ARKA BAHÇE


                       BAŞ SAYFA DÜŞÜNCE ODASI  MAVİPENCERE   GÖZLEMEVİ   ARKABAHÇE   IŞIKLIYOL
                                    Alıntılık      Belgelik   Yarenlik   Okumalık ‎   Bakmalık   Gezinmelik
MİSTİSİZM, RASYONALİZM VE HÜMANİST AYDINLAR ‎

I - GİRİŞ

Bu yazıyı tatilde evimdeki kitaplığımdan ayrı olduğum için tek bilgi ‎kapısı olan İnternet’ten yararlanarak kaleme aldım. Bu oyalayıcı, ‎aldatıcı ve arada da bilgi verici “arkadaş” ile epey didiştim. ‎Her ne kadar tatmin edici bir sonuca uğraşamadımsa da epey belge, bilgi ‎topladım. Bunlar arasından yaptığım ayıklama sonunda kaleme aldığım ve ‎burada sunulan yazı bu sürecin ürünü.
‎ Biraz sıkıcı ve didaktik sayılabilecek bir alanda olduğumun farkındayım. ‎Onun için yazıyı mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım.
‎ ‎

Kapsam

‎ Mistisizm ve Rasyonalizm. Bu başlıktaki gerek mistisizm ve ‎gerek rasyonalizm üzerinde çok şey yazıldı, çok söz söylendi. ‎Halâ da pek çok platformda bu konular üzerinde hararetle durulmaktadır. ‎Diğer taraftan gerek mistisizm ve gerek rasyonalizm kavramları, bence, ‎özgürlük ve özgürce düşünmeye giden uzun ince yola baş koymuş ve ‎hakikati aramayı başlıca görevlerinden biri sayan özgür düşünce tutkunu ‎aydın insanın alet çantasında bulunması gereken en önemli araçlar ‎arasında yer almaktadır.
‎ Bunu böyle ifade etmekle beraber, kısacık bir yazıda, birbirine zıt gibi ‎duran, bu iki kavramı, kısa da olsa açıklamaya kalkışmanın pek akıllıca ‎olmadığının da farkındayım. Benim niyetim, mistisizm ve rasyonalizm ‎kavramalarının içlemi, kaplamı ve gelişimi üzerinde fazla derine inmeden ‎bazı aktarmalarda bulunduktan sonra, Masonun gerek mistisizm ve gerek ‎rasyonalizm karşısında özgür düşünce tutkunu aydın insanın nasıl ve ‎nerede durması gerektiği konusundaki acizane görüşlerimi açıklamaktan ‎ibarettir. ‎ ‎

Kavramlar

‎ Mistisizm sözcüğü köken olarak sır, esrar anlamına gelen İngilizce ‎mystery ve Fransızca mystère sözcüğüyle ilişkilidir. Rasyonalizm sözcüğü ‎ise Latince’de, akıl, karar, sayma hesap anlamına gelen ratio sözcüğünden ‎türemiştir.
‎ Özgür düşünce tutkunu aydın insan sözcüğüne gelince: Şairin dediği gibi ‎ ‎“Gülü tarife ne hacet ne çiçektir ‎biliriz!”.‎ Gerek mistisizm ve gerek rasyonalizm kavramları, aslında ‎dinbilim(ilahiyat) veya felsefe terimidir. Bu kavramlar felsefede, özellikle ‎metafiziğin 5 ana alanından biri olan Bilgi Kuramı ‎‎(epistemology) içinde derinlemesine incelenmektedir. Bu incelemeye ‎göre, bilgilerimizin kaynağı ile ilgili öğretiler dört ana başlık altında ‎toplanır:
    ‎ ‎
  1. .Doğuştancılık (Innatisme): Bilgilerimize doğuştan sahip ‎olduğumuzu, doğduğumuz anda bütün bilgilerin bizde mevcut ‎bulunduğunu ileri süren öğretiler <
  2. ‎ ‎Duyuculuk (Sensualism): Bilgilerimizin duyularımızdan ‎geldiğini ileri süren öğretiler <
  3. ‎ ‎Sezgicilik (Intuitionism): Bilgilerimizin sezgimizle elde ‎edildiğini ileri süren öğretiler. <
  4. ‎ ‎Usçuluk (Rationalism): Bilgilerimizin aklımıza ‎dayandığını ileri süren öğretiler<
‎ Konuşmamın konusunu, bu açıklamada dördüncü sırada görülen ‎Rasyonalizm öğretisi ile üçüncü sıradaki sezgicilik öğretilerinin içinde ‎yer alan Mistisizm öğretisi oluşturmaktadır.
‎ Bu iki kavramın insanlığın gelişimi üzerindeki anlamı ve önemi üzerinde ‎fazla durmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Yalnız tarihî gelişim ‎sürecine baktığımızda, insanların önceleri daha çok sezgi ile elde ettikleri ‎bilgilere dayandıklarını, akıl yürüterek bilgi edinmeye ve bu suretle elde ‎edilen bilgileri kullanmaya daha sonra başladıklarını söyleyebiliriz. Yani ‎bir anlamda, insanlar mistisizmle, rasyonalizmden önce tanışmış olmalılar. ‎Bununla beraber bu yazıda, görüşlerimi daha kolay açıklayabilmek için ‎önce rasyonalizmi ele almanın uygun olacağını sanıyorum. ‎ ‎

II - RASYONALİZM

‎ ‎

Tanım

‎ Felsefe ve dinbilimden alınmasına rağmen rasyonalizm ‎sözcüğü değilse bile rasyonel sözcüğü günlük yaşamda ve ‎yazılı ve görsel medyada sıkça kullanılmaktadır. Bilimsel yazılarda ise ‎rasyonalizmin yerini Türkçemizde usçuluk sözcüğü almaya ‎başlamıştır.
‎ Önce bu sözcüğün iki ayrı ansiklopedik sözlükte verilen tanımlarını ‎aktaracağım: Terimin dinbilim açısından tanımı Katolik ‎Ansiklopedisinde ‎ şöyle verilmektedir. ‎ ‎‎ ‎.Rasyonalizm
    ‎ ‎
  • (1)[Dar Anlamda]Almanya’da Protestan düşüncesinin ‎gelişmesinde belli bir döneme işaret eder ‎
  • (2)[Geniş Anlamda] İnsan aklının veya anlayışının ‎hakikatin tek kaynağı ve nihaî test aracı olduğu görüşüdür. ‎
  • (3)[Hıristiyan Teolojisi Bağlamında] Vahiy yoluyla ‎erişilen bir gerçeği felsefî kategorilere veya önceden belirlenmiş ‎formlara göre değerlendirerek detaylandırma yöntemi
‎ Felsefe Terimi olarak ise rasyonalizm, Orhan Hançerlioğlu ’nun ‎‎Felsefe Sözlüğü’nde:.'‎ ‎ usçuluk başlığı altında şöyle ‎açıklanmaktadır.: ‎ ‎‎ ‎Usçuluk. (Akliyye, Rationalism)
‎ ‎
‎ İnan'a karşı usu çıkaran ve her türlü doğaüstü verileri tanımayan ‎öğretilerin genel adı… Usçu bir öğreti, gerçek anlamıyla usa dayanır ve ‎usdışı olan her şeye karşı koyar. Ne var ki felsefe tarihinde usçuluk, us ‎kavramı gibi, çeşitli yönlere çekilmiş ve ters anlamlarda da kullanılmıştır. ‎Örneğin ampirizm (deneycilik, görgücülük) karşıtı olarak ‎kullanılmıştır.
‎ Usçu (rasyonalist) öğreti bütün insanlarda doğuştan, değişmez bir us ‎bulunduğunu; bu usun da özsel, tümel, zorunlu, deney-dışı gerçeklik ‎taşıdığını ileri sürer
. ‎ Bu iki sözlükten yapılan alıntıları özetlersek, rasyonalizm, hakikatin en ‎önde ve üste gelen kriterinin insan aklı olduğunu ileri süren görüştür.
‎ Rasyonalist düşüncenin kökeni Antik Yunana dayanıyor. Başta Sokrat olmak üzere bu dönemin pek çok düşünüründe rasyonalist ‎düşünceye rastlıyoruz. Bununla beraber rasyonalizm, asıl Kıta ‎Avrupasında 17’inci yüzyıldan itibaren gelişmiştir. Aynı çağlarda İngiltere’de ise ampirizm düşüncesi hayat buldu. O çağlarda bu ‎iki felsefî okul arasında başlayan tartışmalar bugün de bir ölçüde devam ‎ediyor, ama konumuz açısından rasyonalizmin ampirizmi de kapsadığı kabul ‎edilebilir.
‎ İlerde değinilecek bazı görüşleri daha iyi açıklayabilmek için, önde gelen ‎düşünürlerin bilgimizin kaynağı olarak ileri sürdükleri rasyonalizmle ilgili ‎düşüncelerine hızlıca bir göz atmak yararlı olabilir. Bu bakımdan burada, ‎üç düşünürün, (Sokrat, Dekart ve Kant’ın) görüşlerine kısaca ‎değinilecektir. ‎ ‎

Sokrat

‎ ‎Sokrat(Socrates) diyor ki < socrates
‎“insanlar dünyayı anlamadan önce kendilerini anlamalıdırlar.
‎ Bunu başarmanın tek yolu da rasyonel düşüncedir.”
‎ Antik Yunandaki anlayışa göre insan iki kısımdan oluşur: Beden ve ‎Ruh. Ruh da iki ana bölüme ayrılır: İrrasyonel bölüm, Rasyonel bölüm: ‎‎İrrasyonel bölüm duygularımızın ve arzularımızın yer aldığı ‎bölümdür. Rasyonel bölüm ise özümüz, yani asıl benliğimizdir. ‎‎
‎ Günlük yaşamımızda, irrasyonel ruh, beden ve onun maddî ‎isteklerini kapsar ve onunla birleşir. Bu durumda duyularımızın kölesi ‎oluruz; Dünyayı algılamamız duyularımızın bize verebildikleri ile sınırlı ‎kalır. Oysa, Ruhumuzun diğer bölümünün, rasyonel ruhun, ‎normal olarak pek farkında olmayız; belki bazen düşlerle, hayallerle bize ‎ayan olur.
‎ ‎Sokrat’a göre filozof, ya da daha genel bir deyimle, düşünen ‎insan, irrasyonel ruhunu, yani ruhunun irrasyonel bölümünü arıtmalı, ‎bedenin kölesi olmaktan kurtarmalıdır. Bu manevî gelişme sonunda ‎irrasyonel ruh, beden içinde rasyonel ruhla birleşir. Kişi tam bir insan ‎olur.
‎ Bu yüzden rasyonalizm sadece basit bir zihinsel süreç olmayıp, algıda ‎olduğu kadar kişinin manevî yapısında ve kimliğinde de bir değişim ‎anlamını taşır. Böylece rasyonel ruh, yaşamda maneviyat âlemine ulaşmış ‎olur. Yalnız, Dünyayı bu şekilde algılayabilmek için insan, önce kendi ‎ruhunu tanımalı, yani gerçekten ne olduğunu bilmelidir. Delphi'dekiApollon Mabedi’nin girişinde altın ‎harflerle yazılı olan KENDİNİ BİL sözünün anlamı bu ‎olmalı.
‎ ‎

Dekart

‎ ‎Dekart (Descartes), ebediyen geçerli olabilecek doğruların ‎bilgisinin sadece akıl ile elde edilebileceği görüşünde idi. Ona göre ‎matematikteki, bilgi kuramındaki ve bilimin metafizik temellerindeki ‎doğrular bu tür doğrular arasındadır. Buna karşılık fizik bilgilerini elde ‎etmek için bilimsel yöntemle desteklenen deneylere de ihtiyaç vardır.
‎ ‎ descartes ‎ ‎Dekart’in vardığı sonuçlardan birisi de şudur:
‎ Akılcı yoldan hakikatin aranması sırasında, içinde bulunduğumuz realite ‎içindeki her şeyi, doğruluğuna inandığımız şeyler dahil, şüpheye tabi ‎tutmalıyız.
‎ ‎Dekart’ın, geliştirdiği yöntemler, zihnin (akıl’ın ) tanımadığı, kabul ‎etmediği hiçbir doğrunun bilgi sayılmamasını zorunlu kılıyordu.
‎ ‎Kant (Immanuel Kant), Saf Aklın Eleştirisi adlı ‎eserinde deneycilik (ampirizm) taraftarları ile rasyonalistler arasındaki tartışmadan hareketle her iki tarafın ‎da yanlışlarını ve doğrularını ortaya koymak ister. Ona göre, saf akıl, ‎kendi sınırlarının ötesine geçerek, bütün olası deneyimlerin dışında kalan ‎alandaki Tanrının Varlığı, Özgür İrade, Ruhun Ölmezliği ‎gibi kavramları bilmeye, kalkarsa hataya düşer. Kant bu kavramları kendiliğinden şeyler (numen=noumenon) olarak adlandırır ve ‎tanım gereği bu kavramlar bütün deneyimlerin ötesinde olduğu için bunları ‎bilmemizin mümkün olmadığını söyler.
‎ ‎

Kant

‎ ‎Immanuel KantKant’a göre, insan, bilgi elde etmek için, esas ‎olarak deneye muhtaç ise de, deneylerden elde edilen bulguları tutarlı bir ‎düşünce haline getirmek için akıl’ın süzgeç olması zorunludur. Bu bakımdan ‎bilgiye ulaşmak için hem deneye hem de akıla muhtacız.


İlgimizin Nedeni

‎ Çok güzel de felsefenin epistemoloji gibi oldukça çetrefil bir alanı içinde ‎yer alan rasyonalizm bahsine bizlerin, yani hümanist aydınların, bu kadar ‎vakit ayırmamızın gereği, nedeni ne ola ki ?
‎ İki ayrı nedenden söz edilebilir:
‎ ‎Birinci neden, insan olmanın en önde gelen ‎koşullarından biri olan özgürce düşünme ‎ihtiyacı veya yetisidir. Düşünce özgürlüğü değil özgür düşünceden bahsediyorum. Yani insanın, görüşlerini, kanılarını, toplumun ‎empoze ettiği veya dinin şart koştuğu yahut iktidar sahiplerinin emrettiği ‎ya da geleneklerin içimize nakşettiği önyargılardan, yasaklardan, ‎dogmalardan arî olarak, hiçbir dış etkide kalmadan, sadece bilim, ‎mantık ve akıl temelinde oluşturabilmesi durumu.
‎ ‎İkinci neden ise, çok daha önceleri başlamış ‎olmasına rağmen 18’inci yüzyılda ivme kazanmış olan Aydınlanma akımı ve ihtiyacıdır.,
‎ Aydınlanma hem toplum ve hem de birey açısından önem arz eden bir ‎ihtiyaçtır. Çünkü cehalet, bağnazlık, batıl inançlar ve zorbalıkla mücadele ‎gerekmektedir ve bu mücadelede insanın aklını kullanabilmesi ancak ‎bireyin ve toplumun aydınlanması ile mümkün olmaktadır.
‎ Dikkat edilirse bu iki neden birbiriyle ilişkilidir ve ikisinin de temelinde, ‎yani gerek özgür düşüncenin ve gerek aydınlanmanın temelinde, ‎rasyonalizm bulunmaktadır. Özgür düşünce ve aydınlanma, aynı zamanda ‎hümanizm akımının en önemli öğelerindendir.
‎ Aydınlanma mücadelesinde 18’inci yüzyılda başlıca hedef Katolik Kilisesi ‎ve Aristokratik Düzendi. Burada dinsel bağnazlık, siyasal şovenizm gibi ‎olumsuzluklar çözüm arayışı da rol oynamıştır.
‎ Geçenlerde bir toplantıda 18inci yüzyıldaki bu olumsuzluklar artık önemini ‎yitirdiğinden söz ediliyordu. Oysa ben bu görüşe katılamıyorum; çünkü, ‎bugün dünyada da, ülkemizde de daha başka olumsuzluklar, fethedilmesi ‎gereken yeni hedefler ortaya çıkmıştır: Halkın gafletini basamak yaparak ‎başa çıkan baskıcı siyasal iktidarlar, cehalet ve hamakatla beslenen ‎tarikat, cemaat gibi dinî oluşumlar, sadaka ve ianeyi çok kârlı bir uğraş ‎haline getiren sözüm ona sivil toplum kuruluşları, aynı veya benzer ‎olumsuzlukları istismar ederek tüm ekonomik ve siyasal gücü ele ‎geçirmeyi amaç edinmiş gibi görünen çok uluslu şirketler vs.
‎ Diğer taraftan ülkemizde Tanzimat’la başlamış olan Aydınlanma süreci, ‎Atatürk Devrimleri ile neredeyse topluma mal olma noktasına gelmiş iken, ‎bugün ne yazık ki yeniden uğrunda mücadele edilmesi gereken bir duruma ‎dönülmüştür.
‎ Dahası batıda da post-modern akımlar, absürt tarikatlar gibi moda ‎inançlar😊 aydınlanmaya tekrar eğilme lüzumunu ortaya çıkarmaktadır. ▲ ‎‎
‎ Bütün bunlar aydınlanmacı, hümanist, özgür düşünce tutkunlarından ilgi ‎beklemektedir.
‎ ‎

III – MİSTİSİZM

‎ ‎

Tanım

‎ Bilgi kuramında sezgicilik adı verilen öğretiler içinde yer alan mistisizmin ‎Katolik Ansiklopedisindeki tanımı şöyle Mistisizm
‎ Uluhiyetle (tanrısal varlıkla) gönülden birlikte olmak için insan ‎ruhundaki dinsel arzu ve eğilim ve böyle bir arzu ve eğilimi ‎içeren sistem.
‎ İnsan ruhunun tefekkür ve sevgi yoluyla Uluhiyete (tanrısal ‎varlığa) erişmesi ve onunla doğrudan birliktelik veya bunu ‎sağlayacak süreçler veya yollar. ‎ Mistisizm sözcüğü Orhan Hançerlioğlu ’nun Felsefe Sözlüğünde ‎ ise ‎gizemcilik olarak adlandırılmakta ve oldukça kapsamlı bir biçimde ‎açıklanmaktadır. Bu açıklamaların bir özeti aşağıdadır:‎ ‎.Gizemcilik. (Os. Tasavvuf, İng. Mysticism) ‎
‎ ‎1.‎ Doğaüstü güçlerin varbulunduğu ve bunlarla ilişki ‎kurulabileceği ‎temeline dayanan dinsel dünya görüşü.‎ ‎ ‎
‎ ‎2.‎ İslamlığa özgü tasavvuf 'un ve bunun dışında Doğu ve Batı ‎içrekçilik ‎‎'lerinin gizemsel yapılı olmalarına rağmen, mistisizm deyiminin kapsamına ‎girmeyen çok ayrı özellikleri vardır. Bu ‎deyimler, birbirleriyle ‎karıştırılmamalıdır. ‎
‎ ‎3.‎ Gizemciliğin temeli Çin'de Konfüçyüsçü ’lük ve Taoculuk, ‎Hint'te ‎Brahmancılık, Mısır'da Hermesçilik, Yunan' da ‎Orfeosçuluk ve ‎Pitagorasçılık gibi ilkçağın gizemsel dinleridir. ‎Bu dinler halka kapalıydı ‎ve törenleri gizli yapılırdı. ‎ Bu açıklamada da sözü edildiği gibi mistisizmin kökü çok eski çağlara ‎dayanmaktadır. Çin’de, Hindistan’da, Mısır’da, Antik Yunan’da örneklerine ‎rastlanmaktadır. Daha yakın zamanlara gelindiğinde de İbrahim’in Dini ‎olarak nitelendirilen Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’te mistisizmin ‎geniş bir taraftar kitlesi ve uygulama alanı bulduğunu görüyoruz. Örneğin ‎Musevilik’te Kabala, İslamiyet’te Tasavvuf karşımıza çıkmaktadır. ‎Hıristiyan mistisizmi içinde özel bir adla anılan bir öğreti bulunmamasına ‎rağmen bu dine inananlar arasında da mistisizm oldukça büyük rağbet ‎görmüştür. Adı ne olursa olsun hangi inanç sistemi içinde yer alırsa alsın ‎bütün mistisizm öğretilerinin ana hatları itibariyle birbirinden pek ayrı ‎sistemler olmadığı hemen görülmektedir.
‎ Bu bakımdan mistisizmi açıklama bağlamında Hıristiyan mistisizmi ‎hakkında yazılmış bir makalede ‎ yer alan aşağıdaki bilgileri aktarmada bir ‎beis görmüyorum:
‎  ‎“İnsan ruhunun düşünsel, duygusal ve iradî olarak ‎niteleyebileceğimiz üç ayrı aktivitesi vardır. İnsanların Dinsel inançlarında ‎da bu manevî aktivitelere paralel bir çeşitlenme görülür. Bir insanda ‎düşünce, duygu ve iradeden hangisi egemen ise dine ve mistisizme yönelişi ‎ona göre şekillenir.”
‎  ‎“Duygusal, düşünsel ve mucizeci olarak üç tür mistisizm ve mistik ‎vardır: Birinci yani Duygusal mistik duygu âleminde kendisine tatmin bulur, ‎Düşünsel mistik bilgiye erişmek ve hakikati bilmek ister, Mucizeci mistik ‎ise gücün peşine düşer, eşya ve olaylar üzerinde güç icra etmek ‎emelindedir. Bunların ortak noktası ise şudur: Mistik kişi gerek dünyevî ve ‎gerek uhrevî konularda yalnız dinî inanç ve duygularına dayanır.”
‎  ‎ “Mistisizm diğer bir açıdan Doğalcı, Doğaüstücü ve Sufî olarak ‎sınıflandırılır. Doğalcı (naturalist) mistisizm, evrende bir birey olmanın ‎yarattığı heyecandan kaynaklanan olağan dinî bilinçtir. Doğaüstücü ‎‎(supernaturalistic) mistik kutsal ruhun etkimesinin gönlünde uyandırdığı ‎esinlerin etkisi altındadır, başka hiçbir şeyin farkında değildir. Sufî, ‎Teosofik(Theosophical) mistisizmde bir adım daha ileri gidilir. Mistiğin ‎ruhundaki esrimelerin Tanrının her yerde hazır ve nazır olmasının bir ‎tezahürü olarak bizzat Tanrının eseri olduğuna inanılır. Sonunda mistiğin ‎benliği Tanrı algılaması içinde erir ve onunla birleşir. ‎ ‎
‎  Mistik suskundur, söyleyecek sözü yoktur. İçine kapanır ki orada ‎kavramlar, düşünceler değil duygular hakimdir. Mistik ne gibi duygular ‎içinde olduğunu anlatacak sözcüklere ve ayrı bir dile sahip değildir. Bu ‎yüzden anlatmaya yeltense bile ancak din veya felsefeden alınan sıradan ‎kelimelerle yetinmek zorunda kalır“.
‎ Bu açıklamalardan mistisizmin, bir bakıma felsefedeki panteizmin ‎‎(tümtanrıcılığın) dinî terimlerle ifadesinden ibaret olduğu görülmektedir. ‎Bu nitelemeler Hıristiyan mistisizmi bağlamında yapılmışsa da, yukarda da ‎ifade edildiği gibi, içerik olarak ana hatları itibariyle diğer mistisizmler ‎için de geçerlidir.
‎ ‎

Şeyh Bedrettin

‎ ‎ŞeyhBedreddin ‎ Bütün mistisizm öğretilerinin önemli bir ortak noktası ise içerikle değil ‎yöntemle ilgilidir: Mistisizm öğretisinin aktarılmasında zorunlu olarak ‎ezoterik inisiyasyon yöntemi uygulanır. Ünlü Osmanlı dinbilimcisi ve ‎mutasavvıfı Şeyh Bedrettin bu zorunluluğu Varidat adlı eserinde şöyle ‎açıklıyor:
‎ ‎"Hak' (gerçek). halka açıklanamaz. Açıklanırsa ya yollarını sapıtırlar ‎ya da o gerçeği söyleyeni suçlarlar. Hak ve halk, ayrı ayrı ‎gözetilerek, birbirlerine alıştırılabilirler. Ama herhalde halk hakka ‎alıştırılmalıdır ‎
‎ ‎

Bertrand Russel

‎ ‎BertrandRussel ‎ Sanıyorum bu konuşmanın amacı bakımından mistisizm hakkında bu kadar ‎açıklama yeterli olmuştur. Yalnız bu bölümü kapatmadan büyük bir akılcı ‎ve şüpheci düşünür olan Bertrand Russel’in Mistisizm ve Mantık ‎ adlı ‎ünlü makalesindeki mistisizm ile ilgili aşağıdaki değerlendirmeyi aktarmak ‎yararlı olacaktır sanıyorum:
‎ ‎1.‎ ‎“Bilgiye erişmenin akıl yolu ve sezgi yolu diye iki ayrı yolu mu ‎vardır? Böyle ise bunlardan birisi diğerine üstün müdür.?
‎ ‎2.‎ Dünyada gözlemlediğimiz çoğulluk ve bölünmüşlük aldatıcı mıdır? ‎Başka bir deyişle varlığın birliği, yani vahdet-i vücud mutlak ‎gerçek midir?
‎ ‎3.‎ Zaman gerçek değil midir?
‎ ‎4.‎ İyilik ve kötülük hangi âleme aittir, hangi realitenin öğesidir?
‎ Bu dört sorunun dördüne de mistisizmin verdiği cevapların hatalı ‎olduğu görüşündeyim. Mamafih, önemli bazı çekincelerim olmakla ‎beraber, mistik yaklaşımda yaşanan duygulanmalar vasıtası ile, ‎başka hiçbir yoldan elde edilemeyecek bazı hikmetlere ‎erişilebileceğini düşünüyorum”
‎ Russel’in bu değerlendirmesi ile ilgili olarak şu iki noktayı belirtmek ‎gerekiyor:
‎ a Russel, bu makalede, konuya dinbilim açısından değil, daha çok ‎felsefî anlamdaki mistisizm bağlamında eğilmektedir.
‎ b Russel, bu değerlendirmesine, “mistisizmin hayata bir bakış açısı ‎olarak takdire layık olduğunu, ama bir inanç veya felsefî görüş ‎olarak aynı şey söylenemeyeceğini” de eklemektedir.
‎ ‎

IV - SON SÖZ

‎ Bilirsiniz, bir görüş, düşünce veya bilgiyi aktarmanın bilimsel yolu, ‎anlatılacak konuyu, bir mantık örgüsü içinde; giriş, açılım, sonuç şeklinde, ‎yani sonat formunda açıklamaktır. Ama bu yöntem ancak dinleyici ‎‎(=öğrenici) kitlesinin konu hakkında önemli ölçüde bilgili ve ilgili olduğu ‎çok sık rastlanmayan durumlarda geçerli olabilir. Muhatabınız geniş bir ‎topluluk veya bütün toplum ise bu yöntemle iyi bir sonuç almak pek ‎mümkün olmaz.
‎ Bu yüzden Çin ve Hindistan başta olmak üzere Doğuda, bu amacı ‎sağlamak için bilge kişi veya düşünür bir öykü, menkıbe, masal veya efsane ‎anlatır, dinleyicinin veya okuyucunun aktarılmak istenen görüş, düşünce ‎veya bilgiyi bu anlatının temasından veya içeriğinden çıkarması beklenir. ‎Bu yönteme, biliyorsunuz Kıssadan Hisse denir.
‎ Eski Yunandan itibaren Batı’da ise bir görüş, düşünce veya bilgiyi ‎açıklamak için iki veya da fazla kişinin konu ile ilgili olarak yaptıkları ‎konuşma veya tartışmalar aktarılır ve bilge kişinin görüşü dinleyiciye veya ‎okuyucuya bu yolla açıklanmış olur. Bu aktarma yoluna da Diyalog ‎Yöntemi denir.
‎ Her iki yöntemde de amaç görüş, düşünce ve bilgileri okuyuculara, ‎dinleyicilere aktarmaktan ibarettir. Tarih boyunca ortaya çıkmış olan ‎efsanelere ve menkıbelere bu gözle bakmalıdır.
‎ Bu yüzden, eski misterler gibi anlatılara, dudak bükerek veya adeta ‎nefretle yüz çevirerek uzak durmak yerine, bunlara yeni yorumlar ‎getirecek araçlar olarak bakılmalıdır. Bence, mistisizme de bu gözle ‎bakmak uygun olur.
‎ Bu kısa yazıyı Albert Pike’dan alınan bir paragrafın (biraz değiştirilmiş ‎şekliyle) bitirmek istiyorum.:
‎ Bütün dinlerin temeli ve dayanağı olan kadim ilkel inancın ‎esas umdeleri hep korunmuştur. Ancak halis bir hümanist ‎aydın pratikte bir filozoftur, çağlar boyunca akl-ı hikmet ‎‎(Wisdom) sayesinde benimsenmiş olan dinsel amblemler ‎altında, tabiat ve akıl ile çizilmiş olan planları esas alarak ‎bilginin gösterişli ahlakî binasını inşa eder.