" Bir VRML file'ı, kompres edilmiş binary formatı onanıncaya
kadar basit bir UTF 8 veya UTF 8 karakter setinin bir subseti olan ASCII
text file'dır. VRML file'ı basit bir text editörü ile yaratılabilir, okunabilir
veya edit edilebilir ve bu faylı free bir utility olan gzip programını
kullanarak kompres edebilirsiniz. Gerek client ve gerek server
için…"
İki metin arasında bir benzerlik veya yakınlık yok mu diyorsunuz?
Gerçekten yalnız içerik dikkate alınırsa iki metin arasında hiçbir benzerlik
veya yakınlık bulunmuyor. Benzerlik, hatta özdeşlik biçimde ve biçemde:
Zira, her iki metnin de aynı
- Gevşek ve ihmalci bir kafa yapısının;
- Tutsak, edilgen ve çökmüş bir ruh halinin,
- Yabancı hayranlığından kaynaklanan ile illetli Ulusal bilinç yoksunluğunun
bir kültür yozlaşmasının zihniyetin
ürünü olduğu hemen görülüyor. Bir yabancı dilin sözcüklerini güzel dilimize
çekinmeden, umursamadan yama yapmak başka nasıl açıklanabilir?
Türkiye Bilişim Derneği'nin kuruluşundan başlayarak sevgili Aydın Köksal
hocamızın öncülüğünde harcanan bunca emek ve çaba ile elde edilen
kazanımlar bu kadar kolay mı yitirilecek? Buna seyirci kalmak ayıp olmuyor
mu?
Bilişim alanında Fransızca gibi gelişmiş dillerin bile İngilizce karşısında
gittikçe daha fazla zorlandığını hepimiz görüyoruz.. Bir dile başka dillerden
sözcük alınmasına da karşı değilim. Zira İngilizce'deki yabancı kökenli
sözcüklerin İngilizce sözlüğün üçte ikisini aştığı ileri sürülmektedir ve
İngilizce'nin bugünkü erişilemez zenginliğini bu yolla kazanmış olduğu
anlaşılmaktadır.. Diğer taraftan, bir başka ulusun malı imiş gibi biraz da
küçümseyerek "Osmanlıca" diye adlandırdığımız eski Türkçe'miz, bazı
aşırılıklar bir yana bırakılırsa, İngilizce'den pek farklı bir durumda
değildir.
O halde yukarıdaki iki metinde kınanacak nokta nedir? Bence hata, yeterli
çaba ve özen gösterilmeden
kolaycılığa
kaçılmasında, aşağıdaki ilkelere uyulmamasındadır.
Bir dile başka bir dilden ödünç sözcük almak için
Birinci
ilke şu olmalıdır: Önce başka bir çare olmadığına, yani
ödünç
alınacak sözcük yerine, ödünç alan dilde aynı içlem,
kaplam ve güçte başka bir sözcük bulunmadığına ve yeni bir sözcük
türetmenin mümkün veya uygun olmayacağına kani olunmalıdır.
İkinci ilke ise şu olmalıdır: Ödünç alınan sözcük, soylu bir aileye yabancı bir gelin alır gibi , giysilerinden (yazılış ve okunuşundan) başlayarak,
onu yabancı kılan öğelerden arındırılmalıdır. Bizim aileye uyum sağlayamayacağı görülürse de, almaktan vazgeçip, başka kapıya gidilmelidir. Türkçe’mize pek çok sözcüğü Fransızca'da görüp, dilimize uymayacağı sonucuna varıldığı için İtalyanca okunuşu ile almamız bundandır.
Üçüncü ilke belki
şu olabilir: Ödünç alınan sözcük kısa bir süre sonra özümsenmeli, dile
sindirilmelidir. Yani kök anlamı gözden kaçırılmadan, Türkçe yapım ve çekim
ekleri ile yeni sözcükler türetilmeli, yeni kullanışlara açılmalıdır.
Ziya Gökalp,
"Türkçeleşmiş Türkçe'dir diyordu.
Nurullah Ataç da
Öztürkçecilik"taraftarı idi ve
"dilin aydınlık olması, yani bir sözcüğü
kullanan kimsenin, o sözcüğün kökeninin bilincinde olması gerektiği"
görüşüne
savunuyordu. Ataç aslında öztürkçecilik akımının en ateşli
savunucusu olduğu halde Türkçe’nin Latince ve Yunanca ile desteklenmesini de
düşünüyordu. Hatta Eminönü Halkevi'nde verdiği bir konferansta, Latince ve
eski Yunanca'nın okullarda öğretilmek koşuluyla, Türkçe'nin “
Latinize
” ve “
Grekize ” edilmesinin en doğru yol olduğuna
inandığını söyleyerek bütün dinleyenleri şaşırtmıştı.
Büyük diller çoğu kez, günlük konuşma dilinde kullanılan sözcükler dışında
kalan sözcük dağarcığını (bilimsel ve teknik terimler) bir başka dilden
karşılamaktadırlar. İngilizce ve Fransızca'da bu destek dili
Yunanca ve
Latince
iken, Osmanlıca,
Arapça ve
Farsça'yı
destek dili
olarak almıştır.
Bir kültür değişiminden başka bir şey olmayan
Atatürk
Devrimleri içinde yer alan
Dil
Devrimi'nde bu kültür değişimini en belirgin ve canlı bir biçimde
yaşamaktayız. Latin Alfabesi'nin kabulü ile birlikte Arapça ve Farsça'yı
artık destek dili olarak kullanamaz olduk. O halde ya Ataç'ın bir ara
önerdiği gibi Klasik Yunanca ve Latince'yi destek yapacaktık, ya da
Almanların yaptığı gibi, günlük dil dışında kalan sözcük ihtiyacını da kendi
dilimizin olanakları ile karşılamaya çalışacaktık. Yukarıdaki alıntılardan
ikincisinde İngilizce sanki bir destek dili imiş gibi kullanılmaktadır. Ulusça
böyle bir karar verdik mi? Yani artık İngilizce Türkçe'nin bir destek dili mi
oldu? Firma unvanlarına, ürün adlarına bakarsanız İngilizce'yi sadece destek
dili olarak değil, günlük dil olarak bile seçmişiz.
Türkiye Bilişim Derneği'nin kuruluşundan başlayarak sevgili
Aydın Köksal 'ın öncülüğünde harcanan bunca emek ve
çaba ile elde edilen kazanımlar bu kadar kolay mı yitirilecek? Buna seyirci
kalmak ayıp olmuyor mu?
Ben buna razı değilim. Siz de razı değilseniz gelin vakit geçirmeden TBD
çatısı altında birlikte bir şeyler yapmaya yeniden başlayalım.
Bu yazı Türkiye Bilişim Derneği’nin (TBD) yayın organı olan
Bilişim Dergisinde bilişimcilere hitaben yazılmıştı. Halen TBD’de Terim
Kolu’ndaki çabamızı, yeteri kadar hızlı olmasa da, Sevgili Kaya Kılan Hocanın başkanlığında şevkle sürdürüyoruz. Yalnız sorunun bilişim gibi
teknikbilimler ile sınırlı olmadığını, günlük konuşma dilimizin bile ne hallere
düştüğünü hep görüyoruz ve sızlanmaktan, kendi aramızda yakınmaktan başka
hiç bir şey yapmıyoruz. Ben kendi adıma Ataç döneminin aşırılıklarına bile
razıyım, yeter ki yabancı sözcükler yerine Türkçe karşılıklar türetilmesi
(siz uydurulması diyebilirsiniz) için bir seferberliğe ulusça
yeniden başlayalım. Seferberlik sözcüğünü bilerek kullanıyorum, çünkü daha
gevşek bir çaba kesinlikle amacı sağlayamayacaktır . Necdet Kesmez
▲ Metne geri dön