik Dogmatik Profesörü olan alman
Wolfgang Beinert, Katolik fondamantalizm olarak algılamaktadır.
Opus Dei ‘nin uygulamaları da farklı tepkilere yol açmaktadır; Hıristiyanlardan, yaşadığı dönemdeki
İsa gibi emeklerini ve günlük hayatlarını kutsallaştırmalarını beklemektedir. Bu teklif, birçokları tarafından makul bulunsa ve kabul edilse bile kullandıkları metotlara şiddetle muhalefet edenler de eksik değildir. Güçlü bir tarzda yerleştikleri toplumlardaki sosyal etkileri ve Vatikan üzerindeki tesirleri tenkit konusu olmakta, kendi anavatanı
İspanya ‘da dahi “
Kutsal Mafya ” olarak adlandırılmaktadır.
Teşkilat bir ülkeye ilk girdiğinde, yüksek rütbeli bir din adamını
bölge sorumlusu olarak tayin etmekte ve o bölgeyle ilgili bütün kararlarda kendisine tam yetki vermektedir. Hemen bölge ve ülke çapında faaliyetle başlamakta, genellikle yabancılar tarafından yürütülen yayılma faaliyetleri ve kurulan vakıfların çalışmaları
Opus Dei ‘nin ismi anılmadan topluma benimsetilmeye çalışılmaktadır.
Bu çalışmalar çoğu zaman
“günlük hayatın kutsallaştırılması ”, yani insanların günlük hayatlarında daha dindar davranmaları amacının çok ötesine geçmekte, ilim, kültür, medeniyet, politika, sanat ve sosyal ilişkilerin tamamının din eksenine yani Hıristiyanlık temeline oturtulmasını hedef almaktadır.
Onlara göre toplumun inanç sisteminin ifade usulleri gibi fertlerin ruhlarının kurtuluş yolu, imanı koruma ve onu tanrıya yöneltme yöntemleri de Hıristiyan olmak zorundadır. Hıristiyanlaştırmaktan kastedilen ise demokratik çoğulculuğu da hiçe sayarak, muhalifleri tamamen toplumdan dışlamaya dönüşen katolikleştirme çabasıdır. Zaten gizli tutulan inançlarına göre de (
De Spiritu et de piis servandis consuetudinibus ) sadece Katolikler hakiki Hıristiyan sayılmakta, diğerleri
İsa ‘yı bile bilmeyen, sözde Hıristiyanlar olarak kabul edilmektedir.
Hıristiyanlaştırma çalışmaları
1950 ‘lerden itibaren her yerde aynı yolu izlemektedir; önce belli bir çevreye nüfuz edebilmek için üst seviyede bir şahıs bulunur, onun yardımıyla ağır fakat ısrarlı gayretlerle yukarıdan aşağıya doğru inilir.
Bu modelin ilk uygulaması
İspanya ‘da bizzat teşkilatın kurucusu
Escriva tarafından yapılmış,
1940 ‘larda başlayan çalışmalar ellili yıllarda semeresini vermiş,
1957 yılında üç üyesi hükümette bakan olarak görev almıştır.
Elde edilecek nüfuzlu kimseler için öncelikle devlet yönetimindeki kimseler tercih edilmektedir. Aynı stratejiyi
Vatikan bürokrasisinde de uygulamışlar ve büyük ölçüde başarılı olmuşlardır. Diğer ülkelerde de önemli olan şahsın kudret ve nüfuzudur; yönetim biçimi veya ideolojisi onları ilgilendirmemektedir. Yine de programın en kolay uygulanabildiği yerler Katolik ülkeler olmaktadır.
Latin Amerika ‘nın askeri diktatörlükleri hem Katolikliği yayma, hem de dini komünistlerden koruma kisvesi altında ülkelerinde teşkilatın başarısına zemin hazırlamışlardır.
Teşkilatın
Doğu Avrupa ülkelerinde aynı gelişmeyi gösteremediğini, zira komünist hükümetlerden aynı müsamahayı görmediğini tahmin etmek zor değildir. Seksenli yıllarda
Papa 2. Jean Paul ‘un özel gayretleri ve temin ettiği maddi imkânlar teşkilatın kendi ülkesi
Polonya ‘da dahi gelişmesine yetmemiştir.
İspanya ‘nın kültür hakimiyeti dışındaki
İtalya, İrlanda, ve
Portekiz gibi Katolik ülkelerde de
Opus Dei güçlü
örgütlere sahip olabilmiştir. Katolik oranı fazla olan
Kenya ,
Kamerun ,
Kongo D. C. ve
Uganda gibi bazı Afrika ülkelerinde de teşkilat
1958 yılından itibaren kuvvetlice yerleşmiş haldedir. Protestan nüfusu fazla olan
G. Afrika ‘ya ise ancak
1998 ‘den sonra girebilmiştir.
Asya ‘da fazla bir başarı gösteremese de yine
1958 yılından itibaren faaliyetini sürdürmekte,
1993 yılından itbaren de
İsrail ‘de
Kutsal Toprak ‘ta (
Kudüs ) çalışmaktadır.
İslamiyet ’in hakim olduğu ülkelerden sadece geniş bir Katolik azınlık barındıran
Lübnan ‘da
1996 yılından itibaren faal haldedir. Daha önceleri bir
İspanya sömürgesi olan
Filipinler ise diktatör
Marcos ‘un yönetiminde iken,
1964 yılından itibaren teşkilatın
Güney – Doğu Asya ‘daki kalesi durumundadır.
Etkili durumdaki üye sayısı 80. 000 tahmin edilmektedir. Sayılarının az olduğu yerlerde bile büyük ağırlıkları mevcuttur. Din yayma faaliyetleri; bankalar, sanayi kuruluşları ve zengin tabakanın katkıları ile kurulan vakıf ve özel fonlarla desteklenmektedir.
Teşkilat altmışlı yıllardan itibaren ağırlığı politikadan ziyade ekonomi ve sanayiye kaydırmıştır. Dünya çapında yürüttüğü faaliyetleri desteklemek ve güçlendirmek için büyük bir maddi güce ihtiyaç duymaktadır.
Gelir getirici faaliyetleri yönetmek için seçilmiş mesleklerin kalifiye mensuplarından yararlanmaktadır. Çoğunlukla laik görünümlü ünlü birer doktor, avukat, sanayici, bankacı, ilim adamı ve politikacı plarak tanınan mensuplarının yarıya yakını bekar insanlardır. Bunlar kazançlarının büyük bölümünü teşkilata devredip cüzi meblağlarla geçinen idealistlerdir. Böylece teşkilat dünyanın her tarafından gönderilen asgari
30 milyon marklık bir aylık gelirin bir kısmını, yeterli gelir elde edemediği
Afrika ve
Asya ‘ya tahsis edebilmektedir.
Vatikan bürokrasini desteklemek;
Amerika ,
Avrupa ve
Asya ‘daki
altı adet üniversitesi ile, beş adet iş idaresi okulu nun bütçe açığını kapatmak ve dünyanın dört bir yanına dağılmış sayısız enstitü ve okulların masraflarını karşılamak bu şekilde mümkün olmaktadır.
Teşkilatın mali yapısını güçlendirmek üzere
1964 yılından itibaren
Opus Dei ‘ nin kendisine bağlı veya üye ve sempatizanları tarafından yönetilen banka ve finans kurumları arasında yeni bir yapılanmaya gidildi. Bağlı kurumlar ve şahıslar arasında ilişkiler sıklaştırılarak yeni ortak fonlar, kuruluşlar meydana getirildi. Böylece daha sonraları “
altın şebeke ” diye anılan mali yapı ortaya çıkmış oldu. Bu yapılanma sonucu teşkilata ait birçok faaliyet, üyelerinin şahsi teşebbüsü görüntüsünü kazanmış oldu.
Üyelerinin ismi gizli tutulduğu gibi gizli talimatları (
Vademecum de las Sedes de los Centros ) gereği bu faaliyetlerin ve maddi menfaatlerin hangi amaca hizmet ettiği hemen hemen hiç anlaşılamamaktadır. Kuruluşların pek çoğu milli ve milletler arası alanda tanınmış kurumları desteklemek suretiyle kendilerine iyi isim yapma, tanınıp benimsenme yolunu seçmektedir.
Mesela
İtalya ‘daki milletlerarası üniversite vakfı,
Avrupa Birliği ve
Avrupa Komisyonu ile birlikte çalıştıklarını ileri sürerek “
kalkınmakta olan ülkeler ve doğu Avrupa” konularında faaliyetlerini sürdürmekte, AB fonlarından yaralanmaktadır.
Bu kadar karışık ve karmaşık sistemin istismar edildiği de görülmektedir. Örnek olarak teşkilatın aktif üyesi, yetmişli ve seksenli yıllarda uluslar arası faaliyette bulunan
İspanyol Rumasa Grubu nun kurucusu ve yöneticisi
J. M. R. Mateos gösterilebilir. Teşkilatın imkânlarından kendisine muntazam menfaat sağladığını itiraf etmiş, şirketlerinin kamulaştırılması sonucu hükümetin sırtına iki milyar dolar borç yüklenmiştir. Bu şirketin ortaya çıkmış çalışma sistemine bakarak Opus Dei ‘nin dünya üzerindeki ekonomik faaliyetlerini nasıl yürüttüğünü anlayabiliriz.
Netherall Educational Association isimli bir firma,
1983 yılında
Londra ‘nın güzel bir bölgesinde geniş miktarda arsa kapatabilmek için gerekli finansmanı temin etmekte güçlük çekmemiştir. Zira
Rumasa ‘ya bağlı olarak
Zürih ‘te kurulan
Limmat ‘ın yöneticisi avukat
A. Wiedederkehr aynı zamanda
Nordfinanzbank ‘ın genel müdürüdür ve finansman kolaylıkla transfer edilebilmiştir.
. Aynı şahıs,
Tanrı ‘nın Bankacısı diye anılan
R. Calvi ile birlikte
Vatikan bankasında çalışmaktadır.
Limmat ‘ın başındaki diğer iki yöneticiden birisi, alman
H. Thomas ,
Rhein – Danau ( Ren – Tuna ) kuruluşu ile güney amerika ve doğu avrupa işlerini yürütmektedir. İkincisi ( İtalyan
U. Farri ) ise
ICU ‘nun ( Üniversite ve üniversite gençliği dayanışması, işbirliği kuruluşu ) genel sekreteridir. ICU, teşkilatın bütün dünyadaki üniversitelerinin ve buralardaki öğrencilerin finansmanından sorumludur. Gazeteci
G. Urquhart ‘ın araştırmaları,
Avrupa Komisyonu nun dört genel müdürlüğü ve yardım programı olan
ECHO ‘nun, ICU ve bağlı kuruluşlarını desteklediğini, 44 büyük, 144 küçük projesinin finansmanını sağladığını açıklığa kavuşturmuştur.
Avrupa Birliği ,
Limmat ve
Rhein- Danau ‘nun projelerinin yanında belçıkalı
Actec ‘i, Estonya ve Rusya üzerinde çalışan finlandiyalı
Avrupa Eğitim Merkezi (ETC) ‘ni de desteklemektedir. AB, “
Avrupa Ruhu ” programının Opus Dei ‘nin bir faaliyeti şeklinde yürütüldüğünü görmezden gelmektedir.
Filipinlere kurulan
Asya ve Pasifik Üniversitesi ‘nin kuruluş organizasyonunda da aynı sistemin işleyişini görmek mümkündür. Faaliyetlerin yürütülmesinde ICU ‘nun yanıbaşında başka kuruluşlarla birlikte
Rhein-Danau ve
Limmat da
görev almıştır.
Avrupa Birliği 1995 ‘te kuruluş faaliyetleri için avans olarak 250 bin Ecu ‘lük resmi bir yardımda bulunmuştur. İsviçredeki kalkınmaya yardım kuruluşu,
Bern insani yardım teşkilatı da devreye girip
Filipinler ‘deki Opus Dei ‘ye ait
Meslek Eğitimi ( PT İnc. ) vakfına gerekli yardımı ulaştırmıştır.
Bir projenin uygulanma alanı, merkeze veya destekleyicilerine ne kadar uzaktaysa, kontrolü ve gözetimi de o kadar zor olmakta, küreselleşme denilen hadise ilerledikçe teşkilatın para toplaması ve bunları gözlerden uzak tutması kolaylaşmaktadır.
Nadiren de olsa aksi durumlarla karşılaşıldığı, dönen dolabın dişlerine taş değdiği de olmaktadır; Berlin ‘deki FWM vakfının AB ‘nin Tempus projesi kapsamında Polonya ‘da uygulayacağı gençleri hedef alan bir pilot proje için finansman talebi incelendiğinde, projeyi uygulamak için partner seçildiği belirtilen teşkilatın böyle bir çalışmaya niyeti olmadığı görülmüş, proje tutarının yükseltilmesi için harcama kalemlerinin aşırı şişirildiği belirlenmiştir.
Nitekim Papa 2. Jean Paul 1994 yılında “Avrupa ‘daki tüketimi özendiren hedonist fikriyata karşı büyük bir savunma duvarı ” gerektiğini açıkladığında teşkilat, kendi ifadeleriyle, bu düşmana karşı yeni bir Majino Hattı inşa etmeye, gençleri yarı askeri sıkı bir disiplin içinde organize ederek “savaş birlikleri ” kurmaya başlamıştır.
Teşkilatın AB , Nato vs. gibi çokuluslu kuruluşlarda papalığın politikalarını benimsetmek, milletler arası toplantılarda da bu yönde kararlar alınmasını sağlamak için büyük gayretleri olmakta, bu gibi faaliyetler global amaçlar olarak görülmektedir.
Şahıs bazında ise üyelerini gözü kapalı fanatikler gibi kullanmakta, klasik kilise teşkilatının sınırlandırılmış görev alanlarına bağlı kalmaksızın onlara dünyanın her tarafında görev verebilmektedir. Teşkilatın başı, gerektiğinde adamlarını sorumlu papazlarının haberi olmadan bölgelerde görevlendirebilmekte, Opus Dei bürolarında üyeler fişlenerek özelliklerini belirten ayrıntılı dosyaları tutulmakta, kendilerine merkezden tanzim ve tasdik edilen fotoğraflı kimlik kartları verilmektedir.
Teşkilattaki din adamları, papalığın kurmayı işaret ettiği savunma hattının kale burçları gibi görev yapmakta, bunlar zaman içinde Vatikan hiyerarşisinde yükselerek bünyenin omurgasını oluşturmaya çalışmaktadırlar. Son Papa seçiminde ( Mart 2005) Konklav (seçici meclis) ‘a giren üyelerin en yenisi J. L. C. Thorne da teşkilata mensuptur.
Vatikan ‘da zaten yeteri kadar destekçileri her zaman mevcuttur. Papa 2. Jean Paul ‘ün ölümü üzerine papa seçilen Jozeph Ratzinger (yeni Papa 6. Benediktus ) papa olmadan önce din konseyini yönettiği gibi, teşkilata ait Pamplona üniversitesinde de görev yapıyordu.
. E. M. Somalo : ispanyol, iki konseye başkanlık ediyor, papanın ölümüyle yeni papanın seçilmesi arasında geçen sürede sorumlu yönetici, bütün ailesi ve bir yeğeni teşkilatta görevli.
. D. C. Hoyos : kolombiyalı, konsey başkanı, teşkilatın bütün faaliyetlerine katılır
. R. Etchgaray : fransız, 2000yılındaki büyük jübile komitesinin başkanı, Pamplona üniversitesi şeref üyesi .
. L. M. Neves : brezilyalı, konsey başkanı, güney Amerika komisyonu yöneticisi
. A. L. Trujillo : kolombiyalı, papalık aile konseyi başkanı, çok uzun süreden beri teşkilata bağlı.
Teşkilatın gücünü artıran bu gibi yüksek makamdaki Vatikan yöneticilerinin yanında, Opus Dei ‘nin elde ettiği nüfuzu doğru bulmayan kardinaller de mevcuttur. Ancak teşkilatın gücü, sadece üyeleri, yandaşları veya tek bir ülke ile sınırlı kalmamaktadır; bu kaynaklardan ve dünyanın dört bir yanından akmakta olan bilgiler Roma ‘daki merkezde toplanmakta, değerlendirilmekte ve “hakiki” kilisenin kuruluşu için gerekli stratejinin tesbitinde kullanılmaktadır. Zira, teşkilatın kurucusu Escriva ‘ya göre kilise, bu günkü haliyle çürümekte olan kokuşmuş bir cesetten ibarettir! Kendi teşkilatı ise “güneş gibi açık, talimli bir ordu gibi korkutucu … tabiat üstü bir güzellik” olarak gözler önünde durmakta, “takdir-i ilahi, Tanrı ‘nın kilisesinin tam kalbine yerleştirilmiş kurtuluş reçetesi” kimliğine bürünmektedir.
Opus Dei ‘nin katolik kilisesi üzerindeki etkisinin devamlı artması, diğer sebeplerin yanında, papalığın meclis ve konseylerinde üyelerinin sürekli görev almalarıdır. Üstelik teşkilatın gizliliğe verdiği önemden dolayı, bilinen üyelerinden başka çok sayıda üyesi de kurullarda görev almasına rağmen teşkilatla olan bağları gizli kalabilmektedir. Vatikan ‘ın hükümet teşkilatında da çok sayıda üyenin mevcudiyeti bilinmekle beraber, açıktan etkilerini hissettirmemeye özen göstermekte, bizzat papanın kendisine nüfuz etmeyi tercih etmektedirler.
Hükümetin her bakanlığında her yıl bir genel kurul yapılmakta, danışmanlar davet edilmekte, projeler hazırlanmakta, dosyalar tamamlanmakta, kararlar alınmaktadır. Teşkilatın merkezi de Roma ‘da olduğu için, bu danışman ve uzmanların birçoğu teşkilat üyelerinden seçilmekte, alınan kararların çoğunluğu doğrudan teşkilat tarafından geliştirilmiş olmaktadır.
Dünyanın her tarafından toplantılara katılmak üzere gelen temsilciler zaten görev yaptıkları yerlerde etki altına alınmakta ayrıca haklarındaki her türlü bilgi merkeze ulaştırılmaktadır. Bilgilerin toplandığı yerin ( basın bürosu ) başında da, papayla her gün görüşme imkânına sahip bir teşkilat üyesi bulunmaktadır.
Teşkilatın genel merkezi Roma ‘nın en itibarlı semti Parioli ‘nin en gözde caddesi Bruno Buozzi üzerindeki Tevere Sarayı dır. Burası, dünyada din, diyanet ve kilise konusundaki bilgilerin başka hiçbir teşkilatın başaramayacağı şekilde toplandığı yerdir. Buradan geniş bir etki alanı yaratarak, gelişmeleri ve çatışmaları yönlendirme fırsatını ve olaylara zamanında müdahale imkanını bulmak mümkündür. Kısacası, Opus Dei ‘nin kilise dünyasının en yüksek gücü olarak çıkışını durdurmak imkansız görünmektedir.
KAYNAK :Peter HERTEL Che Cosa é, e Quanta Costa l ‘Opus Dei ? L‘Imes dergisinin L‘Impero del Papa, 1 / 2000 (Papa İmparatorluğu) özel sayısı, sh. 163 - 171
G. Corigliano Aynı dergi, sh. 172 - 176