| |
BAŞ SAYFA
DÜŞÜNCE ODASI
MAVİPENCERE
GÖZLEMEVİ
ARKABAHÇE
IŞIKLIYOL Alıntılık Belgelik Yarenlik Okumalık Bakmalık Gezinmelik |
TÜRK AYDINLANMASINDAKİ ROLÜ VE AYDIN SORUMLULUĞU . I - GİRİŞ ▲ . a - Temcit Pilavı
Cumhuriyetin çok önemli iki kurumu olan Köy Enstitüleri ve Halkevleri üzerinde kültür kuruluşlarının konferans, seminer gibi çalışmalarında çok duruldu. O kadar ki bazı aydın okutuculara artık bıkkınlık geldi. Belki de bu yüzden sözlerime bu okurlardan özür dileyerek başlamam gerekir.
Bu arada inkılaplar hayata geçmeye başlamıştı. Bir taraftan da değişikliklere karşı alttan alta bir hareket baş vermeye başlamıştı. 1930yılının Ağustos ayında Gazi Mustafa Kemal’in önerisi ve onayıyla Fethi Okyar Serbest Fırka yı kurdu. Bu kuruluş, temelde İnkılâplara ve Mustafa Kemal’e saygılı idi. Ama çok geçmeden muhalif akımların bu kuruluşu kendilerine mekân yaptığı görüldü. Bu gelişmeyi fark eden Fethi Okyar aynı yıl Kasım ayında Fırkayı kapattı. Onun için özür diliyorum. Ama yine de Halkevleri hakkında bu konuşmayı yapmaktan kendimi alamıyorum. Çünkü
BİR: Halkevlerine ben şahsen çok borçluyum. Çünkü orta öğrenimim boyunca, Cağaloğlu Orta Okulu ve İstanbul Erkek Lisesi’nin yanında bana yardımcı olan kültür yuvası Eminönü Halkevi oldu. Şimdi ona olan borcumu biraz olsun ödemek istiyorum. Hemen ilave edeyim ki 19 yıl ışık saçtıktan sonra 1951 yılında kapatılmış olan Halkevleri ile bugünkü Halkevleri aynı kuruluş değildir. Bugünkü halkevleri çok başka bir kuruluştur. . b – Bölümler ▲ Bu çalışmada Osmanlı’da sivil toplum örgütleri üzerine birkaç cümle söyledikten sonra, Cumhuriyet döneminde halka yönelik düşünsel ve kültürel çalışmalar yapılması için bir örgüt kurulmasının gerekli olduğu fikrinin doğup şekillenmesine yol açan ve birçok bakımdan Halkevlerinin öncülü olan Türk Ocakları olgusu üzerinde kısaca durmak istiyorum. Konuşmanın asıl hedefi olan Halkevleri ile ilgili açıklamalarımı 3 başlık atında sunacağım: Halkevlerinin
bir ders veya görev var mı? . c - Biraz tarih ▲ “ Üç İngiliz bir yerde buluşurlarsa çok geçmeden 3 ayrı dernek kurarlar” diye bir söz vardır. Dernek deyince, bir kısım insanları bir araya geldiği yapılar, kuruluşlar anlaşılıyorsa Osmanlı yaşamında da, İngilizler kadar değilse bile, böyle çok topluluk vardı. Örneğin:
Bununla beraber bu geleneksel topluluklar ile sözü edilen İngilizvari topluluklar arasında temel bir fark olduğunu gözden kaçırmamalı. İngilizvari topluluklar bireylerin kendi özgür iradeleri ile belirli amaçları sağlamak için yoktan var ettikleri oluşumlardır. Osmanlı’da ise sözü edilen kuruluşlarda kişinin kendi iradesiyle tek yaptığı, zaten var olan geleneksel bir kuruluşa “ intisap etmek”ten (katılmak)ibarettir. Tanzimat Döneminde kişilerin özgür iradeleriyle dernek şeklinde sivil örgütlenmeler yapabilmeleri mümkün olabildi. Ancak bu imkânı, bu konuda herhangi bir hukukî düzenleme yapıldığı için değil, memleketteki siyasal ve kültürel alanda esen “müsamahakar”hoşgörülü akımlardan doğan, ya da varsayılan, özgürlükçü hava vermiştir. Bu bağlamda, Osmanlı Devleti’nde ilk sivil toplum hareketlerinden birisi, Kapalıçarşı'daki çırakları eğitmek için Padişah fermanı ile 1863 de kurulan Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye’ dir. Bu kuruluşun başarılı çalışmaları görülünce eğitim kapsamı giderek genişletilmiş, sonunda bugünkü Dar-üş Şafaka Derneği ortaya gelmiştir. Benzer bir sivil toplum kuruluşu ise Padişahtan izin alınarak bilim alanında, kurulmuştur. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye adını taşıyan ve bir görüşe göre İngilteredeki Royal Society örnek alınarak kurulan bu kuruluş Mecmua -i Fünun adlı bir dergi de yayınlar. Asıl amacı “ilim ve fennin memlekette yayılması için gayret sarfedilmesi” olan bu derneğin başta gelen bir amacının da Jön Türkler zamanından beri Osmanlı aydının büyük tutkusu olan “modernleşme” hayali olduğu anlaşılmaktadır. . II - TÜRK OCAKLARI ▲ . a- Kuruluş Bu yenileşme hareketlerinin sürdüğü zamanlarda Memalik-i Osmaniye olarak anılan Osmanlı Topraklarının bir yanında böyle modernleşme hayalleri kurulur, bu yolda büyük çabalar sarf edinilirken Osmanlı Devletini oluşturan çeşitli etnik grupların - Avrupa Devletlerinin de yardımları ile - ayrılıkçı örgütler kurup tamyol faaliyete geçtikleri görülüyordu. 1908yılında Meşrutiyetin ilanı ile birlikte ayrılıkçılıkla ilgili rahatsız edici kıpırdanış ve davranışlar artmış, etnik gruplar ayaklanmaya, devleti parçalamaya yönelmişlerdi. Bu yüzden aydınlar arasında Osmanlı Devleti’nin yıkılmak üzere olduğu korkusu yayılmaya başlamıştı. Bu arada Osmanlı devletinin temelini oluşturan, ama millî kimliğinden hemen hemen habersiz yaşamakta olan Türk toplumunda da çeşitli din ve milliyetten meydana gelen kozmopolit yapıya bir tepki ve kendini bulma refleksi olarak bir uyanışın başlaması kaçınılmazdı. İşte Türk milliyetçiliği, Türkçülük akımı böyle doğdu. Ümitler bu akımın etkili olup, çöküşü önlemesine bağlanmıştı. O yüzden Meşrutiyet ile birlikte, milliyet esasına dayalı dernek kurulmasına ilişkin yasağın kalkması bir müjde oldu. Hemen birçok dernek ortaya çıktı. Bu dalgada kurulan derneklerin birkaçının isimleri şöyle:
. b -Amaçlar ve Faaliyetler ▲ Derneğin başlıca amacı kısaca“Türklerin kültürel birliğini ve uygarlık yolunda ilerlemesini sağlamak” şeklinde açıklanıyordu. Bu emel
Ocak büyük bir gayretle faaliyete geçti. Özellikle Türk dili ve tarihi üzerinde başarılı çalışmalar yapıldı. Örneğin. Balkan yenilgisini izleyen bunalımlı dönemde ulusal bilincin kökleşmesinde etkili olundu. Kuruluşundan sonra hızla yurt çapına yayılan Türk Ocaklarının şube sayısı 1916'da 25'e, 1919'da 35'e yükseldi. Ancak işgal yıllarında İstanbul, İzmir, Bursa gibi merkezlerdeki Türk Ocakları kapatıldı. Buna rağmen örtülü de olsa Türk Ocaklarının faaliyeti durmadı. Kurtuluş Harbinde ortaya çıkan milliyetçi hareketlere katkı verilmeye çalışıldı. Örneğin İzmir Türk Ocağı, Maşatlık Mitinginin, İstanbul Türk Ocağı da Sultanahmet Mitinginin düzenlenmesinde etkili olmuştur Kurtuluş Savaşının başarıya ulaşmasından sonra ocaklar yeniden açıldı ve çalışmaya başladı. Yeni kurulan Devlette Türk Ocaklarından çok şey bekleniyordu. Atatürk bu ocaklardan geniş ölçüde yararlanmayı düşünüyor, yurt gezilerinde Türk Ocaklarını ziyaret ediyor, Türk Ocaklarına Cumhuriyet Halk Fırkasının kültür şubesi gibi bakıyordu. “Partinin programlarını, mefkûrelerini vatandaşlara açıklamakla görevini yapmış olur” diyordu. Türk Ocaklarına hakim olan milliyetçilik görüşünün çağdaş ve gerçekçi bir ulusçuluk akımına dönüşmesini, buna halkçılık idealinin eklenmesini istiyordu. . c - Sonun Başlangıcı ▲ Biraz zaman geçince Türk Ocaklarının böyle bir başkalaşmayaşamasının mümkün olamayacağı anlaşılmaya başlandı. Bunun temel nedeni şuydu: >Türk Ocaklarının kuruluşu sırasında Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu toplumsal, kültürel ve siyasal koşullar ile simurg gibi adeta küllerinden doğmuş olan yeni Türk Devletindeki ortam çok farklıydı. Halk katmanlarında böyle bir fark pek belirgin olmasa bile, başta kurucu kadro olmak üzere aydın kesimine ümit ve heyecan dolu başka bir vizyon hakimdi. O zaman Türk Ocakları muhalif akımların başlıca barınağı haline geldi. İnkılaplara karşı hareketlerde daha aktif rol alındı. Örneğin Hamdullah Suphi 'nin öncülüğünde bazı faaliyetler yapılıyordu. Artık Türk Ocaklarının neye yaradığı sorgulanmaya başladı. Daha doğrusu Türk Ocakları hakkında diğer nedenlerle baştan beri var olan ikircikler, kuşkular su yüzüne çıktı. . d - Kapanış ▲ Bu nedenlerin bir araya gelmesi Ocakların kapatılmasını gündeme getirdi. Bu nedenler kısaca şöyle özetlenebilir:
Daha sonra 10 Mayıs 1931 tarihinde toplanan Cumhuriyet Halk Partisi'nin III. Büyük Kongresinde Türk Ocakları Kurultayı tarafından alınan karar aynen kabul edildi. Bu suretle Türk Ocaklarının 257 şubesi Cumhuriyer Halk Fırkasına geçti. . III - DURUM TESPİTİ ▲Türk Ocakları kapandıktan sonra Halkevleri kuruldu ve sağcı siyasîlerin bencil hırsları ve bir türlü sönmeyen kinleri yüzünden en başarılı anında bir kanun çıkarılarak kapatıldı. Bu bölümde bu hikâyeyi anlatmaya çalışacağım Ama önce Türk Yenilik Hareketleri denilen sürece kısa bir bakıştan sonra 19 Şubat 1932'deki, yani Halkevlerinin kurulduğu tarihteki manzara-i umumiye’ye ile ilgli 3 saptamada bulunacağız. . a - Türk yenilik hareketleri ▲ Fransız İhtilali ile eşzamanlı olarak III. Selim ’in Padişahlığı sırasında Türk yenilik hareketleri denilen süreç başladı. Bu sürecin başlamasında XVII. Yüzyıldan itibaren Büyük Petro’nun Rusya’da gerçekleştirdiği bir dizi reformun ve Osmanlıya askerî alanda yaşattığı acı deneyimlerin de büyük rol oynadığı muhakkaktır. Islahat veya reform adı verilen bu sürecin temelinde asrileşme= modernleşme = batılılaşma arzu ve emelinin yattığı görülür. Bu arzu ve emelin ortaya çıkışının asıl nedeni ise Avrupa'nın askeri, teknik ve ekonomik alanlardaki gelişimi karşısında sürekli kaybeden, zora düşe n çaresiz kalan, Osmanlı Devletini bazı yeni düzenlemelerle ayağa kaldırmak ve eski gücünü yeniden kazandırmak isteğidir. Osmanlı devlet adamlarının ve düşünürlerinin gözünde Osmanlıya yönelen tehditler öncelikle Avrupa devletlerinin ordularının dayandığıteknolojik üstünlükten kaynaklanıyordu. O halde ayni teknolojik düzeye erişmeyi sağlayacak değişiklikler yapılmalıydı. Bu değişikliklerin başında askerî teşkilatın yenilenmesi geliyordu. Nizam-ı Cedid ordusu bu yüzden kuruldu ve bu olay bir dizi başka olaya neden oldu. Önce Sultan Üçüncü Selim Kabakçı Mustafa İsyanı’ sonunda tahtan indirildi (29 Mayıs 1807) sonra da yerine geçen Sultan IV. Mustafa 'nın emriyle boğduruldu. (28 Temmuz 1808)O da bir yıl donra Alemdar Mustafa Paşa tarafından tahttan indirildi yerine kardeşi Sultan II. Mahmut olarak padişah ilan edildi. Sultan II. Mahmut Sultan, III: Selimin yolundan gitti. Askerlik başta olmak üzere devlet ve toplum hayatının hemen her alanında ıslahata devam etti. Daha sonra da sürdürülen ”Yenileşme” çabaları çeşitli evrelerden geçerek Cumhuriyet’in ilanına kadar ve hatta ondan sonra da devam etti. Ancak Cumhuriyet dönemindeki atılımlar, çok başka bir karakter kazanmıştır. Çünkü artık perakende iyileştirmelerin büyük yarar sağlamayacağının fakına varılmış, fakir, cahil, zayıf halk katmanlarının, sağlıklı, varlıklı, güçlü bir toplum haline gelmesi için kökten (radikal) bir değişim gerektiği bilincine erişilmişti. Daha önceki iyileştirme (ıslahat) denemelerinde toplumun temelden değişmesi düşünülmemişti. Bu dönemde zorunlu kalındığı için, Batı devletlerindeki uygulamalardan esinlenilerek bazı yenilikler yapılıyordu. Ama bu yenilikler geleneksel uygulamaları tümden bırakıp, yeni bir toplum düzenine geçmek anlamına gelmiyordu. Aksine eski düzen hâlâ ideal sayılıyor, yenilikler sadece devleti güçlendirme önlemleri olarak görülüyordu. Oysa Cumhuriyet döneminde bambaşka bir yaklaşım hâkim oldu. Yüzeysel, geçici, durumu kurtarıcı düzeltimler, iyileştirmeler yerine çağdaş bir toplum kurmaya yönelik kökten, yapısal değişiklikler gerçekleştirilmeye başlandı.. Bu yapısal değişikliklerin başlıca üç ayrı alanda yapılması gerekiyordu:
Bu suretledir ki Atatürk devrimleri veya inkılaplar böyle ortaya çıktı. . b - Çağdaş Bir Ulus Yaratmak ▲Halkevlerinin kıuruluşu bağlamında yapılabşlecek ilk paptama şudur:Saptama 1: Cumhuriyetin bağımsızlıktan sonra en önemli amacı çağdaş bir ulus yaratmaktır. Halkevlerinin kurulduğu tarihten dokuz yıl önce 29 Ekim 1923 de 16 Türk Devletinden biri olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti ‘nin diğer Türk Devletlerinden çok önemli bir farkı vardı:
Yeni Türk devletinin kuruluş amacı sadece bağımsızlık değildi. Bu devletin aynı derecede önemli ikinci bir amacı daha vardı: Çağdaşlık.Daha açık bir deyişle bu devleti kuran milletin çağdaş milletler düzeyine erişmesi murat ediliyordu. Bağımsızlık ya da istiklâl kavramı için, burada her hangi bir açıklama yapmak gerekmez. Ancak çağdaşlık, ya da çağdaş olmak üzerinde biraz durmanın yararlı, olacağını düşünüyorum. Bu çalışma surasında font color=#FF0000> Niyazi Berkes’in (4) • bir yazısına rastladım. Sonra da Suna Kili’nin (5) • aynı konuda bir yazısını buldum. Bu iki yazıda da yeni Türk Devleti ve Atatürk Devrimleri bağlamında çağdaşlık kavramı genişliğine ve derinliğine inceleneniyordu. Bu incelemelerden de yararlanarak çağdaşlık kavramını çok kısa olarak özetlemeye çalışacağım: . c - Kültür Değişimi ▲ Halkevlerinin kıuruluşu bağlamında yapılabşlecek ilk paptama şudur: 1335 senesi Mayısının 19 uncu günü Samsuna çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye: Osmanlı Devletinin dnutukâhil bulunduğu grup, Harbi Umumîde mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Kurtuluş Savaşının öncesindeki durum buydu. Savaş kazanılıp Cumhuriyet ilan edildiğinde durum daha da kötüleşmişti. O halde Devlet yeniden kurulmalı, yaşam koşulları düzeltilmeli, halka güven, umut ve ışık verilmeliydi. Atatürk buradan başladı. İnkılaplar (6) • bu yüzden ortaya çıktı. Bu durum karşısında ümitsizliğe düşmeden, şevkle, aşkla işe başlamak için, insanın sarsılmaz bir özgüveni ve çok büyük bir hayali olmalıydı. Atatürk’ün hem özgüveni hem de büyük bir hayali vardı. Bu hayalin ana hatları 8 Temmuz 1919 da sabaha karşı Mazhar Müfit Kansu’ya “Ama bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin”
diye tembih ederek yazdırdığı notlarda çok açık olarak görülür. Atatürk ayrıntılara takılmadan büyük resme bakıyordu. Tüm sorunlara sistemik topyekûn bir çözüm gerektiğini gördü ve İnkılaplar devreye sokuldu. Bu devreye sokma işlemi zamana yayılarak, toplumun absorbe etme kapasitesi zorlanmadan gerçekleştirildi. Oysa inkılaplar bir bütündür, tümü belli bir temele dayanır ve belli bir amaca yönelmiştir. Temel Eski Yunan başta olmak üzere geçmiş uygarlıkların İnsanlığa bahşettiği tüm kazanımlarıdır. Amaç ise Reform, Rönesans, Aydınlanma süreçlerinden geçerek oluşmuş olan çağdaşlıktır. Burada Çağdaşlık sözcüğü “Yirminci Yüzyılda Dünyanın gelişmiş ülkelerinde yaşanmakta olan uygarlık”<br> şeklinde anlaşılmalıdır. Uygarlık ise yüksek düzeyde kültür, bilim ve sanayiye ve siyasî sisteme sahip olan bir toplum şeklinde tanımlanabilir Bu tanımda yer alan öğelerden en önemlisinin kültür olduğu, hatta diğer bütün öğeleri kapsadığı söylenebilir. O halde Atatürk inkılapları her şeyden önce bir kültür olayıdır. Toplumbilim terminolojisi kullanılırsa bir Kültür Değişimi söz konusudur. Yani çağdaş uygarlığa yetişmek için inkılaplar hayata geçirilecek ve bu suretle
. d - Aydınlanma ▲ Halkevlerinin kıuruluşu bağlamında yapılabilecek üçüncü saptama belki de en önemli saptamadır ve şöyle ifade edilebilir:Çağdaş Kültür deyimi üzerinde biraz duralım. İnkılapların hem hareket, hem de varış noktasını büyük önder şu cümlesi ile özetlemiştir: Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Kant‘a göre Aydınlanma bir durum değil bir süreçtir; erginleşmemiş olmak durumundan kurtulma sürecidir. Erginleşmemiş olmak ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamadığı durumdur. Bu olumsuz duruma, insan kendisi düştüğü için, bundan kurtulmanın sorumluluğu da ona düşer. Yani aydınlanma insanın kendi görevidir. O halde bir toplumda aydınlanma aşağıdan bireylerden başlamalıdır. Kant’a göre aydınlanmanın doğal yolu budur
Kant, aynı makalede,
”devrim yoluyla aydınlanmanın gerçekleştirilmesi ihtimalini de ele almakta ve totaliter, bir rejimi devrimle yıkmak mümkün olsa bile düşüncede gerçek bir reform sağlanamaz, yeni önyargılar, aynı eskileri gibi, düşünmeyi bilemeyen halk yığınlarını yine dizginlemeye, özgür düşünceyi frenlemeye başlar. Sonuç: Bir toplumda aydınlanma devrim yoluyla sağlanamaz.” .
Görüşünü de ileri sürer. Oysa tarihsel nedenlerle Türk aydınlanması aşağıdan değil, yukarıdan başlamıştı. İşte Millet Mektepleri, Halkevleri, Köy Enstitüleri bu anomaliyi düzeltmek, eksikliği gidermek için ortaya çıkarıldı. Diğer bir deyişle İnkılaplar ile gerçekleştirilmek istenen kültür değişimi, bir anlamda Kant’ın aydınlanma teorisine karşı durmaktı. Çünkü yurdumuzu aydınlığa kavuşturacak inkılaplar ancak böyle gerçekleştirilebilecekti. . IV - HALKEVLERİ ▲ . a - Halkevlerinin Açılış Nedenleri Bu saptamalardan sonra Halkevlerinin açılış sürecine bakalım. Hemen görürüz ki bu süreç Türk Ocaklarının kapanış süreci ile örtüşmektedir. Bu örtüşme kısmen Halkevlerinin açılış nedenleri açısından da geçerlidir.
. b - Kuruluş Süreci ve Kurucular ▲ Türk Ocaklarının 1931 yılı Nisan ayında toplanan son kongresinde Cumhuriyet Halk Fırkasına katılma kararı alındı, Fırkanın bundan bir ay sonra toplanan III. Büyük Kurultayında da bu karar aynen onaylandı. . Bu suretle Türk Ocaklarının 257 şubesi Cumhuriyet Halk Fırkasına geçmiş oldu. Şimdi sıra onun yerine kurulacak örgütün adını, şeklini ve görevlerini tespit etmeye gelmişti. Atatürk Halkevlerini kurma görevini, daha sonra Milli Eğitim Bakanı olacak olan Dr. Reşit Galip ‘e verdi. İlk adım olarak Ankara Türk Ocağı binasında Şevket Süreyya (Aydemir), Recep Peker, Hasan Cemil (Çambel), Cevdet Nasuhi, İsmail Hüsrev (Tökin), Vildan Aşir (Savaşır) ’ın katıldığı bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda konunun bütün yönleri müzakere edildi. İnkılapların tabana yayılmasında yeterince başarılı olamadığı için kapanan Türk Ocaklarının yerine geçecek olan yeni kuruluşun en başta gelen görevi tabii ki inkılapların etkinlik kazanmasına çalışmak olacaktı. Model olarak yararlanmak amacıyla Avrupa ülkelerindeki “yetişkin eğitimi” ile ilgili kurumlar gözden geçirildi. Nihaî düzenlemeleri yapmak üzere aralarında Şevket Süreyya (Aydemir) ve İsmail Hüsrev (Tökin)’in bulunduğu bir komisyon kuruldu. Bu komisyon başta kuruluşun ana tüzüğü olmak üzere, bütün hazırlık çalışmalarını yaptı. 1930 ‘lar Avrupa’sı nda çeşitli adlarla gençlik kuruluşları faaliyette idi. Örneğin Vildan Aşir ( Savaşır)’ın daha önce verdiği bir konferansta bahsettiği Çekoslovakya’daki Sokol’lar vardı. Pek çok kaynakta Halkevi isminin ve başlıca özelliklerinin buradan esinlendiği yazılıyor. Bununla beraber daha önce Falih Rıfkı Atay’ın Rusya’daki Halkçılık Hareketi (Narodnik hareket) ve “Halkevi”nden (Narodni dom) bahsettiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Atatürk’ün, Fransız Devrimi sırasında “Halk Okulu” görevi yapan Jakoben Kulüpleri’nin etkisi altında kaldığı görüşü de ileri sürülmüştür Halkevleri ile ilgili hukukî düzenlemeler yapılırken, gerek Rusya’daki ve gerek diğer Avrupa ülkelerindeki örneklerden yararlanıldığı muhakkaktır. Ancak yukarda sözü edilen çalışmalar sonunda ortaya çok değişik bir yapı çıkmıştı. Öyle ki amaçları, idarî yapısı, üstlendiği görevler, hizmet etmesi beklenen gruplar topluca dikkate alındığında görülür ki Halkevleri özgün kurumdur. Tümüyle bizim kurumumuzdur. . c - Halkevlerinin Çalışmaları ▲ Bir kuruluşun yöneticileri, binaları, idarî yapısı vs. o kuruluş hakkında az çok bilgi sahibi olmamıza yardımcı olur. Ama o kuruluş hakkında daha doğru bir değerlendirme yapabilmek için çalışmalarına göz atmak gerekir. Halkevlerindeki çalışmaların 9 ayrı kolda yürütülmesi öngörülüyordu:
Halkevlerinde Yönetim Kurulu üyelerinin ve Şube Görevlilerinin Cumhuriyet Halk Fırkasına mensup olmaları gerekli idi. Bununla beraber Fırkaya kayıtlı olsun veya olmasın isteyen herkes bütün faaliyetlere katılabilir ve sunulan bütün hizmetlerden yararlanabilirdi. Yine de kabul etmek gerekir ki Halkevleri tek parti rejimi zamanında kurulduğu için, Cumhuriyet Halk Fırkasının bir alt birimi gibi görünüyordu. Çok partili siyasî hayata geçilince bu durumun düzeltilmesi için bazı gayretler sarf edilmiş ise de pek başarılı olunamamıştır. Halkevlerinin gelirlerinin ilke olarak öncelikle yardımlardan oluşması öngörülmesine rağmen uygulamada giderlerin büyük kısmı genellikle Halkevinin bulunduğu yerin CHP örgütü tarafından karşılanıyordu. (7) • Esasen Halkevi başkanı çoğu kez o yerdeki Parti örgütünün ya başkanı ya da bir Yönetim Kurulu üyesi olurdu. Halkevlerinin en önemli faaliyetlerinden birisi de yayınları olmuştur. Bu yayınlar kitaplardan, broşürlerden ve dergilerden oluşmakta ise de gerek sayı ve gerek önem bakımından dergilerin ağırlıkta olduğu görülmektedir. Her Halkevi kendi dergisini çıkarma hakkına sahipti. Büyük küçük hemen her Halkevi bu hakkını kullanırdı. Bu dergilerde şiir, hikâye, anı gibi edebi çalışmalar yanında, yerel tarih, konuşma dili ve folklor çalışmaları büyük yer tutuyordu. Özellikle İstanbul, İzmir, Adana, Konya gibi büyük merkezlerin Halkevi dergileri çok zengin içerikle çıkardı. Ankara Halkevinin dergisinin çok özel bir adı ve yeri vardı. Ülkü adı verilen bu derginin editörlüğünü uzun yılllar bizzat CHP Genel Sekreteri Recep Peker yürütmüş, ondan sonra bu görevi Fuat Köprülü üstlenmişti. Halkevleri kapandığında Ülkü dergisinin son editörü Ahmet Kudsî Tecer idi. Halkevlerinin en başarılı çalışmalarından birini de Sosyal Yardım Kolları yürütüyordu. Örneğin o yıllarda vuku bulan iki büyük depremde çok yararlı hizmetler yapılmıştı. İnkılaplar alanında da Halkevlerinin yararlıkları görüldü. Örneğin Şapka İnkılabında ve Soyadı Kanununun uygulanmasında önemli yardımlarda bulunuldu. Halkevlerinin yurt dışında da faaliyetlerde bulunması isteniyordu. Bu cümleden olarak Londra Halkevi (8) • 19 Şubat 1942 tarihinde Londra’da açılmış ve altı şubesi ile başarılı faaliyetler yapmıştır. 1951 yılında kapatıldıklarında yurdun her köşesine dağılmış olarak 478 Halkevi ve 4322 Halkodası faaliyette idi. . d - Halkevlerinin kapanışı ▲
“ Resmî daire ve müesseslerin siyasi partilere bedelsiz mal devredemeyeceklerine ve bu daire ve müesseselerle münfesih derneklere ait olup siyasi partilere terkedilmiş olan gayrimenkul mallarla bu partiler tarafından genel menfaatler için yaptırılmış olan binaların sahiplerine ve Hazineye iadesine dair Kanun”
Bu uzun ve çetrefil cümle Halkevlerinin kapatılması için çıkarılan 8.8.1951 tarih ve 5830 sayılı kanun un başlığıdır. Görüldüğü gibi bu başlıkta ne Halkevi ne de kapatma sözcüğü görülüyor. Ama 1932 yılında kurulduktan sonra geçen 19 yılda toplumsal ve kültürel hayatımıza çok önemli katkılar yapmış olan Halkevleri bu 15 maddelik kanunun iki maddesi delaletiyle, evet doğrudan değil adeta ima edilerek kapatıldı. Uzun müzakereler, aldatmacalar, verilen fakat tutulmayan vaatler ile geçen uzun ve oldukça hararetli siyasî çekişmeler sonunda kabul edilen kanun, belki de yapılan haksızlıktan biraz utanıldığından ismi gibi oldukça karmaşık hukuki düzenlemeleri içeren 15 maddeden ibaretti ve toplam üye sayısı 468 olan oturumda 340 Demokrat Partili milletvekilinin oyları ile yasalaşmıştı. Hikâyeye başından başlayalım: Bilindiği gibi I. Dünya Savaşı’nın en önemli sonucu cumhuriyet olmuştur. Gerçekten savaşın sona ermesi üzerine kurulan yeni Dünya’da pek çok devlet mevcut siyasî rejimini bırakıp cumhuriyeti kabul etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti de bu dönemde kurulmuştu. II. Dünya Savaşı’nın sonucu ise demokrasi oldu; birçok ülke demokrasiye geçti veya geçeceğini ilan etti. Türkiye tıpkı birinci dalgada olduğu gibi, ikinci dalgada da genel gidişe uydu, demokrasiyi benimseyerek çok partili hayata geçmeye karar verdi. İşte bu karar Halkevlerinin sonunun başlangıcı oldu. Gerçekten 1946 seçimleri nden sonra Cumhuriyet Halk Partisinin 395 sandalyesine karşı Demokrat Partinin 66 milletvekilliği ile muhalefet olarak meclise girmesinden hemen sonra Halkevleri tartışılır hale geldi. Çünkü Halkevleri CHP’nin bir alt kuruluşu gibi görülüyor, özellikle giderlerinin dolaylı olarak Hazineden karşılanıyor olması şiddetle eleştirtiliyordu. Halkevlerinin idarî yapısı ve çalışmaları hakkında yukardaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi bu eleştirilerde haklılık payı yok değildi. Diğer taraftan tekrar açılan Türk Ocakları da Halkevlerine devredilmiş olan en mal varlıklarını geri istemeye başladı. Bu eleştiriler üzerine konuyu incelemek üzere bir komisyon kuruldu. İncelemeler sonunda Halkevlerinin bir tesis (9) • haline getirilmesi önerildi. Ancak bu öneri uygulamaya konulmadı. Halk Partisinin 1947 yılındaki Büyük Kongresinde Halkevleri'nin Halk Partisinin mülkiyetinden çıkarılması önerisi kabul edilmişti. Fakat bu öneri uygulamaya konulamadı. Bazı Demokrat Parti Milletvekilleri de Halkevlerinin Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanmasını önerdiler. Bu öneri de kâğıt üzerinde kaldı. Demokrat Partinin 14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidar olması ile birlikte Halkevleri tartışması şiddetlendi. CHP, Halkevlerini “parti ayrımı gözetilmeksizin tüm gençlere ve tüm halka açık olduğu” şeklinde bazı savunmalar ileri sürmüş ise de bir uzlaşmaya varılamadı. Bu suretle Halkevlerinin akıbeti belli oldu. Önce Demokrat Parti Milletvekilleri tarafından TBMM’ye verildi. Bu öneri Halkevlerinin tümüyle kapatılmasını sağlayamayacağı düşünüldüğü için kabul edilmedi. Daha sonra Halkevlerini tümüyle yok etmeyi amaçlayan bir yasa önerisi verildi ve yukarda sözü edilen 5830 sayılı kanun kabul edildi. Ancak Halkevlerinin kapatılması ile yetinilmedi. Kanunun o çetrefil maddelerinden yararlanılarak CHP’nin bir kısım mallarına da el konuldu.Kötülük bununla da kalmadı. Halkevlerinin 19 yılda elde ettiği bütün birikim ve kazanımların, özen gösterilmediği için veya kasıtlı olarak yok olmasına neden olundu. Özellikle Kütüphanecilik ve Yayın Kolunun kitap, dergi vb koleksiyonları kayboldu. Kültür araç ve gereçlerine reva görülen bu tutum, konunun kötü particilik yanında aydınlanmaya karşı bilinçli bir yobazlık hareketi olduğunu da gösteriyor. Bir görüşe göre Halkevlerinin kapatılmasının önemli bir kötü sonucu da gençlikle ilgilidir:. Bugün, Türkiye'nin siyasal, toplumsal ve kültürel sorunlarının içi içe ortaya çıkışı, bu kültür yuvalarının (Halkevlerinin) yok edilişinden kaynaklanmaktadır. Gençliğin birbirine hasım kamplara bölünüşü ve rejimi sarsan boyutlara tırmanışının gerisindeki asıl nedeni, onların bir çatı altında ortak değerlere sahip olamayışında aranmalıdır.
Halkevlerinin yok edilişi ile gençler kültürel faaliyetlerden sosyalleşme fırsatlarından mahrum, sanat ve dayanışma olanaklarından yoksun bırakılan genç kuşaklar arasında yaşandı. Onlar acı çektiler, bölündüler ve birbirine hasım kamplara ayrıldılar, kendilerini ölümcül kavganın içinde buldular. Bir bölümü dinci ve de ırkçı akımların vurucu gücü olarak kullanıldı. Böylece Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhuriyet ve demokrasi ilkelerini halka sevdirecek gençlerin bir çatı altında emeklerini birleştirmeleri savı, 1950 'nin siyasal iktidarı tarafından ortadan kaldırılmış oldu. (10) • . V - SONUÇ ▲ . a -Göle Yoğurt Çalmak Şimdi sıra göle yoğurt çalmaya geldi. Yani sorumluluk sahibi özgürlükçü, hümanist aydınlar sıfatıyla Halkevleri deneyiminden esinlenmek suretiyle bu güzel ülkeyi yeniden inşa etme yolunda döşeyebileceğimiz tuğlaları belirleme zamanı geldi. Hoca Nasreddin yoğurt çanağını boca ederekAkşehir Gölünde yoğurt tutulmayacağını pek âlâ biliyordu. Ben de kamu idarelerinin ve özel kuruluşların çatısı altında geçirdiğim yarım yüzyılı aşan zaman içinde ortaya atılan bir görüş veya öneri ne kadar akla yakın ve ne kadar umut verici olsa da kös dinlendiğini çok gördüm. Yine de aşağıdaki görüşlerimi sunmaktan kendimi alamıyorum. Eminim biraz kafa yoran okuyucular bunlardan çok daha geçerli ve yararlı fikirler ortaya koyabileceklerdir. Halkevlerinin işlevini günümüzde sürdürmek adına neler yapılabilir?
.b – Kurşun ▲ Suna Kili yukarda sözü edilen eserinde Tarık Zafer Tunaya’nın devrim süreci ile ilgili bir saptamasına yer veriyor. Bu saptamayı biraz değiştirerek şöyle özetleyebiliriz: Devrim programının uygulanması sırasında devrim kadroları gerici veya tutucu güçlerden gelecek baskılara, etkilere karşı durmak zorundadır. Yani devrim yapılmış olan bir ülkedeki ilerici güçler, karşılarındaki gerici güçler ile çarpışmaya hazır olmalıdırlar.
Bugün ülkemizde devrim değil karşı devrim programı uygulanmaktadır. Hem de bu uygulama başlangıçta olduğu gibi takiyye yaparak değil açıktan açığa yürütülmektedir. O halde Tunaya’nın saptaması, aksi yönde de olsa yine geçerli olmalıdır. Demek ki bugün yaşanmakta olan üzücü eylemler ve her gün üstümüze boca edilen o sert söylemler, içinde bulunduğumuz durumu çok açık ve net olarak bize anlatıyor olmalıdır. YANİ Karşı devrim kadroları ilerici güçlerden (bizlerden) gelebilecek tepkilere reva gördükleri söylem ve eylemlerde bulunmaktadırlar. Onun içindir ki | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|