ARKA BAHÇE






                       BAŞ SAYFA DÜŞÜNCE ODASI  MAVİPENCERE   GÖZLEMEVİ   ARKABAHÇE   IŞIKLIYOL
                                    Alıntılık      Belgelik   Yarenlik   Okumalık ‎   Bakmalık   Gezinmelik
KAPİTALİZMİN VE İNSANLIĞIN ‎GELECEĞİ ÜZERİNE
‎ ‎-YÜZEYSEL BİR UFUK TURU-
BÖLÜMLER‎▲‎ .
‎ ‎‎ ‎ ‎‎ ‎‎‎ ‎ ‎‎ ‎‎‎ ‎‎ ‎ ‎ ‎‎ ‎‎ ‎‎ ‎‎ ‎ ‎
I-Giriş
      a - Ufuk Turu
      b - Nedensellik İlkesi
II - Zaman Tüneli
      a - Çizelge
      b - Kapitalizmin Sonu
      c - Tarihin Sonu
      d - Uydu Devletlerin Sonu
      e - Berlin Duvarının Sonu
      f - Sovyetler Birliğinin Sonu
III - Dünyanın Halleri
      a - Neo-liberal Dünya
      b - Tek Kutuplu Dünya
      c - “Yeni Dünya Düzeni”
IV - Şafak Söküyor
      a - Tarihin tanıklığı
      b - Bilge Bir Bilişimci
‎‎ ‎‎ ‎ ‎ ‎ ‎‎ ‎‎ ‎‎ ‎ ‎ ‎‎ ‎‎ ‎‎ ‎‎ ‎ ‎‎ ‎‎ ‎ ‎ ‎‎
      c - Dünya Ekonomik Forumu
      d - Antalya B.20 Zirvesi
V - Nereye Gidiyoruz? Quo vadis -
      a - Yol Ayrımı
      b - Tercihin Anlamı
      c - Gerekçeler ve Sorular
      d - Seçenekler
      e - Post Kapitalist Dönem Senaryoları
         (i)Tutucu Model
         (ii) Reformcu model
         (iii) Köktenci Model
            Birinci Senaryo
            İkinci Senaryo:
      f - Retorik ve Gerçek
      g - Karşı Cephe
      h- Gerçek Ne?
      f - Peştamal Kuşanmak
.

I-Giriş‎▲‎

‎ Beni bu konuyu incelemeye yönelten “ Kapitalizmin Sonu Geldi mi?" ‎başlıklı makaleden bahseden gazete haberleri oldu. Önce tabii İnternette ‎makaleyi bulup okudum; sonra da bu makale ile ilgili yorumları aradım. Bu ‎aramalarım sırasında konunun magazin düzeyini çok aştığını, insanlığın geleceğine ‎dair önemli uzanımları olduğunu fark ettim. O zaman yurt dışındaki ekonomi ‎öğrenimini kamu olanakları ile yapmış olmanın yüklediği görev duygusunun da ‎etkisiyle konuya biraz daha zaman ayırmanın gerekli olduğunu düşünerek bu ‎yazıyı hazırlamaya koyuldum. Ancak ortaya çıkan ürün hem çok çok sığ, hem ‎çok ukalaca, hem de çok donuk oldu. Metni ‎biraz da bunun için renklendirmeye çalıştım. Yine de yetersizliklerine rağmen ‎belki bb>iraz konuya dikkat çekmeye yarayabileceğini umuyorum. ‎
.

a - Ufuk Turu‎▲‎

‎ ‎Kapitalizmin ve İnsanlığın Geleceği gibi oldukça iddialı bir başlık ‎taşıyan bu çalışmamda, son günlerde adeta havada uçuşmaya başlayan
    ‎ ‎
  • Tarihin Sonu mu? ‎ ‎
  • Kapitalizm nereye? ‎ ‎
  • Sanayi Devrimi 4.0 ne getirecek?
‎ gibi başlıklarla sunulan bazı görüş ve düşünceler hakkında geçmişi de kapsayan ‎‎ yüzeysel bir ufuk turu yapmak istiyorum. ‎ Ne kadar yüzeysel de olsa çok geniş ve derin bir konuyu ele almaya ‎niyetlendiğim için biraz tedirginim. Öyle ki nereden başlayacağım konusunda ‎dahi biraz kararsızlık yaşadım.
‎ Sonunda işimizi kolaylaştıracak mı zorlaştıracak mı bilemem ama konu dışı ‎sayılabilecek bir konudan, bir mantık ilkesinden, Nedensellik İlkesinden söz ‎ederek başlamanın uygun olabileceğini düşündüm. ‎
.

b - Nedensellik İlkesi‎▲‎

‎ Bildiğiniz gibi çoğu bilgilerimiz, görüşlerimiz aklın ilkelerinden biri olan bu ‎nedensellik ilkesine dayanır, daha doğrusu bu ilkeden mantıksal ‎doğruluk hükmü kazanır. Bu ilke formel olarak şöyle ifade edilebilir:‎ ‎
x ve z olayları birbirini izleyerek veya eşzamanlı olarak ‎vuku buluyorsa x ve y arasında bir nedensellik bağı vardır
‎ Yine bildiğiniz gibi şu önermeler de bu ilkenin doğal sonucu (corollary) sayılır: ‎ ‎
    ‎ ‎
  • Olay ve olgular arasında belirli bağlar vardır.‎ ‎
  • Her şeyin bir nedeni vardır.‎ ‎
  • Her şey bir nedene bağlanarak açıklanabilir.‎ ‎
  • Aynı nedenler aynı koşullarda aynı sonuçları verir.
‎ İsterseniz gelin daha derine dalmadan asıl konumuza dönelim:
‎ Günümüzde uygulanan Kapitalist Sistem daha çok ‎sanayi devriminin ardılı gibi başladı. ‎ Bu olaylar daha çok ul.okeyg { list-style-image: url('okeyg.png'); line-height:50%"; font-color:blue; }XVIII. Yüzyılda olmuştu. O günlerden ‎bugünlere sanayinin kapsamı ve yapısı çok değişti. Birinciden sonra İkinci ‎Sanayi Devrimi ve ardından Üçüncü Sanayi Devrimi yaşandı. Bugün ise ul.okeyg { list-style-image: url('okeyg.png'); line-height:50%"; font-color:blue; }Dördüncü Sanayi Devriminden söz ediliyor.‎ ‎ Acaba bu gelişmelerden ‎Kapitalist Sistem yine etkilenecek midir? ‎ (*)Bakanız aşağıda Sanayi Devrimleri başlıklı kutucuk .
Daha açık bir ifadeyle sanayinin yapısı ve özellikleri gerçekten değişirse:
‎ ‎ Soru 1: Kapitalizm de zorunlu olarak değişecek midir? Veya
‎ ‎ Soru 2:Kapitalizm değişirse İnsanlar ve İnsanlık açısından neler ‎değişecektir?
‎ ‎ Soru 3: Özgürlük ve İnsan Hakları bağlamında gerek birey ‎ve ‎gerek toplum açısından ileriye mi geriye mi gidilecektir.
.

II - Zaman Tüneli‎▲‎

Takdir edeceğiniz gibi bunlar oldukça önemli sorular. Vakit geçirmeden cevap ‎aramaya başlamak gerekiyor. .

a - Çizelge ‎▲‎

Öyleyse filmi biraz geri saralım, önce 1956 yılından başlayarak ‎bazı olayları bir çizelgede sıralayalım: ‎
23 Ekim 1956: Budapeşte'de öğrencilerin yürüyüşü – “Macaristan devrimi"
5 Ocak 1968 Prag olayları
26 Eylül 1968: Brezhnev Doktrini’ ‎ilan edildi.‎
4 Mayıs 1979: Margaret Thatcher İngiltere ‎Başbakanı oldu.
20 Ocak 1981: Ronald Reagan ABD ‎Başkanı oldu
Haziran 1989: Orta ve Doğu Avrupa’daki komünist ‎devletlerde Polonya’dan başlayarak bağımsızlık devrimleri ‎başladı.
Temmuz 1989Francis ukuyamaF’nın. ‎Tarihin Sonu adını taşıyan makalesi yayınlandı.
9 Kasım 1989: Berlin Duvarı yıkıldı.
3 Ekim 1990 Doğu Almanya ile Batı Almanya ‎birleşti
Kasım 1990 Avrupa Sayıştaylar BirliğiEUROSAI kuruldu ve ilk kongrede, Yeniden ‎Yapılanma, Özelleştirme ve Deregülasyon konularının denetimine öncelik ‎verilmesi kararı alındı.
25 Aralık 1991: Sovyetler Birliği dağıldı.
11 Eylül 2001: Dünya Ticaret Merkezi 'ne ve ‎‎ Pentagon 'a saldırı yapıldı
207 – 2008: Büyük Resesyon ve onu takiben ‎‎ Küresel Malî Kriz yaşandı.
Ağustos 2011:‎ Nouriel Roubini ‘nin Kapitalizmin Sonu Geldi mi? ‎ bağşıklı makalesi yayınlandı.
17 Eylül 2011 >‎"Wall Street'i İşgal Et" eylemi ‎gerçekleşti.
Ağustos 2013: Thomas Piketty’ nin "XXI. ‎Yüzyılda Kapital " adlı kitabı Fransa’da yayınlandı.
Nisan 2014: Piketty'nin kitabının İngilizce ‎çevirisi yayınlandı.
Acaba bu olaylar arasında bir nedensellik bağı var mıydı? Yoksa olaylar birbirini ‎‎ izlerken arka planda rol oynayan sosyal, siyasal, ekonomik başka ‎akımlar mı vardı?
‎ Bu ufuk turunda tabii ki bu soruları derinlemesine cevaplamaya kalkışmadan her ‎birine kısaca değinilmekle yetinilecektir. ‎‏ ‎‎ .

b - Kapitalizmin Sonu‎▲‎

Nouriel_Roubini‎Bu günlerlde havada uçuşıyor dediğim görüş ve düşünceler belki bazı bilim ‎çevrelerinde veya Dünyanın ve İnsanlığın geleceği üzerinde teorik araştırmalar ‎yapmakta olan düşünürler arasında çoktan beri tartışılıyordu. ‎ ‎ Ama bu konunun kamuoyunda öe çıkışına galiba ünlü iktisatçı ‎Nouriel Roubini ‘nin 2011  Makale, “Kapitalizmin Sona ermesi mukadder ‎mi?" ‎ ‎ ‎‎‎(2)‎ ‎‏‎‎ şeklinde oldukça tahrik edici bir başlık taşıyordu ve aynı ‎derecede kışkırtıcı iddialar içeriyordu. ‎ Bu makale şöyle özetlenebilir:‎ ‎***
‎ ‎
Dünyanın hemen her bölgesinde yaşanmakta olan karışıklıkların, ‎huzursuzlukların, başkaldırmaların temelinde, artan eşitsizlik, ‎yoksulluk, işsizlik ve ümitsizlikler ve bunların doğurduğu sıkıntılar ve ‎gerilimler yatmaktadır.‎ edilmesi nedeniyle Dünya Karl Marx’ın yüzyıl önce ‎öngördüğü krize ‎ doğru hızla gitmektedir ‎(3) Çözüm için
  • Altyapı yatırımlarının teşvik edilmesi,
  • Zenginlerden alınan vergilerin artırılması,
  • Kamu borçlarının azaltılması,
  • Malî sistemin daha etkili yönetilmesi,
  • Merkez bankalarının daha etkin kılınması,
  • Devasa bankaların bölünmesi,
‎ gibi çareler düşünülebilir.‎ bütün bunlar ise“ekonomik liberalizm" in artık ‎değiştiği veya değişmesi gerektiği anlamına gelmektedir ‎‎
.***
İnternette bir arama yapılınca, bu makaleye ne kadar çok atıf yapıldığı ve ‎yorum yazıldığı ve nasıl bir etki yaratmış olduğu hemen görülür. Oysa Marksist eğilimli ekonomistler aynı şeyleri, hem de daha çarpıcı ‎bir üslup ve örneklerle onyıllardır yazıyorlardı ama pek önemli tepki ‎almamışlardı. Çünkü onlar karşı mahalle’dendiler ‎ .

c - Tarihin Sonu‎▲‎

‎ Şimdi makarayı biraz geri saralım < 1989 yılına gidelim:‎ ‎ Francis_Fukutama‎ ‎National Interest adlı dış politika dergisinin 1989 ‎Yaz sayısında, ABD Dışişleri Bakanlığında Politika Planlaması Dairesinin Başkan ‎Vekili olan Japon asıllı Amerikan vatandaşı Francis ‎Fukuyama’nın bir makalesi yayınlandı. Tarihin Sonu ‎‎başlığını taşıyan bu makalenin yayını Orta ve Doğu Avrupa’da komünist ‎devletlerdeki bağımsızlık devrimlerinin bütün hızıyla sürmekte olduğu ‎tarihlere rastlamıştı. Aslında makalenin isminin doğrudan bu olaylara bir ‎gönderme olduğu ve bu olayların dünya açısından anlam ve önemini açıklamak ‎amacı ile yazıldığı hemen anlaşılıyordu.
‎ Bu makale sonradan çok eleştirildi. Bu 16 sayfalık makale,‎ ‎ yayınlanır ‎yayınlanmaz, tarihin sonu deyimi önce Batı Ülkelerinde, daha ‎sonra da bütün Dünyada çok hararetli tartışmalara neden oldu; yazar da bir ‎kısmı alay derecesine varan, bazıları ise oldukça acı kaçan pek çok eleştiriye ‎maruz kaldı. ‎ ‎(4) Makale şöyle başlıyordu:
‎ Son onyılın akıp giden olaylarına bakınca Dünya Tarihi açısından bazı çok ‎temel şeylerin vuku bulduğunu görmemek imkânsızdır. Özellikle geçen yıl ‎‎Soğuk Harbin sona erişine ve “barış"ın havai fişek ‎gösterisi gibi birçok ülkede ortaya çıkışına şahit olduk. [Ancak], bu ‎konuda ileri sürülen analizlerin çoğunun, neyin esasî, neyin o günlere ‎özgü veya rastlantısal olduğunu ayırt eden daha geniş bir kavramsal ‎çerçeveden yoksun olduğu görülüyor.
‎ Oysa Fukuyama’ya göre, Doğu Avrupa ülkelerinde yaşananlar ‎‎ serbest piyasa kapitalizmine dayanan çağdaş liberal demokrasinin dünyaya tam olarak yayılıp yerleştiğini ortaya ‎koymaktadır. Öyle ki artık insanlığın ideolojik gelişim sürecinde doruk ‎noktasına erişilmiş bulunmaktadır. Bu ise, ekonomide kapitalizm, ‎politikada demokrasi demektir. Ana çerçeveyi oluşturan bazı ögelerle ‎oynayıp belki bazı düzeltmeler yapılabilir ama artık “İnsan ‎yapısı devlet"in nihaî şekli elde edilmiştir. Daha başka bir deyişle, ‎liberal demokrasinin bugünkü kazanımları ile artık tarihin sonu ‎gelmiştir. Yani insanlığın düşünsel gelişiminin sonuna gelinmiştir.
‎ ‎ Fukuyama, Tarihin Sonu kavramının yeni olmadığını, bu deyimi ‎kullananların en ünlüsünün ise bizzat Karl Marx olduğunu ileri ‎sürer ve Marx’ın
Karl-Marx ‎“tarihî gelişmelerin yön ve yöneliminin maddî güçlerin karşılıklı ‎etkileşimleri ile maksatlı bir şekilde belirlendiğine ve bu etkinin ancak ‎bütün önceki çelişmeleri çözümleyecek olan komünizm ‎ütopyasına ulaşılması halinde sona ereceğine"
‎ inandığını ilave eder. ‎ ‎(5) Fukuyama’ya göre Marx’ “başı, ortası ve sonu olan ‎diyalektik bir süreç olarak tanımlanan tarih kavramı" nı ‎Hegel’den almıştır. ‎ ‎ Fukuyama, bu bağlamda Tarihi Maddecilik ‎‎ve Hegel’in batı kültüründeki yeri ve önemi üzerinde uzun ‎açıklamalarda bulunduktan sonra Hegel’in ‎Hegel‎ ‎
‎ ‎“Zaman içinde belli bir an gelecektir ki bu anda nihaî olarak belli bir ‎rasyonel toplum ve devlet formunun diğer bütün toplum ve devlet ‎formlarından üstün olduğu kabul edilecektir ve böylece tarihin zirvesine ‎varılmış olacaktır"
dediğini yazar ‎ ve ilave eder: ‎ ‎(5)
İşte o an bu andır!
Fukuyama ‘ya göre XX. Yüzyıl liberal ‎demokrasiye tam güvenle başlamış, ama bazılarınca ortaya atıldığı gibi İdeolojinin Sonu veya Kapitalizm ile ‎Sosyalizmin Yakınlaşması yerine Ekonomik ‎Liberalizmin kesin zaferi ile taçlanmıştır. ‎ ‎End_of_History‎ Sonuç olarak XX. Yüzyılda totaliter güçlerin ABD ve müttefikleri tarafından ‎kesin olarak yenilgiye uğratıldığı, böylece insanlığın ideolojik ve düşünsel ‎gelişiminin ve liberal demokrasinin uç noktasına yani Neo-‎Liberalizm’e (veya daha başka bir deyişle politikada ‎demokrasi, Ekonomide Kapitalizm demek olan Liberal ‎Demokrasi’ye) varılmıştır. ‎ Fukuyama, yanlış anlamaları önlemek için şöyle bir açıklama da yapıyor. ‎ ‎
‎ Tarihin sonu demek uluslararası arenada süregelmekte olan olaylar sona ‎erecek demek değildir. Tabii ki Ermeniler ile ‎Azeriler, Sihler ile Tamiller vs ‎sorunlarını yaşamaya devam edeceklerdir. Terörizm ve ulusal bağımsızlık ‎savaşları uluslararası gündemi işgal etmeye devam edecektir. Bununla ‎beraber artık büyük devletlerin karıştığı büyük ihtilaflar giderek ‎sahneden silinecektir.
.

d - Uydu Devletlerin Sonu‎▲‎

‎ ‎ Fukuyama’yı bu tür düşüncelere sevk eden nedenler arasında ‎yer alan ekonomik ve siyasal olaylara gelince:‎ ‎1980’li yıllar ın sonunda Polonya ve ‎Macaristan’ın başını çektiği bir bağımsızlık dalgası Doğu ‎Avrupa’yı sardı: Sovyetler Birliğinin hegemonyası altındaki devletler, birer birer ‎bağımsızlıklarını ilân etmeye başladılar. Bağımsızlık ilânı ile birlikte ‎komünizm ideolojisinin de bırakılıp kapitalizme geçilmesi ‎gündeme geliyordu.‎ Aslında Moskova’nın sert müdahalesi olmasaydı bu süreç 1956 ‎‎yılında başlayacaktı. Gerçekten 1956 Macaristan devrimi ve ‎‎1968 Prag olayları ‎ üzerine Brezhnev ‎a‎Doktrini’nin ilanı ile süreç başlangıç aşamasında kesintiye uğramıştı. 1968 yılında Polonya’da yapılan bir toplantıda kamuyla ‎ilk kez paylaşılan bu doktrin kısaca şöyle ifade edilebilir. ‎*** ‎ ‎‎
‎ ‎Brezhnev
    Brezhnev ‎
Sosyalist sistemi kabul etmiş ‎olan bir ülkede kapitalizmin yeniden egemen olmasını sağlamak amacına ‎yönelik olan saldırılar sadece o ülkeyi değil tüm sosyalist ülkeleri ‎ilgilendirdiğinden bu tür sorunların halledilmesi sadece o ülkeye bırakılamaz. ‎Bu yüzden bu saldırıların, silahlı müdahale dâhil olmak üzere, her türlü araç ‎ve yöntemle bertaraf edilmesi gerekir
‎*** Dayanışma Hareket’inin ‎ ‎ ‎(6) 1928’den beri ‎iktidarda olan komünist İşçi Partisini yenmesi üzerine Gorbaçov ‎‎askerî kuvvet kullanmayı reddedince ortadan kalkmış oldu. Polonya’yı ‎Macaristan izledi ve Doğu Avrupa’da Sovyet hegemonyası altındaki bütün diğer ‎devletler birer birer bağımsızlıklarını ilan ettiler. ‎ Bu komünizm ideolojisinden vaz ‎geçilmesi ve çok önce başlamış olan bir sürecin vardığı nokta ‎olarak yorumlandı. ‎ ‎ .

e - Berlin Duvarının Sonu‎▲‎

‎ ‎ Fukuyama’nın kitabının mürekkebi kurumadan Doğu ve Batı ‎Blokları arasındaki çekişmenin sana erdiğini çok şatafatlı bir biçimde gözler ‎önüne seren bir olay oldu: ‎ ‎‎▲‎
Berlin Duvarı, sözde “sosyalist doğuyu kapitalist batıya karşı koruma" ‎amacıyla 1961 yılında yapılmaya başlanmış, ama batıda, kısa ‎zamanda bir taraftan eleştiri, diğer taraftan da alay konusu haline gelmişti. ‎Yıllar geçtikçe
  • ‎Duvarın yapılış amacını sağlayamadığı,
  • Üstelik Doğu Alman vatandaşlarının Seyahat özgürlüğünü kısıtladığı,
  • Batıya kaçmak isteyenlerin de bazan canına mal olduğu ‎ ‎
  • ‎Ayrıca kötü bir propaganda konusu olduğu
‎ görülmeye başlandı. Durumu yeniden değerlendiren Doğu Almanya ‎hükümeti, önce vatandaşlarının doğu Blokundaki ülkelere seyahat ‎etmelerini serbest bıraktı, sonra da Batı ülkelerine geçmelerine izin ‎verme kararını aldı:.‎ ‎ Kasım 1989'da yapılan basın toplantısında bu kararın açıklandığı ‎andan itibaren duvarın iki tarafında binlerce insan birikti. Coşkulu ‎kalabalıkların duvarın tepesine çıkması ile yıkım başladı.
‎ Böylece tam 28 yıl Dünya kamuoyunu işgal etmiş olan bir yapı, göz açıp ‎kapayıncaya kadar ortadan kalkıverdi. Kendisi hayli önemli olan bu olayın ‎ardından
    ‎ ‎
  • Doğu Almanya ile Batı Almanya’nın birleşmesi (3 Ekim 1990),‎ ‎
  • Sovyetler Birliğinin dağılışı (26 Aralık 1991) ve hepsinden anlamlısı, ‎ ‎
  • Soğuk Savaşın, bir bakıma, resmen sona ermesi
‎ gibi önemli olaylar da meydana geldi ‎ ‎ .

f - Sovyetler Birliğinin Sonu‎▲‎

‎ ‎Mikhail-Gorbachev‎ ‎Boris_Yeltsin
‎ Doğu Almanya ile Batı Almanya’nın birleşmesi, devenin belini çökerten son ‎saman çöpü ‎ ‎(7) ‎sayılabilir ama her halde son darbeyi vuran Mihail ‎Gorbaçov 'in görevinden istifa edip bütün yetkilerini Boris ‎Yeltsin 'e devretmesi olmuştur ki böylece Sovyet Sosyalist ‎Cumhuriyetler Birliği yerine Bağımsız Devletler Topluluğu’nun ‎kurulması gerçekleşmiş oldu.‎ ‎
‎ ‎ Fukuyama’nın makalesinin adının Tarihin Sonu ‎‎olmasını anlamlı kılan nedenlerinden biri de bu olmuştur. Ayrıca, Tarihin ‎Sonu sözü ile Sovyetler Birliğinin sonu kast edildiği gibi ‎Sosyalizmin sonu anlamı da çıkarılmaktadır. Acaba bu çıkarım da ‎doğru muydu? ‎
.

III - Dünyanın Halleri‎▲‎

‎ ‎ .

a - Neo-liberal Dünya‎▲‎

‎ Şimdi de tekrar bir geri dönüş yapıp bu olayların arka planındaki ekonomik ve ‎siyasal düşüncelere bakmak yararlı olabilir.‎ İkinci Dünya Harbini izleyen yıllarda gerek akademi ve gerek iş çevrelerinde ‎ ‎
“piyasalara müdahale edilmemesi gerektiği, piyasaların ‎serbestçe işlemesine müsaade edilirse bu serbestîden toplumsal hasar ‎doğabileceği”
‎ korkusu yaygındı. Bu bakımdan
    ‎ ‎
  1. Kapitalizmin sebep olduğu sert konjonktür hareketlerinin ‎yumuşatılması ve ‎ ‎
  2. Bazı temel hizmetlerin gerçekleştirilmesi
‎ ‎için hükümet müdahalesine kesin ihtiyaç olduğunda ‎ ‎para ve maliye politikalarının kullanılmasının yeterli ‎olacağına inanılıyordu..
‎ Diğer bir deyişle, Hükümet, Sermaye ve Emek Üçlüsü, sanki ‎aralarında zımnî bir anlaşma varmış gibi hareket ‎ediyorlardı.
‎ Ancak1980’lerin başına gelindiğinde ABD ve İngiltere’den ‎başlayarak Dünyada yeni bir anlayış hâkim olmaya başladı. Bu ‎anlayış kısaca:

‎ ‎Bütün toplumsal kötülüklerin temelinde Devlet ‎vardır.

Serbest piyasalar Hükümetlerin ‎yaptığından çok daha iyisini yapabilirler
.
Geçmişte yaşanan ekonomik krizlere devletin ‎müdahalesi neden olmuştur.
‎ şeklinde ifade edilebilir.
‎ Gelişmiş ülkelerde Hükümet, Medya ve Neo-liberal aydınlardan ‎oluşan sacayağı Neo-liberal anlayışın kamuoyunda kısa zamanda kabul görmesini ‎sağladı. Bu anlayışta özellikle
    ‎ ‎
  1. Devletin ekonomik hayattaki yerinin küçültülmesi ve genel olarak rolünün ‎azaltılması,‎ ‎
  2. Maliye politikalarının terk edilmesi,‎ ‎
  3. Ekonominin para politikaları ile yönetilmesi
‎ görüşleri hakimdi. Bu görüşler doğrultusunda şu üçlü politika hedefi ortaya ‎çıktı:
    ‎ ‎
  1. Yeniden Yapılanma: Ekonomik hayatın Piyasalarda ‎tam serbestlik sağlanacak şekilde örgütlenmesi. ‎‎
  2. ‎ ‎
  3. Özelleştirme: Devletin mülkiyetinde bulunan işletme ‎ve tesislerin özel kişilere devredilmesi.
  4. ‎‏ ‎
  5. Deregülasyon: Ekonomik hayata hükümetin ‎müdahalesini öngören düzenlemelerin mevzuattan temizlenmesi ‎‎ (8) ‎ ‎‏‎‎‎
‎ ‎J.M.Keynes ‎ Böylece 1930’lardaki Büyük Buhran’dan kurtulunmasında ‎çok yararı görülen Keynesçi görüş terk edilerek neo-‎liberalizme geçilmiş oluyordu. Bu geçişin nedenleri ve yerindeliği çok ‎tartışılmıştır. Yukarda sözü edilen zımnî anlaşmanın terk edilmesinin başlıca ‎nedeni olarak
(1) 1970’lerde başlayan durgunluk içinde ‎enflasyonve bunu takip eden enflasyon ile mücadelede ‎Keynesçi politikaların başarılı olamaması gösterilmektedir.
‎ ‎ (2) Diğer taraftan Doğu Blokundaki ülkelerde yaşanan sıkıntılar sosyalist sistemin ‎başarılı olamadığını ortaya koymaya başlamıştı. Bu yüzden “ ‎Hür Dünya”daki halk çoğunluğu için sosyalist uygulamaların “özendirici” olma niteliği ve muhalif hareketlerin ‎teşvik edilmesi olasılığı kayboluyor, hükümetler için bir korku kaynağı daha yok ‎oluyordu. Yani artık ekonomiye düzeltici (=eşitsizliği ‎yumuşatıcı) müdahalelerde bulunmaya ihtiyaç kalmıyordu.
‎ ‎Hayek-Kölelik-‎Yolu ‎ ‎Milton_Friedman ‎ Aslında her iki neden de etkili olmuştu. Ancak neo-liberal yaklaşımın temelinde ‎‎ F.A.Hayek’in ‎‎ (9) ‎ ‎‏‎‎‎ ‎ geliştirdiği siyaset felsefesi ve Milton ‎Friedman’ın‎ ‎‎ (10) ‎ ‎‏‎‎‎ ortaya attığı Parasalcı Görüşün ‎ ‎‎ (11) ‎ ‎‏‎‎ yattığı gözden ‎kaçırılmamalıdır. Bu görüşler Chicago Üniversitesi e ‎Virginia ‎Üniversitesinin ve Heritage Foundation, the American ‎Enterprise Institute gibi düşünce kuruluşlarında benimsenip yaygınlaştı ve ‎çok geçmeden bir ekol,: Neo-Liberalizm ekolü doğdu.
‎ ‎Margaret-‎Thatcher‎ ‎Ronald-Reagan ‎ Bu görüş ve düşüncelerin kamuoyunda yaygınlık kazanması ile eş-zamanlı olarak ‎İngiltere’de Margaret Thatcher Başbakan, A.B.D. de Ronald Reagan’ın Başkan oldu; Böylece neo-liberal düşünceler iyice ‎oturdu, benimsendi ve bugünlere kadar çoğu ülkenin siyasal yaşamına hâkim ‎oldu.
‎ Neo-liberalizmin asıl saltanatı Sovyetler Birliğinin dağılmasından ve Tek Kutuplu ‎Dünyanın oluşmasından sonra başladı. ‎ ‎ .

b - Tek Kutuplu Dünya‎▲‎

Fukuyama, ünlü makalesini 1992’de Tarihin Sonu ve ‎Son İnsan ‎ ‎ adıyla kitaplaştırdı. ‎‎ (12) ‎ ‎‏‎‎‎ O zamana kadar hem makale hem de yazar ‎iyice ünlenmiş, makalenin öncülük ettiği iyimserlikle beraber, “ ‎geleceğe güven” ve “ halinden hoşnut olma duygusu” bütün ‎Dünyaya ve tabii daha çok gelişmiş ve varsıl ülkelere hâkim olmaya başlamış, ‎adeta yeni bir dünya doğmuştu.
‎ Sovyetler Birliği dağılmış olduğu için, bu “Yeni Dünya”da artık iki süper ‎güç ve bu iki süper gücün başını çektiği iki ayrı devletler grubu, iki ‎blok yoktu. Tek bir süper güç kalmıştı ve Dünya devletleri artık iki ‎gruba ayrılmıyordu: Bu yüzden Dünyamıza artık Tek ‎Kutuplu Dünya adı yakıştırılıyor. Ayrıca içinde bulunduğumuz döneme, ‎belki biraz istihza ile ‎ Pax Americana adı veriliyor. Büyük Usta Aziz ‎Nesin bu dünyayı şöyle tanımlıyordu: ‎ ‎Aziz_Nesin‎ ‎
‎ ‎ Amerika, çağımızın Zeus’üdür. Eski ‎Yunan’da olduğu gibi, dünyamızı çok tanrılar yönetiyor: Almanya, ‎Japonya, İngiltere, Fransa filan... Ama baş tanrı Amerika. ‎ ‎(Aziz Nesin’in Ali Nesin’e bir mektubundan)
‎‎ (13) ‎ ‎‏‎‎‎ Gerçekten bu tek kutuplu dünyada, tek bir Zeus olduğu gibi bir ‎‎ tek ekonomik sistem vardı: neo-‎liberalizm. ‎ ‎ Hayek’in ve dFrieman’ın düşünsel temelini ‎attığı, İngiltere Başbakanı Thatcher ‘in. ve A.B.D. Başkanı Reagan’ın uygulamaya koyduğu ekonomik görüş bütün dünyaya hakim ‎olmuş, neredeyse karşı çıkılması büyük günah sayılan dinsel bir akide ‎haline gelmiş bulunuyor. Öyle ki gerek Gelişmiş Ülkelerde ve ‎gerek onların siyasal değil ama duygusal uyduları haline gelmiş ‎olan Gelişmekte Olan Ülkelerde, deyim ‎yerindeyse ekonominin amentüsü’‎‎ (14) ‎ ‎‏‎‎‎haline gelen bu inancın ‎gereğini yerine getirmeye mecburmuşlar gibi davranıyorlar.
‎ ‎1980’lerde vücut bulan neo-liberal anlayış, Sovyetler Birliğinin dağılması ile ‎Dünya Tek Kutuplu hale gelince, diğer bir deyişle komünizm ideolojisinin hür dünyadaki yoksul ve ‎emekçi kitlelerde yayılma tehlikesi fiilen ortadan ‎kalkınca, “liberasyon=serbestlik” talebinin her alanda sınır ‎tanımadan uygulanmaya konulması imkânı doğdu.
‎ Bu cümleyi “sermaye sahipleri, işlerini genişletmek, ‎kârlarını büyütmek ve yetkilerini artırmak için gereken her türlü toplumsal ve ‎siyasal değişikliklerin ve yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi konusunda ‎‎ (15) ‎ ‎‏‎‎‎ Hükümetleri ikna etmek gücünü elde ettiler şeklinde ‎okuyabilirsiniz.
‎ Bu alanda ortaya konan kötü politikaların bazıları şunlar: ‎ ‎ Emek cephesinde: Çeşitli ‎yasal veya yasal olmayan ve çoğu insan haklarına aykırı yöntem ve ‎yaklaşımlarla sendikalara kayıtlı işçilerin sayısının azaltılmaya ‎çalışılması,:(Sendikasızlaştırma)
‎ ‎ Vergilendirme ‎alanında:Vergide adalet ilkesinin gözardı edilmesi, vergi ‎oranları, istisna hadleri gibi parametrelerde gereken değişiklikler ‎yapılarak gelir dağılımının iyileştirilmesini sağlamaktan ‎vaz geçilmesi‎ ‎ Kamu Harcamalarında: ‎Sosyal Amaçlı transferlerin azaltılması, ‎Refah Devleti anlayışından uzaklaşılması.
‎ ‎EUROSAI ‎ Bu bağlamda Kasım 1990 tarihinde yapılan EUROSAI’nin I. (kuruluş) ‎Kongresinde bundan böyle Sayıştay Denetimlerinde (Supreme ‎Audit) Özelleştirme, Deregülasyon,>Yeniden Yapılanma konularına ağırlık verilmesine karar ‎verildiğini hatırlamak uygun olur.
Orta Avrupa’daki eski komünist devletlerin, tam da bağımsızlıklarını ilan edip ‎kapitalizme geçmeye, yani kontrolü piyasalara bırakmaya hazırlandıkları ‎sırada Avrupa Sayıştaylarının denetimlerde Özelleştirme, Deregülasyon, ‎Yeniden Yapılanma konularına öncelik vermeye karar vermeleri ne ‎güzel bir tesadüf değil mi?! ‎ ‎ .

c - “Yeni Dünya Düzeni” ‎▲‎

‎ ‎1 - ABD Başkanı George Bush Irak Savaşının ‎gerçekten başarı ile sona erdiğine inanılan günlerde (tam olarak 29 Ocak ‎‎1991 tarihinde) Amerika Kongresi’nin ortak toplantısında yaptığı Birliğin Durumu (state of union) konuşmasında, “Yeni Dünya ‎Düzeni” nin doğduğu müjdesini şöyle vermişti: ‎ ‎ George H.W. Bush‎ ‎
‎ Söz konusu olan bir küçük ülkenin (Irak) sorunu değildir. Bu, insanlığın ‎evrensel özlemi olan barış, güvenlik, özgürlük ve hukuk devletini ‎gerçekleştirmek amacıyla çeşitli ülkeleri ortak bir amaç için bir araya ‎getiren büyük bir ülküdür. , Yeni Dünya Düzenidir.
Yeni Dünya Düzenisözü yeni bir söz ‎değildir. Bugün yeryüzünde var olan bütün siyasî organizasyonların bazı gizli oluşumlar tarafından ortadan kaldırılarak Dünyaya hâkim ‎olacak tek bir devletin kurulacağını öngören ve çeşitli versiyonları olan komplo teorisine bu ad verilir ve bu “gizli ‎oluşumlar” arasında çoklukla illuminati’ den söz edilir. ‎Komplo teorisi kavramının gizemi insanlara çok çekici geldiği için hemen herkes ‎bu teorinin bir versiyonuna inanmakta ise de bu teorilerin gerçekte işlerin ‎yürütülüş yolu ve ekonomi ve siyaset alanındaki önemli kararların alınış yöntemi ‎ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü işler ve kararlar bugün, Trilateral ‎Komisyon, Bilderberg Toplantıları, Dış İlişkiler Konseyi, Dünya Ekonomik ‎Forumu gibi kuruluşlar marifetiyle herkesin gözü önünde gerçekleştirilmektedir. ‎‎ ‎ .

IV - Şafak Söküyor‎▲‎

‎ ‎ .

a - Tarihin tanıklığı ‎▲‎

‎ ‎Thomas-Piketty‎ Fransız İktisatçı Thomas Piketty’nin kaleme aldığı ‎XXI. Yüzyılda Kapital ‎‎ (15) ‎ ‎‏‎‎‎ ‎ adındaki bilimsel ekonomi kitabı ‎Ağustos 2013de Fransa’da sessiz sedasız yayınlanmıştı. Ama bu yaklaşık 700 ‎sayfalık kitabın İngilizce çevirisi ‎ Nisan 2014 de yayınlanır ‎yayınlanmaz çok satan kitaplar listesine girdi ve kamuoyunda fırtınalar kopardı. ‎Zira kitap bütün ezberleri bozuyordu. (Bu arada kitabın Türkçe çevirisinin de yayınlandığını ‎belirtelim ‎‎‎ (17) ‎ ‎‏‎
‎ Yazar, Fukuyama’nın 25 yıl önce coşkuyla tasvir ettiği “Mutlu ‎ve Mesut Yeni Dünya”’ya ‎ yeni ve oldukça değişik bir açıdan bakıyordu. ‎Kitap, Ekonomik çalışmalardaki teorik tartışmalarla ve matematik formülleriyle ‎bezenmemişti. Sayfaları tarihsel arşivlerden ve güncel bilgi bankalarından ‎alınmış tablolar ve grafikler süslüyordu. Diğer bir deyişle ‎okuyucuya, bir bir sayısal “albüm” sunuluyordu. Bu albümün mesajı Nouriel Roubini’nin 2011’de Kapitalizmin Sonu mu?‎ ‎ ‎diye sorarken verdiği mesajdan çok farklı değildi. ‎‎ (19) ‎ ‎‏‎‎‎ Bu mesaj şu idi:
Kapitalist sistemde işler pek de iyi ‎gitmiyor.
Gelir ve servetlerdeki tarihî değişimleri anlatan bu eser, ‎Piketty’nin yönetiminde bir grup ekonomistin yaklaşık on yıl süren ‎çalışması sonunda hazırlanmıştı.
‎ Kitapta ileri sürülen görüşler ve yapılan açıklamalar, şöyle özetlenebilir:‎ ‎*** ‎
“Derlenen veri ‎yığını, sanayi devriminin başlangıcından itibaren gelirlerde ve servetlerde ‎yaşanan eşitsizliği gözler önüne sermektedir. “
‎ ‎ “17. ve 18. ‎yüzyıllarda Batı Avrupa ülkelerinde oldukça keskin bir eşitsizlik vardı. Öyle ‎ki çoğu ülkede, bir avuç zenginin kişisel serveti, o ülkenin millî gelirini ‎aşıyordu.”
‎ ‎ “Sanayi devrimi ‎ile birlikte işçi ücretleri bir miktar yükseldi ise de eşitsizlik aynen devam ‎etti.”
‎ ‎ “Birinci ve İkinci ‎Dünya Savaşları ile Büyük Buhranın hüküm sürdüğü zor günlerde, vergiler ‎yükseldi, dörtnala enflasyon yaşandı, iflaslar birbirini kovaladı. Diğer ‎taraftan “Refah Devleti” bağlamındaki uygulamalara önem verildi. Bu ‎gelişmeler sonunda servetlerin göreceli olarak küçüldüğü görüldü. Denebilir ‎ki bu dönemde gelir ve servetlerin bölüşülmesinde daha eşitlikçi ‎davranılmaya çalışıldı.
‎ A ncak bugün ‎servetlerin ve gelirlerin bölüşümünde Birinci Dünya Harbinden önceki ‎olumsuz duruma dönülmüş bulunuluyor ‎‎ (20) ‎ ‎‏‎‎‎ ‎
‎ ‎ Bir toplumda ‎ekonomik büyümenin hızının artması o toplumda servetlerin hacminin ‎küçülmesine neden olur. Buna karşılık ekonomik büyümenin yavaşlaması ‎servetlerin hacmini büyütür. Örneğin büyüme oranını yavaşlatan bir nüfus hareketi servetin (servet sahiplarinin) gücünü ‎artırır.”
‎ ‎ “Genel bir eğilim olarak servet sürekli olarak belli ellerde ‎yoğunlaşır. Yani zengin gittikçe daha zengin olur.
‎       ►Bu genel eğilimi ancak teknolojik gelişmenin veya nüfus artışının ‎tetikleyeceği bir hızlı büyüme tersine çevirebilir.
‎       ‎►Bir de hükümetin, servetin belli ellerde yoğunlaşmasını önleyen ve ‎gelir dağılımını iyileştirmeyi amaçlayan politikaları kapitalizmin bu ‎yanlış işleyişini düzeltebilir”
‎ ‎ “Tarihî gelişim ile ‎ilgili verilerin incelenmesi sonunda elde edilen saptamalardan
SERMAYE VE EŞİTSİZLİK GENEL TEORİSİ

adı verilebilecek bir sonuç çıkar. Bu sonuç bir cümleyle şöyle ifade ‎edilebilir:
‎ ‎
‎ Servetin yıllık getirisi yıllık Ekonomik büyüme oranından yüksek ‎olur
Bu genel eğilimi ancak teknolojik gelişmeden veya nüfus artışından kaynaklanacak hızlı büyüme ‎‎tersine çevirebilir.
‎***
‎ ‎ Piketty, Sermaye ve Eşitsizlik Genel Teorisi’nden akademisyen ‎iktisatçıların şiddetli (aslında kısmen de haklı) itirazlarına neden olan şu önemli ‎ardışık önermeleri üretir:‎ ‎ ‎
  1. Bugün gözlemlenen ekonomik eşitsizlik sistemin doğal sonucudur.‎
  2. Diğer taraftan hükümetin servetin belli ellerde yoğunlaşmasını önleyecek ve ‎gelir dağılımını iyileştirebilecek
    1. Vergi politikası (Örneğin yıllık bir “Müterakki Tarifeli Servet ‎Vergisi” )‎‎
    2. Sosyal politikalar (Örneğin Refah Devleti ‎uygulamaları)‎
    ‎ gibi yollarla kapitalist sistemin bu olumsuz işleyişi düzeltebilir.‎
‎ ‎ Piketty’nin XXI.inci Yüzyılda Kapital,adını taşıyan kitabının, yalnız adı ‎bakımından değil, içinde yer alan bazı saptama ve öngörüler açısından da Karl Marx’ın Das Kapital’ine nazire olarak kaleme ‎alındığını iddia etmeleri haksız görülmeyebilir.
‎ Gerçekten Piketty böyle düşünmemiş olsa bile ona yöneltilen ‎eleştirilerin başında onun kitabının Marksist ideolojiden ‎kaynaklandığı iddiası geliyordu. Bunun nedenini ABD'li ekonomist ve köşe ‎yazarı Paul Krugman şöyle açıklıyor: ,‎ ‎ paul krugman‎ ‎
‎ ‎“Sağcılar, Piketty’nin tezine doyurucu bir cevap veremedikleri ‎için çareyi kara çalmakta buluyorlar. Çünkü bu teze mutlaka ‎karşı çıkılması gerekiyordu; yoksa bu tez yakında bütün “okumuşlar” (!) tarafından benimsenir ve gelecekteki bütün siyasî ‎polemiklerin başlıca konusu olurdu.”
‎ ‎‎‎ (21) ‎ ‎‏‎‎ Görüldüğü gibi “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” sağcı kamuoyunda ‎hatırı sayılır bir korku yaratmıştı. Piketty ve kitabı hemen ‎gündeme oturdu. Her çevreden yorumlar, eleştiriler yağmur gibi yağmaya ve ‎kitapta ileri sürülen savlara karşı cevaplar üretilmeye başlandı. Özellikle ‎ ‎
‎ en üst katmanda gelirin çok hızlı bir biçimde arttığı” ‎ ‎
‎ savı en şiddetli itirazlara konu oluyordu. İtiraz olarak ileri sürülen görüşler ‎ciddiye alınacak türden değildi ki bunları iki başlık altında toplamak ‎mümkündür:‎ ‎Buyume/Getiri‎ ‎
    ‎ ‎
  1. İnkar: Zenginlerin durumlarının gerçekten öyle çok iyi ve ‎geri kalanların durumlarının ise çok kötü olduğu iddiası kesinlikle ‎yanlıştır ‎
  2. font color=#FF0000> Haklı görmek: Büyük servet ve gelir elde edenler bunu hak ediyorlar.Çünkü onlar ekonomiyi geliştirmek, iş yaratmak gibi ‎önemli hizmetler ifa ediyorlar
. ‎ Bu tür eleştiriler tabii çok fazla taraftar bulmadı. Buna karşılık akademi, siyaset ve ‎iş çevrelerinde ve medyada yer alan eleştiriler, hem kamuoyunda beğeni topladı hem ‎de kitabın daha çok okuyucuya erişmesini sağladı.
‎ Diğer taraftan, ekonomistler ve akademik kökenli yazarlar da kitaptaki saptama, ‎çıkarım ve önerileri bilimsel bir yaklaşımla incelediler.
‎ Bu incelemeler sonunda ileri sürülen olumsuz eleştirilerin bir bölümü ‎doğrudan ekonomik terimler ve kavramlarla ilgiliydi: Çünkü Piketty bazı terim ve kavramları alışılmış olandan daha farklı ‎anlamlarda kullanmıştı. Oysa eleştirilerde bu farklı kullanış dikkate alınmamıştı. ‎Bu tür yanlış anlamalardan kaynaklanan eleştiriler Piketty ‎‎taraftarlarınca hemen ve kolayca çürütüldü.
‎ Böyle terminolojiden kaynaklanmayan eleştirilere gelince: Bu eleştirileri ‎ileri süren akademisyen eleştirmenler
    ‎ ‎ ‎
  1. Piketty’nin eserinin aslında ekonomik ve ‎siyasal sistemin bir tür özeleştirisinden ibaret olduğunu ‎görüyorlar,i ‎ - ‎ ‎
  2. İleri sürülen bulguların ilgililerin, durumu ve olayları daha iyi ‎görmelerini sağlayarak daha gerçekçi politikalar üretilmesine yardımcı ‎olabileceğini kabul ediyorlar,i ‎ ‎
  3. Bununla beraber, Kitabın birkaç konuda, genel ‎kabul görmüş kuram, önerme ve çıkarımlara net olarak aykırı ‎düştüğünü de görmezden gelmiyorlardı. ,i
‎ ‎ Piketty taraftarları bu tür iddialara tam olarak doyurucu ‎cevaplar veremediler. Ancak, kitaptaki saptama, bulgu ve analizlerin ‎sağlamlığına değil, servet ve gelirlerin tarihî seyrine ait verilerin ‎doğruluğuna dayandığı için Piketty’nin tezi halâ iş ve sermaye ‎çevrelerini düşünmeye ve mümkün olan önlem ve çareleri aramaya zorlamaktadır‎ ‎ .

b - Bilge Bir Bilişimci‎▲‎

Bill_Gates“Zenginlerin ellerindeki servet ve gelirlerin toplumun diğer kesiminden ‎daha hızla birikmekte olduğu ve bunun Dünyadaki eşitsizliği daha da ‎artıracağı” şeklindeki görüş, bir ateş topu gibi ortaya atılınca, yukarda ‎açıklanan“bu tez mutlaka çürütülmeli” önerisini ciddiye alıp topa ‎ilk girenlerden biri Dünyanın hem en zenginleri hem de en “okumuş” ları ‎arasında bulunan Bill Gates oldu.
‎ ‎ Bill Gates kendine ait ağ-günlüğünde ‎‎ (23) ‎ ‎‏‎‎ yazdığına göre ‎‎“Yirmibirinci Yüzyılda Kapital hakkında o kadar çok yazı yazılmış ve ‎konuşulmuş ki adeta okumaya mecbur kalmış”. Bununla beraber, okuduğuna ‎çok memnun olmuş. Daha sonra da İnternet’te görüntülü konuşma olanağı sunan ‎bir program aracılığı ile Piketty ile kitap hakkında konuşma ‎fırsatı da olmuş. Bu çalışmalar sonunda kaleme alıp ağ-günlüğünde yayınladığı ‎bir yazı ‎ ‎‎ (22) ‎ ‎‏‎‎ konuyu ne kadar ciddî olarak ele aldığını gösteriyor. Bu yazının bazı ‎paragrafları, yazarının kendi cümleleri ile, mümkün olduğu kadar aslına sadık ‎kalmaya gayret edilerek aşağıda sunuluyor: ‎ ‎*** ‎
‎ ‎
‎ ‎ “Kitapta ileri sürülen başlıca ‎bulgular açısından Piketty ile aynı görüşteyim.. Umarım bu çalışma, servet ‎ve gelirlerdeki eşitsizlik konusuna diğer akıllı insanların da dikkatini çeker ‎ve yeni incelemeler yapılmasına neden olur. Çünkü eşitsizliğin nedenlerini ‎ve onunla başa çıkma çarelerini ne kadar iyi kavrarsak o kadar iyi olur.”‎
“Örneğin:
    ‎ ‎
  • Yüksek düzeylere varan eşitsizlik önemli sorunlar ‎doğurur: Ekonomik teşvikler etkilenir, demokratik tercihlerde ‎güçlülerin yararına bazı sapmalar olur ve en önemlisi “bütün ‎insanların eşitliği ideali” nin altı oyulur. ‎ ‎
  • Kapitalizm kendi kendini düzeltemez. O bakımdan ‎servetin belli ellerde yoğunlaşması kontrol altına alınamaz ise ‎eşitsizlik kartopu gibi büyür.‎ ‎
  • Hükümetler, istedikleri takdirde “kartopu” nu yuvarlama ‎temayülünü dengeleyerek yapıcı bir rol oynayabilirler.”

“Ama bu sözlerim Dünyada ‎işlerin kötüye gittiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Aslında topluca ele alırsak ‎görürüz ki Dünya gittikçe daha eşitlikçi olmaktadır ve büyük bir ‎ihtimalle bu olumlu trend kesilmeden devam edecektir.”‎
Denebilir ki bir miktar ‎eşitsizlik kapitalizmin yapısında yer almaktadır. Piketty’nin dediği ‎gibi, bu sistemin doğasında vardır.”‎
“Eşitsizlik konusunda önemli ‎olan soru şudur:
    ‎ ‎
  • Hangi düzeydeki eşitsizlik kabul edilebilir? ‎Ya da hangi düzeydeki eşitsizlik yarardan çok zarar ‎doğurur?”
‎ ‎ “Diğer taraftan, servetin çok ‎farklı türleri vardır. Yatırım, hasenat, tüketim, banka mevduatı gibi ‎yatırım türlerinin hepsini, servet ve gelirlerdeki eşitsizlik bağlamında aynı ‎kefeye koymak doğru olmaz”‎
Piketty’nin ‎dikkate almadığı diğer bir husus da tüketim harcamalarının ‎boyutu ve türüdür. Tüketim harcamalarının yiyecek, giyim, emlâk, eğitim, ‎sağlık gibi sektörlere dağılma oranı ve ayrılan para ile ilgili sayısal veriler, ‎servet ve gelir bölüşümü açısından çok yararlı bilgiler verebilir.”‎
Emek gelirlerinin ‎vergilenmesinden (mümkün olduğu kadar) kaçınılması taraftarıyım. Oysa ‎ABD’de emek geliri sermaye gelirine göre daha ağır vergilenmektedir.”‎
Bununla beraber Piketty’nin ‎istediği gibi servet üzerine müterakki tarifeli vergi ‎konulması yerine tüketim üzerinden müterakki oranlı vergi alınmasını ‎tercih ederim.”‎
“Veraset vergisi ‎‎nin devam etmemesi gereğine çok inanıyorum. Çünkü ekonomik ‎kaynakların nasıl ve nereye tahsis edileceği konusunun, kişilerin ‎‎(varislerin) doğumlarında paylarına düşen şansa göre belirlenmesinin pek ‎akıllıca olmadığını düşünüyorum. “
Görüldüğü gibi Bill Gates bu yazıda Piketty’nin ‎kitabı üzerine, servet ve gelir eşitsizliği ile ilgili olarak kamuoyunda meydana ‎gelen çalkantı veya rahatsızlık hakkında iş çevrelerinde dile getirilen itiraz ve ‎açıklamaları derli toplu bir biçimde özetlemiş olmaktadır. Bununla beraber ‎vergilendirme konusu gibi bazı radikal sayılabilecek önerilerinin kapitalizmin ağa ‎babaları nezdinde pek uygun karşılanmamış olduğu muhakkaktır.‎ ‎ .

c - Dünya Ekonomik Forumu‎▲‎

‎ ‎World_Economic_Forum‎ ‎ ‎ ‎
‎ Bilindiği gibi Dünyanın önde gelen işadamları ve siyasetçileri her yıl İsviçre’nin ‎Davos kentinde bir araya gelirler ve Dünyanın önemli sorunlarını tartışarak ‎saptamalarda, öngörülerde bulunurlar ve kamuoyuna öneriler sunarlar. ‎Dünya Ekonomik Forumu adı verilen bu toplantılarda varılan ve kamuoyuna ‎duyurulan sonuçların hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Bununla beraber buradaki ‎görüşmeler, hem bir taraftan“Güçlüler Kulübü”nün üyelerine ışık ‎tutar, hem de diğer taraftan Dünyanın geri kalan bölümümde yaşayan pasif çoğunluğa geleceğin olası gelişmeleri hakkında, az da olsa ‎bazı bilgi kırıntıları sunduğu için bu toplantıya çok değer verilir. O kadar ki ‎yalnız varılan sonuçlar değil, hangi konuların ele alındığı ve ne gibi görüşlerin ‎ortaya atıldığı hakkındaki bilgiler dahi önem ifade eder
‎ Bu bakımdan, Roubini’den bir yıl sonra ve ‎Piketty’nin kitabının İngilizceye çevrilmesinden iki yıl önce, yapılan ‎Davos 2012 Toplantısındaki oturumlardan birinin ‎ ‎
XX. YÜZYILIN KAPİTALİZMİ
‎ XXI. YÜZYILIN TOPLUMUNUDÜŞ KIRIKLIĞINA UĞRATIYOR ‎MU?
‎ başlığını taşıması ve doğrudan kapitalist sistemin geleceğinin sorgulanması çok ‎dikkat çekici idi.
‎ Oysa daha önceleri bu tür sorular sadece Dünya Ekonomik Forumunu protesto ‎etmek için toplanan sol gruplar tarafından dile getirilirdi. Bu ‎gelişmede üç yıl önce, 2008’de yaşanan Büyük Mali Kriz in ‎rolünün olup olmadığı tartışılabilir ise de Davos’da bu konunun ‎gündeme gelmesinin 17 Eylül 2011de ABD'nin finansal kalbi New York ‎Borsasının bulunduğu caddede Wall Street'i İşgal ‎Et”‎ ‎ ‎‎ (24) ‎ ‎‏‎‎‎sloganıyla gerçekleştirilen protesto eylemi ile doğrudan ilgili olduğu ‎muhakkaktır. Bilindiği gibi bu eylem sırasında başlıca,
    ‎ ‎
  • Dünya çapındaki toplumsal ve ekonomik ‎eşitsizlik
  • , ‎ ‎
  • Yolsuzluklar‎ ‎
  • Kapitalist iş adamlarının doyumsuz kâr hırsları ‎‎ve
  • ‎ ‎
  • Büyük şirketlerin hükümetleri aşırı derecede ‎etkileme gücü
  • ‎ gibi hususlara karşı çıkılmıştı
    Davos toplantılarında normal olarak beklenen bu tür eylemlerde ileri ‎sürülen görüşlere karşı bir tutum alınması olduğu halde son yıllarda gelir ‎eşitsizliği ve benzer olumsuzlukların gündeme alındığı görülmektedir. Aşağıda bu ‎çalışmalardan bazılarının satır başları verilmektedir:
    ‎ ‎ 2013 Dünya Ekonomik ‎Forumu toplantısında, 2012 toplantısının aksine, kapitalizmin geleceği, servet ‎ve gelirlerdeki eşitsizlik gibi temaların pek fazla gündeme gelmediği ‎anlaşılıyor. :
    ‎ ‎ 2014 Dünya Ekonomik ‎Forumu toplantısında küresel ekonomik riskler konusunun ele alındığını ve ‎yapılan incelemede Gelir Eşitsizliği ’nin risk değeri en yüksek konu olarak ‎belirlendiğini görüyoruz. Ayrıca toplantıda 700 uzmanın görüşüne dayanılarak ‎hazırlanmış olan 2014 Küresel Risk Raporu adını taşıyan bir çalışma ‎sunuluyor. Bu raporda:
    ‎ ‎ En zenginler ile en yoksulların gelirleri arasındaki bir türlü kapanmayan ‎uçurumun gelecek onyıl içinde küresel boyutta çok ciddî bir hasar ‎yaratacağının
    ‎ vurgulanması dikkat çekiyor.
    ‎ ‎ 2015 Dünya ‎Ekonomik Forumu toplantısında Piketty’nin açtığı yol izlenerek ekonomik ‎büyüme ile gelir eşitsizliği arasındaki ilişki üzerinde duruluyor ve bu konu ‎birden fazla toplantıda ele alınıyor. Bu toplantıda varılan sonuçlardan ‎birisi şudur:
    ‎ Hiçbir ülkede kapitalist politikalar belli bir periyotta ekonomik büyümeyi ‎sağlarken aynı periyotta ekonomik eşitsizliğin azalmasını da sağlayamaz. Bununla ‎beraber Kuzey Avrupa ülkelerinde bu konuda az da olsa ilerleme ‎kaydedilmektedir.
    ‎ Diğer taraftan “Kapsayıcı Büyüme ve Kalkınma Raporu” adını ‎taşıyan bir raporda Toplumsal Açıdan Kapsayıcı Büyüme ‎ ‎“hem zenginlerin hem de yoksulların hayat standardını yükselten ‎büyümedir” ‎ şeklinde tanımlanıyor ve 7 kategori ye ayrılan 140 ‎parametre açısından 112 ülke için oldukça geniş bir ‎istatistik çalışma yapılarak bu ülkeler, ekonomik büyüme ile gelir eşitsizliği ‎arasındaki ilişki açısından sıralamaya tabi tutuluyor. Bu sıralamada ‎Danimarka, Finlandiya, Lüksemburg, Norveç, İsviçre önde geliyor. genel ‎olarak gelişmiş ülkelerde ekonomik büyüme sonunda ortanca (=median) ‎‎hane halkı gelirinin arttığı, ancak ABD’de aynı olumlu ‎sonucun alınmadığı saptanıyor.. Bu araştırmaya göre Türkiye ‎‎üst-orta sınıf gelir grubundaki ülkeler arasında yer alıyor
    ‎ ‎ 2016 Dünya Ekonomik ‎Forumu toplantısında yine gelir eşitsizliği gözde konulardan birisi idi. ‎Ancak bu toplantının yıldızı 4. Sanayi Devrimi oldu. Önce Dünya Ekonomik ‎Forumu’nun Başkanı Klaus Schwab konuyu takdim eden uzun ‎bir konuşma yaptı.
    ‎ Bundan sonra ABD ‎Başkan Yardımcısı Joe Biden, Kanada Başbakanı Justin Trudeau, IMF ‎Başkanı Christine Lagard gibi politika ve iş dünyasından bir çok tanınmış ‎kişilerin katıldığı bir tartışma oturumu yapıldı. Dünya Ekonomik ‎Forumu’nun Başkanı Klaus Schwab’ın konuşmasının konunun ‎önemini çok güzel açıklayan ilk paragrafı şöyle idi:‎
    ‎‎
    SANAYİ DEVRİMLERİ
    Birinci Sanayi Devrimi:
    ‎ Su ve buhar gücü ile Üretim mekanize edildi.
    ‎ Maddi serveti artırdı, tarımın egemenliğinin sona ermesine neden ‎oldu. Çok önemli sosyal değişikliklere neden oldu. Düşünce alanına ve ‎uygarlığa yeni boyutlar kazandırdı
    ikinci Sanayi Devrimi
    ‎ ‎
    Elektrik gücü ile seri üretim başladı.
    ‎ Verimlik arttı. Sanayileşen ülkelerde, malların fiyatı düştü, yaşam ‎standartları önemli ölçüde yükseldi. İşsizlik fenomeni ortaya çıktı.‎
    Üçüncü Sanayi Devrimi
    ‎ ‎
    Elektronik ve bilişim teknolojileri ile üretim otomatize edildi. ‎‎
    ‎ İkinci sanayi devriminin yarattığı etkiler artarak devem etti. Pek ‎çok üretim malları değer kaybetti. Kazanç bayrağı dijital ‎teknolojilerin eline geçti. İşsizlik arttı, toplumsal huzursuzluklar baş ‎gösterdi.‎
    Dördüncü Sanayi Devrimi
    ‎ ‎
    Dijital devrimin gerçekleştirildiği Üçüncü Sanayi Devrimi temel ‎alan bu devrimin en önemli özelliği fiziksel, dijital ve biyolojik bilim ‎alanlarının sınırları silikleşmesi oluyor.
    ‎ Devrimin neler getireceği henüz belli değil. Dijitalleşmenin etkisi ‎iyice yaygınlaştı. Dünyayı ve insanları değiştirdi. İletişimde büyük ‎gelişmeler yaşandı, Küreselleşme, Dış kaynak kullanımı iyice hızlandı.‎
    schwab.jpg "Şu anda Yaşamımızı, işimizi, aramızdaki ilişkileri temelden değiştirecek ‎bir teknolojik devrimin eşiğinde duruyoruz. Bu dönüşüm, ölçüsü, kapsamı ve ‎karmaşıklığı bakımından, insanlığın bugüne kadar gördüklerinin hiç birine ‎benzemeyecek. Ortaya çıkınca neye benzeyeceğini henüz bilmiyoruz; ama bir husus ‎çok açık: buna verilecek karşılık, küresel anlamda bütünsel ve kapsayıcı olmalıdır; yani ‎kamu ve özel sektörlerin, akademik çevrelerin ve sivil toplum kuruluşlarının bütün ‎yönetici kadrolarını bağlayan bir tutum devşirilmelidir”
    .

    d - Antalya B.20 Zirvesi‎▲‎

    ‎ ‎Ali_Koç
    ‎ Dünyanın en büyük 20 ekonomisini oluşturan G20 Zirvesi bu yıl ‎Türkiye’nin dönem başkanlığında 15-16 Kasım tarihlerinde Antalya Belek’de ‎düzenlendi. Zirve öncesinde iş dünyası B20 toplantısında bir araya geldi. Bu ‎toplantıda Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi Ali Koç çok dikkat çekici bir ‎konuşma yaptı. Kamu oyunda geniş yankı uyandıran bu konuşmada yer alan ‎çarpıcı ifadelerden bazıları şöyle: , ‎

    ‎“Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini ‎düşünüyorum. (Ama) gerçek sorun kapitalizmdir”
    ‎"Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması ‎gerekir. "
    ‎"Küreselleşmenin insan tarafı yok"
    ‎"İkinci Dünya Savaşı'ndan beri en büyük göç dalgasıyla karşı ‎karşıyayız. 60 milyon insan evini terk etti ve kötü insan hakları altında ‎düşük ücretlerle çalışmaya hazırlar. Dünyada özgür olarak dolaşamayan ‎tek unsur insan."
    ‎" İkinci Dünya Savaşı'na göre gelirler 50 kat arttı, ancak gelir ‎dağılımına bakıldığında büyük bir ayrım olduğu görülüyor.
    Eşitsizliği asgari düzeye indirmek için yapılacak çok fazla senaryo ‎var. Paradigmalar değişmeli"



    .

    V - Quo vadis? (Nereye Gidiyoruz?) ‎▲‎ .

    a - Yol Ayrımı‎▲‎

    ‎ Yukarda II. Dünya Harbinden sonra Keynesçi ‎‎politikaların revaçta olduğu yıllardan başlayarak günümüze kadar geçen ‎zaman parçası içinde servet ve gelirlerin sermaye sahipleri ile emekçiler arasında ‎nasıl bölüşüldüğü konusunda, yüzeysel bir ufuk turu yapmaya çalıştık. Bu ufuk ‎turu yaklaşık 70 yılı kapsıyordu. Bu zamanın son 30-35 yılında büyük ölçüde neo-liberal politikalar uygulanıyordu. Bu arada bazı önde gelen ‎akademi, iş ve bilim insanlarının bugünkü kapitalist sistem ile ilgili ‎değerlendirmelerine göz attık.
    ‎ Bu değerlendirmeler herhangi bir sıra gözetilmeden şu ‎önermelerle özetlenebilir:
    ‎ ‎
    ‎ ‎Zenginlerin servetleri ‎gittikçe daha hızlı birikmekte bu yüzden eşitsizlik gittikçe ‎artmaktadır
    ‎ ‎ Zenginler ile ‎yoksulların gelir ve servetleri arasındaki uçurum gittikçe ‎derinleşmektedir. Bu, yakında toplumda büyük hasar ‎yaratacaktır.
    ‎ ‎Bugün dünyanın her ‎bölgesinde yaşanmakta olan huzursuzluk, karışıklık ve ‎ayaklanmaların asıl nedeni eşitsizlik, yoksulluk ve işsizliğin gittikçe ‎artmasıdır.
    ‎ ‎Kapitalist sistemde ‎servet ve güç sürekli olarak fakir veya orta sınıf halktan alınıp zenginlere ‎aktarıldığı için Marx’ın sözünü ettiği Büyük ‎Krize (Katastrof Final) ‎ ‎Kapitalist sistemin ‎XX. Yüzyılda uygulanan şekli XXI. Yüzyılda yeşeren beklentileri ‎karşılayamamaktadır.
    ‎ ‎Ekonomik büyümenin ‎‎gelir dağılımına etkisi mutlaka dikkate alınmalıdır.
    ‎ ‎Ekonomik Büyüme ‎kapsayıcı olmalıdır, yani zenginlerin gelir ve servetlerini artırırken ‎yoksulların da hayat standardını yükseltmelidir.
    ‎ ‎ Yürürlükteki ‎liberal görüş artık terk edilmelidir.
    ‎ ‎Şu anda yaşamımızı, ‎işimizi, aramızdaki ilişkileri temelden değiştirecek bir ‎teknolojik devrimin eşiğinde duruyoruz.
    ‎ Yukardaki saptamalara bakınca artık bugün bu macera, yani neo-liberalizm, sona ‎eriyor gibi görülüyor. Ya da başka bir deyişle, galiba şimdi bir yol ayrımına veya ‎en azından bir yeniden değerlendirme noktasına gelmiş bulunuyoruz. ‎
    .

    b - Tercihin Anlamı‎▲‎

    Altyapı_Üstyapı Bu saptama doğruysa, bilmeliyiz ki bu yol ayrımında seçilecek yol ‎‎veya ortaya çıkacak tercih‎ ‎
    ‎ yalnız ekonomik sistemin işleyişini değil insanlığın da geleceğini ‎belirleyecektir.
    ‎ Bu önermeyi yukarda sözünü ettiğimiz nedensellik ilkesinden yararlanarak ‎doğrulayabiliriz.‎ ‎ ‎‎ (25) ‎ ‎‏‎‎‎Marksist teoride ise bu alanda başka bir terminoloji tercih ‎edilmektedir: Altyapı kurumları, Üstyapı kurumları.Çünkü ‎bilindiği gibi, bu teoriye göre toplum, altyapı ve üstyapı olarak iki parçadan ‎oluşur. Altyapı kurumları ile üstyapı kurumları karşılıklı etkileşim halindedirler. ‎Bununla beraber altyapının her zaman üstyapıyı belirlediği kabul edilir.
    ‎ Bu açıklama, önümüzdeki yol ayrımında sapılacak yolda, neo-liberal politikalar ‎yerine yürürlüğe konacak ekonomik uygulamanın (sistemin), aynı zamanda ‎geleceğin toplumlarında kültür, sanat, bilim, felsefe, din, ahlâk, hukuk gibi üst ‎yapı kurumlarını da, yani insanı insan yapan bütün ‎özellik ve nitelikleri de belirleyeceğini açıkça göstermiş ‎olmalıdır. ‎ ‎ .

    c - Gerekçeler ve Sorular‎▲‎

    ‎ Bugün neo-liberal politikaların gözden geçirilmesi ihtiyacı toplumların her ‎kesiminde ‎a‎duyuluyor, ama her kesimin gerekçelerinin farklı olduğu dikkatten ‎kaçmamalıdır. Örneğin kapitalistler kesiminin (yani büyük ‎şirketlerin ortakları ve yöneticilerinin) yürürlükteki politikalar sayesinde ‎gerçekleşmiş olan büyüme oranından oldukça memnun oldukları ‎anlaşılıyor. Buna karşılık bu kesim talep artışındaki yavaşlamanın ekonomide kriz yaşanmasına neden olabileceğinden endişe ediyorlar. Bu ‎yüzden de yürürlükteki politikaların uygunluğunu sorguluyorlar.
    ‎ ‎ Emekçiler kesimine gelince, bunlar öncelikle gelirlerindeki artışın yetersizliğinden sonra da ‎kamudaki kemer sıkma politikalarının sosyal ‎devlet kavramını kemirmekte olmasından şikâyetçidirler. Bu yüzden de ‎ekonomik politikaların değişmesini talep ediyorlar. Bu durumu şu halk deyimi çok ‎güzel açıklamaktadır: ‎ ‎
    “Koyun can derdinde, kasap et derdinde”.
    ‎ Bu durumda değişim isteğinin nedeni ne olursa olsun neo-liberalizm ‎‎yerine konulacak ekonomik düzen bağlamında şu sorular ortaya çıkıyor:
      ‎ ‎
    1. Ne yapılabilir?
    2. ‎ ‎
    3. Nasıl yapmalı?
    4. ‎ ‎
    5. Kim karar vermeli?/li>
    ‎ ‎ .

    d - Seçenekler‎▲‎

    ‎ Son sorudan “Kararı kim verecek?” sorusundan başlayalım. Burada başlıca ‎seçenekler şunlar:
      ‎ ‎
    1. Seçenek 1: Karar vericiler (yöneticiler) demokratik süreçlerin işlemesi yoluyla seçilir.
    2. ‎ ‎
    3. Seçenek 2: Karar vericileri ekonomik gücü elinde tutan ‎grup yani oligarşi ‎ verir.
    4. ‎‎ (26) ‎ ‎‏‎‎‎ ‎
    5. Seçenek 3: Toplumda bir tür başkaldırma ya da uyanma ‎olur; karar verme gücü el ‎değiştirir.

    ‎ Bu üç şıktan hangisinin geçerli olacağını tespit için olmayana ergi yöntemini ‎kullanırsak, hemen görürüz ki üçüncü şık bugünün dünyasında pek mümkün ‎değildir. Çünkü. Egemen Güçlerin ekonomik, siyasal, toplumsal, ‎kültürel vb alanlarda sahip oldukları güç ve yetki birikimi, özellikle geniş halk ‎katmanları nezdindeki itibar ve etkisi ve ayrıca medya sahip ve çalışanları ‎üzerindeki baskı ve hakimiyeti bu tür bir gelişmeye kolay kolay izin ‎vermeyecektir.
    ‎ Geriye kalan iki şıktan hangisinin geçerli olacağı ülkeden ülkeye değişebilir. ‎Çünkü burada her ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel ‎vb koşullar rol oynayacaktır. Konuya daha yakından bakalım:

    Bu karar vericilerin belirlenmesinde tabii ki ‎‎görünüşte(!)demokrasi dışında bir yola başvurulması söz ‎konusu olamaz. Ama hemen her siyasal rejimde “egemen güçler” ‎‎ in sürekli olarak demokratik süreçlerin‎ ‎ işleyişini çeşitli araçlarla ‎‎denetlemeye ve yönlendirmeye çalışacağı gözden kaçmamalıdır. ‎Buna karşı da ülkeden ülkeye yetkinliği ve etkinliği değişen ‎‎“aydınlanmacı, özgürlükçü güçler direnmeye ve ezilen ‎kesimin haklarını savunmaya çalışacaklardır. Kararın ne kadar demokrasi ‎kurallarına uygun olarak oluşacağını, yani kararı aslında halk çoğunluğunun ‎mu, yoksa egemen güçlerin mi vereceğini bu iki güç grubu arasındaki “ ‎‎“çatışma” veya “ “uzlaşma” belirleyecektir.

    Diğer taraftan bu bağlamda şu tespitin yapılmasının da zorunlu olduğunu ‎düşünüyorum.


    BUGÜNÜN TEK KUTUPLU DÜNYASINDA, ÖNEMLİ KARARLARDA ABD BAŞI ‎ÇEKER, ‎AVRUPA ÜLKELERİ VE DİĞER GELİŞMİŞ ÜLKELER ONU İZLER. ÇEVRE ‎ÜLKELERİ ‎İSE BU KARARI HİÇ ÇEKİNMEDEN UYGULAMAYA KOYARLAR, ÇÜNKÜ ‎ONLARA ‎GELİNCEYE KADAR O KARAR ‎ ADETA AKSİYOM HALİNE GELMİŞTİR

    ‎‎‎
    ‎ ‎ .

    e - Post Kapitalist Dönem Senaryoları‎▲‎

    Bu Çatışma veya Uzlaşma sonucunda üç ayrı senaryoya göre Tutucu, ‎Reformcu veya Köktenci olarak nitelenebilecek üç ayrı sistem veya model ‎ortaya çıkacaktır: Şimdi kısaca bu üç olasılığı irdelemeye çalışalım: ‎
    .

    Tutucu Model ‎▲‎

    ‎ Bu modele “yeni”- Neo-liberalizm de denebilir. Bu senaryoda,
      ‎ ‎
    1. Egemen Güçler, kararsızlık, duraksama, aldırmazlık, vb ‎nedenlerle yürürlükteki sistemin devam etmesinde büyük bir sakınca ‎görmezler. ‎ ‎
    2. Aydınlanmacı ve Özgürlükçü Güçler eşitsizlik ve diğer ‎olumsuzluklar konusunda fazla gürültü çıkaramaz yani Sessiz ‎Çoğunluk sessizliğini korur
    ‎ Bu senaryo ile şu anda yaşanmakta olan durumda pek fazla değişiklik ‎olmayacaktır. Yani neo-liberal sistem, belki bazı kozmetik değişiklikler ‎yapılarak, devam edecektir.

    ‎ ‎ .

    (ii) Reformcu model‎▲‎

    ‎ ‎
    ‎ Mevcut sistemde emek kesimi ve halk kitleleri lehine bazı önemli düzeltmeler ‎yapılabilir. O zaman bu model bir tür “Sosyal Demokrasi” ‎senaryosu haline gelir. Bu senaryoda
      ‎ ‎
    1. Aydınlanmacı ve Özgürlükçü Güçler (İşçi Sendikaları ve diğer ‎Sivil Toplum Kuruluşları), halk katmanlarının ve Emek Kesiminin taleplerini daha ‎net ve kuvvetli bir biçimde ortaya koyarlar.
    2. ‎ ‎
    3. Egemen Güçler durumu yeni bir değerlendirmeye tabi ‎tutarlar ve bu taleplere kulak vermenin daha doğru ve/veya kendileri için daha ‎yararlı olacağı sonucuna varırlar.
    ‎ Gerekçesi ne olursa olsun bu modelde açık veya zımnî bir ‎uzlaşıya varılır; eşitsizlik ve diğer olumsuzlukların azaldığı, daha ‎halktan yana bir düzen geçerli olur. Bu düzende:
      ‎ ‎
    1. Devletin ekonomiye müdahale edebileceği kabul ‎edilir. ‎ ‎
    2. Makro planda ekonomide Keynesçi görüş hâkim olur.‎ ‎<
    3. font color=#FF0000>Vergilendirme politikalarında gelirin yeniden bölüşümünü ‎amaçlayan düzenlemelere yer verilir.‎ ‎
    4. Refah Devleti gibi toplumcu bakış açısı ile gelir eşitsizliğini azaltmaya ‎yönelik Bütçe politikaları uygulanır.‎ ‎
    5. Örgütlenme özgürlüğü, toplu sözleşme, grev hakkı gibi ‎Emek Yanlısı Düzenlemeler yapılır.
    ‎ Örneğin II. Dünya Savaşını izleyen onyıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ‎Birliği’nde (SSCB) uygulanmakta olan sistemin, yani Komünizmin ‎diğer ülkeler için, yani o zamanki deyim ile Hür Dünya için ‎arz ettiği büyük tehdidi karşılamak ve etkisiz kılmak amacıyla, kapitalizmin ‎‎“sivri yönleri” nin törpülenmesine, emek kesiminin bazı taleplerinin ‎karşılanmasına yol açan bir değerlendirme yapılmış, bir ‎uzlaşı doğmuş ve bu hava 1970’li yılların ilk bölümüne kadar ‎sürmüştü.
    ‎ Bu dönemde gerçekleştirilen yeniliklerin veya iyileştirmelerin yarattığı mutlu ve ‎huzurlu döneme class=texbgr> Altın Çağadı veriliyor. Günümüzde de ‎komünizmin yayılması tehlikesi kadar olmasa bile, sistemden kaynaklı dengesizlik ‎ve huzursuzlukların yarattığı olumsuzluklar yaşanmakta, hem emek hem de ‎sermaye kesiminden şikayetler yükselmektedir. Benzer nedenler benze sonuçlar ‎doğurur ise bu olumsuzluk ve şikayetlerle baş etmek için de benzer ‎düzenlemelerin yapılması olasılığı çok yüksek olmalıdır.
    ‎ Bu takdirde
      ‎ ‎
    • Bir taraftan gelir eşitsizliğinin azaltılacağı, ‎ ‎
    • Diğer taraftan da ekonomik büyümenin hızını artacağı ‎ ‎
    • Böylece ekonomik krizin öteleneceği,
    ‎ yani Dünyanın bir süre (diyelim iki onyıl) rahat nefes alacağı beklenebilir.
    ‎ Bununla beraber uygulamada iki ayrı alanda olumsuz gelişmeler olabileceği ‎şimdiden öngörülmelidir:
      ‎ ‎
    • Zaman geçtikçe Parasız sağlık hizmeti, parasız eğitim olanağı ‎‎kamuya ek giderler yükleyecek, katılımcı demokrasi, siyasal ‎hesap verebilirlik gibi yöneticilere açısından güçlükler yaratacak ‎‎istekler/b> artacak ve yaygınlaşacaktır. Bu ise bir taraftan ‎parasal dengelerin bozulması, diğer taraftan sosyal uzlaşının tehlikeye düşmesi ‎ihtimalini doğurabilecektir.‎ ‎
    • Kapitalizmin iç dinamiklerinin doğuracağı sıkıntıları gidermede eldeki araçlar ( ‎yani Keynesçi Politikalar, Maliye Politikaları vb) belli bir aşamadan sonra yetersiz ‎kalabilir. Bu taktirde iktidar sahipleri sözü edilen sıkıntılara çare ararken, ‎gelirlerin yeniden bölüşümü, sosyal uzlaşı, vergi adaleti gibi sistemi ayakta ‎tutan bazı temel kurumların şurasından burasından kemirilmesine yol ‎açacak bazı düzenlemelere yönelebilirler.
    ‎ Sonuçta tekrar geriye dönülebilir.‎ ‎
    ‎ ‎
    ‎ ‎
    ‎ ‎ .

    (iii) Köktenci Model ‎▲‎

    ‎ Bu modelin iki ayrı versiyonu olabilir: Toplumcu yaklaşım veya yeni paradigma. ‎Köktenci yaklaşım bugün büyük ölçüde oligarşinin sahip olduğu karar ‎verme gücünün el değiştirmesi ve buna bağlı olarak da siyasal, ekonomik, ‎sosyal sistemlerin yeniden düzenlemesi, hatta kültürel ögelerin yeniden ‎oluşması demektir. Bu yaklaşımın gerçekleşmesinde iki ayrı varsayım ve bu ‎varsayımlara göre kurgulanacak iki ayrı senaryo düşünülebilir.‎ ‎ .

    Birinci Senaryo‎▲‎

    ‎ Bu senaryoda Dördüncü Sanayi Devriminin tüm unsurları ve ‎sonuçları ile gerçekleşeceği varsayımından hareket edilir.
    ‎ Buna göre Dördüncü Sanayi Devrimi hayata geçtiğinde üretim paradigması ‎ile birlikte, doğal olarak ekonomik sistem de değişecektir. Ama değişiklik burada ‎kalmayacak yine doğal olarak ekonomik sistem ile birlikte siyasal, sosyal, kültürel ‎diğer bütün sistemler yeniden kurulacak, gerçekten yeni ‎bir dünya doğacaktır.
    ‎ Bu öngörü “üretim sisteminin alt yapı, diğer sistemlerin ise ‎‎ üst yapı kurumu olduğu ve üst yapının daima alt yapının ‎etkisinde kalacağı şeklinde” özetlenen ve bugün artık büyük ölçüde genel ‎kabul gören Marksist kurama dayanmaktadır. (Bknz. I-b, V—b, Şekil ‎‎4),
    ‎ ‎ Bununla beraber halen Dördüncü Sanayi Devriminin alacağı nihaî şeklin ne ‎olacağı, dünyanın nerelerinde ve ne zaman hayata geçeceği bilinememektedir. ‎Bu yüzden bu senaryo üzerinde fikir yürütmek, görüş bildirmek için henüz erken ‎olduğu kabul edilmelidir
    Dördüncü Sanayi Devriminin üretim paradigması ve ardılları dışında kalan bir ‎başka alanda da önemli bir değişiklik getirecektir ki bu değişiklik doğrudan ‎siyasal kararları verme süreçleri ile, yani demokratik sistem ‎‎ile ilgilidir. Gerçekten Dördüncü Sanayi Devrimi gerçekleştiğinde akıllı ‎makinelerin ve yeni algoritmaların devreye girmesi ile bilişim ve iletişim ‎teknolojilerinin erişeceği yüksek güvenirlik, hız ve netlik halkın kararlara katılımının sadece yöneticilerin ‎seçilmesi ile sınırlı olması zorunluluğunu ortadan kaldıracak, her önemli kararda ‎halkın görüşünün alınması veya oyuna başvurulması mümkün olacaktır. ‎
    ‎ ‎‎ ‎‎ ‎ ‎‎
    ‎ ‎…George Orwell: 1984‎ ‎.
    GeorgeOrwel 1949'da yayınlanmış olan bu kitap karşı ütopya ‎janrının önde gelen örneklerinden biridir. Totaliter merkezî tek partinin ‎yönetiminde korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk ve hayat manipüle ‎edilmektedir. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, ‎insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü bir hayattan bahseden ‎oldukça heyecanlı ve sürükleyici bir hikâye anlatılan kitapta geçen Büyük ‎Birader sözcüğü günümüzde de revaçta olan bir kavram olmuştur.
    ‎ ‎ Düşünce Polisi nin “çiftdüşün” tekniği ile karşıt ‎kavramları bir arada kullanması yoluyla kişinin bariz bir gerçeğe aykırı bir ‎görüşü kabul etmesi istenir. Çünkü merkezî partiye bağlılığını göstermesi için ‎insanın gerekirse akla aykırı olanı bile doğru bellemesi gerekmektedir.‎‎ (31) ‎ ‎‏‎‎ ‎
    Aldous Huxley: ‎‎Cesur Yeni Dünya
    Aldous-Huxley Romandaki olaylar otomobil fabrikatör Ford’dan sonraki 26. yüzyılda ‎Londra'da geçmektedir. Üreme ‎teknolojisi, uykuda öğretim vb sayesinde toplum değiştirilmiş, ‎insanlık sağlıklı, ‎teknolojik açıdan gelişmiş hale gelmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiş, tüm ırkların ‎eşit olduğu ve herkesin ‎mutlak olarak mutlu olduğu bir dünya oluşmuş fakat, tüm bunlar özgürlük ‎gibi birey için çok ‎önemli olan birçok değerin yok edilmesi, kaldırılması ile başarılmıştır; ‎‎ (32) ‎ ‎‏‎
    Bugün bu ‎yaklaşımın ABD’ de Minnesota Eyaleti ‎ ‎, ‎‎ (28) ‎ ‎‏‎‎‎ ülkemizde ise ‎Yalova Belediyesi ‎ ‎ ‎‎ (29) ‎ ‎‏‎‎‎gibi yerlerde çok başarılı örnekleri uygulanmaktadır. Bu ‎uygulamanın ülke çapında yaygınlaşması halinde Eski Yunan’daki Doğrudan Demokrasiye benzer bir sistem ortaya çıkacaktır. Bu takdirde ‎bütün sistemlerde köklü değişiklikler olacak, doğal olarak kapitalist sistem de ‎evrilecektir.
    ‎ Tabii bu evrilmenin halktan yana bir siyasal rejimin ve ekonomik sistemin ‎kurulmasına yol açacağı ümit ediliyor. Bununla beraber bilişim ve iletişimin ‎erişeceği yüksek imkanların bir şekilde otokratik bir yönetimin eline geçebileceği ‎gibi kötü olasılığı da pek ihtimal dışı görmemek gerekir. Bu konuda biraz fikir ‎sahibi olmak için karşı ütopya‎‎ (30) ‎ ‎‏‎‎‎ edebiyatının iki güzel örneğine bakılabilir: (Bknz. ‎Yandaki kutucuk)

    .

    İkinci Senaryo: ‎▲‎

    ‎ Bu senaryoda önce, karar verme gücünün el değiştirmesi ile ilgili olan değişken ‎ve parametreler dışında kalan bütün değişken ve parametreler için ‎ceteris paribus (Diğer tüm koşulların sabit kalması) varsayımı kabul ‎edilir. Bu senaryonun işlerlik kazanması için ayrıca
      ‎ ‎
    1. Toplumun aydınlanmasını yani özgür düşünceyi ve ‎‎düşünce özgürlüğünü sağlayan toplumsal, siyasal, ekonomik, ‎kültürel bir ortamın bulunduğunun, ‎ ‎
    2. Halkın tüm görüş, istek ve özlemlerinin siyasal karar platformlarına aynen ‎ve tümüyle yansımasının önünde duran bütün oligarşik baskı yöntem ve ‎araçlarının ortadan kalkmış olduğunun
    ‎ varsayılması gerekmektedir.
    ‎ Dünyanın bugün içinde bulunduğu koşullar dikkate alındığında görünür bir ‎gelecekte bu iki varsayımın gerçekleşebileceğinin hayal bile edilemeyeceği ‎söylenebilir. O halde bu senaryonun hayata geçeceğinden ümit kesilmelidir.
    ‎ Zaten bu varsayımlar doğrulandığında ortaya çıkacak sistemin toplumun ‎önemli bir kesimi için hiç memnuniyet verici olmayacağını söyleyebiliriz. Çünkü ‎Köktenci Değişim denince pek çok çevrede hemen ‎sosyalizm,sosyalizm denince de Sovyet Rusya’da ve Doğu Avrupa’da yaşanan ‎ve Berlin Duvarının yıkılışı ve Sovyet İmparatorluğunun Dağılışı ile sona ‎eren “kötü” deneyimler akla gelir. Bu yüzden kapitalizm sonrası ‎dönemde kazara sosyalizme geçilirse bunun insanlığa hiç de mutluluk ‎getirmeyeceği kanaati yaygındır.
    ‎ Bununla beraber bugün sol kanat düşünürleri başta olmak üzere, bazı ‎ekonomistler ve siyasetçiler
      ‎ ‎
    • Bugün carî olan toplumsal, kültürel koşulların ve başta iletişim ve bilişim ‎olmak üzere teknolojik imkanların geçen yüzyıldakinden çok farklı olduğu ‎ ‎
    • Rusya ve Doğu Avrupa’da yaşananlara insanlığın çok önemli bir deneyimi ‎olarak bakılması gerektiği
    ‎ gibi düşüncelerle konuyu daha soğukkanlı bir yaklaşımla yeniden değerlendirmeye ‎çalışılmaktadırlar. Bu değerlendirmede özellikle,
      ‎ ‎
    1. Vuku bulan olay ne idi? Yıkılan siyasal kadro muydu, siyasal rejim miydi, ‎ekonomik sistem miydi?‎ ‎
    2. Bu ülkelerde kurulmuş olan sistem ne idi, gerçekten sosyalizm mi idi?‎ ‎
    3. Başarısızlık doğrudan sistemin içinde gömülü olan çelişkilerden mi ‎doğuyordu?‎ ‎
    4. İletişim ve bilişim teknolojilerinin yetersizliğinin rolü ve payı ne idi?‎ ‎
    5. Başarısızlıkta yöneticilerin rolü ve payı ne idi?‎ ‎
    6. Bu kötü sonda Batı devletlerinin hasmane politikalarının ve ideolojik karşı ‎düşüncelerin etkisi oldu mu? ‎ ‎
    7. Halkın kültür ve ahlâk anlayışının ve insanın doğal yapısının rolü ve payı ‎nedir?
    ‎ gibi sorulara cevap aranmaktadır.‎
    .

    f - Retorik ve Gerçek‎▲‎

    ‎ Yukardaki retorik gibi duran sorulara yeni değerlendirmeler çerçevesinde ‎verilebilecek cevaplar aşağıda özetlenmeye çalışılmaktadır: ‎

    Soru: Vuku bulan olay ne idi? ‎‎
    Yıkılan siyasal kadro ‏‎muydu, siyasal rejim ‎‎miydi, ekonomik sistem ‏‎miydi?‏‎
    Cevap: Vuku bulan olay totalitarizme ‎başkaldırma idi. Kötü yönetim ve kötü ‎yöneticilerin etkisiz kılınması amaçlandı. ‎Sonunda ekonomik sistem değil siyasal ‎rejim mahkûm oldu.‎
    Soru: Bu ülkelerde kurulmuş ‎olan sistem ne idi, ‎gerçekten sosyalizm mi ‎idi?‎ Cevap: Rusya’da ihtilalin ilk yıllarındaki Savaş ‎Komünizmi adı verilen çok kısa dönem ‎hariç tutulursa Sovyetler Birliğinde ‎uygulanan sistem sosyalizm olarak ‎adlandırılamaz.‎
    Soru: Başarısızlık doğrudan ‎sistemin içinde gömülü ‎olan çelişkilerden mi ‎doğu yordu?‎ Cevap: Başarısızlıkta ideolojiden ‎kaynaklanan dogmatik ‎saplantılar gibi sisteme özgü ‎kusurların rol oynadığı muhakkaktır. ‎Örneğin işletmelerde başarının ‎değerlendirilmesinde kâr kavramı ‎kullanılamadığı için üretimde büyük ‎dengesizlikler doğmasına göz ‎yumuluyordu. Bununla beraber bütün ‎suç bu kusurlara yüklenemez. ‎
    Soru: Başarısızlıkta iletişim ve ‎bilişim teknolojilerinin ‎yetersiz¬li¬ğinin rolü ve payı ‎ne idi?‎ Cevap: Merkezi planlamanın yürütülmesi için ‎uygun bir matematik model kurulması, ‎bu modelin doğru çalışması için de çok ‎uzun ve karmaşık hesaplamalar ‎yapılması, yani güçlü bilgisayarlar ‎kullanılması gerekmekteydi. Oysa o ‎yıllarda bilişim teknolojileri emekleme ‎çağındaydı. Kaldı ki Merkezî Ekonomik ‎Planlamada kullanılan hesaplama araç ‎ve algoritmaları o zaman dünyada ‎varılmış olan düzeyin bile çok altında idi
    Soru: Başarısızlıkta yöne ticilerin ve yönetim ‎sisteminin rolü ve payı ‎ne idi? ‎ Cevap: Zaman içinde, durmadan küçük ‎küçük iyileştirme çabaları sarf edilmesi ‎ve en az bir kez büyük bir reform atılımı ‎yapılmış olması, hem yönetim ‎sistemlerinin, hem de yöneticilerin ‎yetersizliğini açıkça göstermektedir.‎
    Soru:Bu kötü sonda Batı ‎devletlerinin hasmane ‎politikalarının ve ideo¬lojik ‎karşı düşüncelerin etkisi ‎oldu mu?‎ Cevap: Başta ABD olmak üzere bütün “Hür ‎Dünya” ülkelerinin mümkün olan her ‎yöntemle ve her alanda hasmane ‎politikalar yürüttükleri inkâr edilemez. ‎Özellikle ABD’de bu amaç için çok ‎büyük düşünsel ve parasal kaynaklar ‎ayrılmıştı
    Soru: Halkın kültür ve ahlâk ‎anlayışının ve insanın ‎doğal yapısının rolü ve ‎payı nedir? ‎ Cevap: Bir ülkede herhangi bir toplumsal ‎veya ekonomik sistemin doğru ve ‎düzgün işlemesi için ülke ‎yöneticilerinde ve halkta bulunması ‎gereken özellik ve nitelikler kolayca ‎sıralanabilir. Sovyetlerdeki uygulama bu ‎açıdan değerlendirildiğinde, ‎başlangıçtaki duygusal ortamdan ‎kaynaklanan oldukça olumlu koşulların ‎zaman geçtikçe yozlaştığı, hatta son ‎dönemlerde iyice bozulduğu görülür.‎
    Herhalde bu soruların neden retorik diye nitelendirildiği hemen anlaşılmıştır. ‎ Zaten soruların amacı yerleşmiş yaygın kanaatin aksinin de doğru ‎olabileceğini göstermekti.‎ ‎ .

    g - Karşı Cephe ‎▲‎

    ‎ Şimdi de kapitalist sistem ile ilgili birkaç retorik soruya bakalım:
      ‎ ‎
    1. Kapitalizm, bireyin bağımsızlığını korumada yeterli oluyor mu? ‎‎ ‎
    2. Özel mülkiyet kişi özgürlüğünün genişlemesinde büyük rol ‎oynar mı? ‎ ‎
    3. Toplum ve kişi ahlâkı nın gelişmesinde ‎rekabet ortamı çok yararlı oluyor mu? ‎ ‎
    4. Kapitalist sistemde görülen sürekli teknolojik ‎gelişmede, itici güç olarak kazanç hırsının, ‎entelektüel merak duygusundan üstün olması bilimin ilerlemesine ‎yardımcı olur mu?‎ ‎
    5. Mevcut durum ve koşullar, Kapitalist sistemde değişiklik ‎‎yapılması arzu ve özlemini destekliyor mu?
    ‎ Biraz dikkat edilirse bu soruların da hemen hepsinin yanıltmacalı ‎ ‎‎ (33) ‎ ‎‏‎‎‎ Soruyu ‎Doğru Sayma ‎‎ (34) ‎ ‎‏‎ ‎denen türden sorular olduğu görülür. Öyle ki soruyu olumlu ‎bir önermeye dönüştürürseniz fazla zihnî çabaya gerek kalmadan cevabı bulmuş ‎olursunuz. Ki örneğimizdeki sorular dikkatle incelenirse bu sorulara verilebilecek ‎cevapların hemen hepsinin kapitalizmi eleştirenlerin iddialarının pek haksız ‎olmadığı görülebilir..‎ ‎ .

    h- Gerçek Ne? ‎▲‎

    ‎ Görüldüğü gibi bulunulan konum ve bakış ‎açısı toplumsal ve siyasal olaylar ile ilgili değerlendirmeleri ve ‎yargıları çok etkilemektedir. Eşref-i Mahlûkat ‎‎ (35) ‎ ‎‏‎‎‎ ‎ olarak ‎adlandırılan insanın en önemli amaçlarından biri hakikati ‎aramak olduğuna göre konuya biraz daha yakından ve yansız ‎bakmaya çalışalım: ‎ Seçeneklerden ve senaryolardan bahsettik. Şimdi de geçmişte yaşananları ‎değerlendirerek geleceğe yönelik bazı öngörülerde bulunmaya sıra geldi. Çünkü ‎‎Kapitalizmin ve İnsanlığın Geleceği Üzerine konuşmak üzere yola ‎çıkmıştık.
    ‎ Sözünü ettiğimiz her üç modelde de amaç ekonomik ‎denge ve toplumsal huzuru sağlamak. Bugünkü koşullarda tutucu ‎model, yani mevcut durumun bazı kozmetik düzeltmeler yapılarak yola devam ‎edilmesi en büyük olasılık olarak görülüyor. Ancak bunun pek kalıcı olmayacağını ‎gördük. Diğer iki modelin kalıcı çözümler sunacağını da pek ummamak lazım. ‎Çünkü herhangi bir düzen uygulamaya konulduğunda, sanki termodinamiğin ‎ikinci yasası‎ ‎ ‎‎ (36) ‎ ‎‏‎‎‎ burada da geçerliymişçesine, kısa veya uzun bir süre sonra ‎hem ekonomik denge, hem de bunun sonucu ‎olarak toplumsal huzur bozulmaya yüz tutuyor. ‎Her üç modelde de zaman geçtikçe artan bu olumsuzluk ve düzensizliğin ‎ ‎ ‎‎ (37) ‎ ‎‏‎ birden çok nedeni olduğu da görülüyor.
    ‎ Biraz önce hem Sovyetler Birliğinde yaşanmış olan büyük deneyim, hem de bugün ‎içinde bulunduğumuz neo-liberal yaftalı kapitalist sistemi irdeleyen retorik, yani ‎cevabı içinde gömülü sorular sorarak bir sonuca varmaya çalıştık. Bu soruların ‎içinde gömülü cevapları herkes kendi görüşüne göre değerlendirebilir. Ben kendi ‎hesabıma her iki modelde de mutluluk ve huzurun anahtarının toplumda egemen ‎olan kültür ve ahlâk anlayışında olduğuna ‎inanıyorum. ‎ Yine inanıyorum ki, ilk bakışta göze çarpmasa bile gerek yöneticiler ve gerek ‎halk nezdinde yapılacak derinlemesine bir inceleme sonunda asıl belirleyici ‎olumsuzluk faktörlerinin
      ‎ ‎
    • Daha çok kazanç, ‎ ‎
    • Daha büyük güç ve ‎ ‎
    • Daha yüksek statü
    ‎ gibi insanî hırs ve arzuların olduğu görülecektir. ‎ Aslında galiba bu tespiti yapmak için pek fazla araştırma yapmaya da gerek yok, ‎etrafımıza bir göz atmak yeterli olacak:
      ‎ ‎
    • Gerçekten, her yaşta ve her konumda; kadın, erkek bütün insanlar ‎birbirleriyle sürekli yarışır durumdalar. ‎ ‎
    • Hiç biri bulunduğu yeri ve eriştiği aşamayı yeterli görmüyor. ‎ ‎
    • Hele gençler ve çocuklar, adeta. Antik Roma’da Arenaya atılmış esir ‎gladyatörler gibi canları dişlerinde o sınavdan bu sınava koşuyorlar Y kuşağı, x kuşağı, z ‎‎kuşağı hem kuşaklar arası hem aynı kuşak içinde kıyasıya rekabet. ‎‎
    ‎ ‎
    ‎ ‎ .

    f - Peştamal Kuşanmak‎▲‎

    ‎ Bu konuşmada ekonomik sistemleri irdelemeye çalıştık. Oysa görülüyor ki ‎ ‎
    temel konu sistem değil ‎insandır.
    ‎ ‎ Bakın Albert Einstein bu durumu “Niye Sosyalizm” ‎‎başlıklı makalesinden alınan şu paragrafta nasıl tanımlıyor:‎ ‎Albert_Einsten‎ ‎
    “Gelecekteki kariyerini hazırlamak için gözü doymaz ‎başarı ilâhına tutkuyla tapması öğretilmiş olan öğrencilerin kafasına ‎abartılı bir rekabetçilik adeta çiviyle çakılmış. Kapitalizmin ‎en büyük kötülüğü bence bireyleri böyle sakatlamasıdır. Bizim bütün ‎eğitim sistemimiz bu belânın ıstırabını çekiyor.‎ ‎
    ‎ ‎ ‎ Büyük dâhi bu alanda da dâhice bir sezgi ile gerçeği görmüş; sorunun kaynağını ‎bize ne güzel açıklıyor. Gerçekten bugün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ‎genç, yaşlı; kadın, erkek bütün insanların tam güçleriyle başarı ve rekabete ‎odaklanmaları ne acı. Bu üzücü durum daha çok sanayi devriminin ‎insanlığa“hediye”.(?!) ettiği kapitalizm ile başlamıştı.
    ‎ Daha önce de kazanç hırsı, maddî olanaklara sahip olma isteği yok değildi ama ‎aşırılık yoktu, arzularını gerçekleştirmek için kendini helâk edecek derecede ‎çalışma tutkusu yoktu. Zaten bu kadar çok ve çeşitli mal ve hizmet yoktu. İnsan ‎tabiatında zaten var olan kıskançlığı coşturacak şeytanî düzen kurulmamıştı. ‎Gerek‎ Orta Çağ Avrupa’sında ve gerek Osmanlı’da insanlar sadelik, huzur ve ‎güven içinde belki yoksul ve yoksun ama oldukça mutlu bir hayat ‎sürüyorlardı.
    ‎ Bu topraklarda LONCALAR, loncaların bir araya geldiği çarşılar, arastalar, bu ‎çarşı ve arastalarda hüküm süren örf ve âdetler vardı. Örf ve âdetlerin başta ‎gelen unsurları dürüstlük, doğru sözlülük ve kanaatkârlık olurdu. Küçüklerin gençlere, büyüklerin ihtiyarlara saygı ‎gösterdiği, herkesin birbirine sevgi beslediği bu ortamda, ‎çırak, bir usta yanında belli bir süre çalışarak hem istenen beceriyi ‎kazanır hem de manen de beklenen olgunluğa erişirse kalfalığa ‎terfi ettirilirdi.
    ‎ Bu terfi işlemi yöreye ve o yörede yaygın olan töreye göre değişen bir tören ile ‎gerçekleştirilirdi. Örneğin Ahîlikte çırağın 7 kapıyı açıp 7 kapıyı ‎kapadığı kanaatine varılınca icra edilen bu törene Peştamal ‎Kuşanma adı verilirdi.
    ‎ Bu tören artık uygulanmıyor olsa da ifadesi ‎Anadolu’da pek çok yerde halâ kullanılıyor. Örneğin Orta Anadolu’da bir ‎kasabada dolaşırken halâ
    ‎ ‎“Duydun mu falancanın oğlu geçen hafta başkalığını almış, peştamal ‎kuşanmış”
    ‎ gibi sözler kulağınıza çalınabilir.
    ‎ Acaba bu ifade kullanıldığında bugün de bir çırağın kalfalığa geçmesi için ‎kazanması gereken dürüstlük, doğru sözlülük ve kanaatkârlık ‎‎gibi iyi huy ve alışkanlıkları elde etmiş olduğu kastediliyor mudur?
    ‎ ‎ Emin değilim!
    ‎ Ama kalfaların peştamal kuşanmadan önce erişmesi beklenen dürüstlük, doğru sözlülük ve kanaatkârlık ‎gibi erdemlerin yani Güzel Ahlâkın bütün halkımız ve özellikle ‎de Egemen Güçler Kesimi tarafından benimsenmesini ve hatta ‎derinlemesine özümsenmesini yürekten arzuluyorum.
    ‎ ‎ Niçin mi?
      ‎ ‎
    • Çünkü İnanıyorum ki İnsanlığın kurutuluşu buradadır ‎
    • Çünkü inanıyorum ki bugün gelişmiş, az gelişmiş, zengin, fakir ‎bütün toplumlara hâkim olan acımasız, karanlık, çatışmacı tutum ‎ve davranışlar, önce ülkemizin, sonra dünyanın iyiliği, esenliği ve mutluluğu ‎için artık son bulmalıdır.‎ ‎
    • Çünkü inanıyorum ki İnsanlığın yeryüzünde altı bin yıldır ‎geçirmekte olduğu uygarlık macerası sonunda elde ettiği belki en önemli en ‎önemli kazanım olan erdemli, aydınlıkçı, özgürlükçü, barışçı ‎görüşün ve bunun ardılı olan sevgi ve kardeşlik duygusunun ‎artık bu Güzel Dünyaya egemen olma zamanı gelmiştir.‎ ‎
    • Çünkü inanıyorum ki bu inkılâp ancak ‎erdemli, aydınlanmacı, özgürlükçü güçler durumdan vazife ‎çıkararak yeryüzünde Güzel Ahlakı egemen kılmayı görev ‎olarak üstlenirlerse mümkün olacaktır.
      ‎ Tabii bu kolay olmayacak. Emek ve zaman gerekecek. Ama bu uğurda bilinçle ve ‎inançla çaba harcanıp sebatla çalışılırsa niye olmasın!
      ‎ Burada bazı okurların alaycı, küçümseyici dudak bükmelerini görür gibiyim. ‎Çünkü galiba şöyle düşünüyorlar:
        ‎ ‎
      1. Devlet (=Egemen Güçler)mutlaka karşı ‎olacak ise, bireysel çabalarla ya da belki birkaç Sivil Toplum ‎Kuruluşunun eylemleri ile nereye kadar gidilebilir? ‎ ‎
      2. Egemen güçler in eylemsiz kalacakları ‎varsayılsa bile Erdemli, aydınlanmacı, özgürlükçü ‎güçler, büyük kısmı bağnazlık derecesinde tutucu olan halka nasıl ‎ulaşacaklar? Nasıl ikna edecekler?
    ‎ Deyim yerindeyse bu AHLAK MEYDAN SAVAŞI nasıl ‎kazanılacak?
    ‎ Bu karamsar okurlara Nemrud’un Hazreti İbrahim’i ‎yakmak için hazırladığı ateşi söndürmek amacıyla ağzıyla su taşıyan karıncanın ‎kendine gülen arkadaşına verdiği cevabı tekrarlayacağım.:
    ‎ ‎– Olsun, hiç olmazsa hangi yolda olduğum anlaşılır ‎ya!‎ ‎‎‏
    ‎‎
    ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎ ‎
    ‎ ‎
    D İ P N O T L A R ‎ ‎
    ‎(2)‎ ‎ ‎ Is Capitalism Doomed? Bknz. https://www.project-‎syndicate.org/commentary/is-capitalism-doomed?barrier=true ‎ ‎(2)‎▲ ‎‎
    ‎ ‎‎(3).‎ ‎ ‎ Catastrophe Finale ‎‎‎(3)‎▲‎‎
    .‎ ‎(4)‎ ‎ ‎ ‎ Bknz.: https://ps321.community.uaf.edu/files/2012/10/Fukuyama-End-‎of-history-article.pdf ‎ ‎‎ ‎‎‎(4)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(5)‎ ‎ Fukuyama’nın bu ifadesi şöyle bir eleştiri almıştır: “Hegel’in ‎‎‘tarihin sona ereceği’ şeklinde bir görüşü yoktur.. Hegel’e göre bir ‎önceki aşamada erişilen sentez bugün tezidir, bu sonsuz diyalektik ‎bir döngüyü doğurur ve tarih tiyatrosu böylece sürer gider ‎‎ ‎‎‎(5)‎▲‎‎
    .‎ ‎(6)‎ ‎ Solidarity = Solidarność, Polonya Halk Cumhuriyetinde Gdańsk ‎Tersanesi işçileri arasında kurulan Dayanışma adlı sendikanın Lech ‎Walesa'nın başkanlığında başlattığı özgürlük hareketi.‎ ‎‎‎(6)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(7)‎ ‎ İngilizce deyimin çevirisi: "the last straw that breaks the ‎camel's back.‎" ‎‎(7)‎▲‎‎
    .‎ ‎(8)‎ ‎ "Deregulation:" Ülkedeki ve özellikle ekonomik alandaki ‎düzenleyici veya yasaklayıcı mevzuatı kaldırmak veya hükümlerini ‎yumuşatmak ‎‎‎(8)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(9)‎ ‎ Avusturya’lı İngiliz ekonomist ve filozof (1899 -1992 -‎ ‎‎‎(9)‎▲‎‎
    .‎ ‎(10)‎ ‎ Avusturya- Macaristan İmparatorluğu zamanında Amerika’ya göç ‎etmiş bir Yahudi alisine mensup Amerikalı Ekonomist (1912– 2006 ‎ ‎‎‎(10)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(11)‎ ‎ Monetarism‎‎(11)‎▲‎‎
    .‎ ‎(12)‎ ‎ La Fin de l'histoire et le Dernier Homme : The End of History ‎and the Last Man ‎ ‎‎‎(12)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(13)‎ ‎ Aziz Nesin - Ali Nesin Mektuplaşmaları, Nesin Yayınları ‎‎‎(13)‎▲‎‎
    .‎ ‎(14)‎ ‎ (1 - Bir oluş, düşünce veya ideolojinin temelini oluşturan değer ‎yargıları (2 - Arapça “inandım” anlamına gelen ve İslamiyetin ‎temel inançları olan, “Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, ‎peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan ‎geldiğine inanma”yı dile getiren söz(TDK- Güncel Türkçe Sözlük - ‎ ‎‎‎(14)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(15)‎ ‎ Le capital au XXIe siècle, Edıtıons du Seuıl ‎‎‎(15)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(17)‎ ‎ Thomas Piketty: Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital İş Bankası Kültür Yayınları / ‎İnceleme - Araştırma Dizisi ‎ ‎‎‎(17)‎▲‎‎
    .‎ ‎(18) ‎.‎ ‎(18)‎ ‎ Bknz. Yukarda "Tarihin Sonu mu‎?"/b > başlıklı bölüm.‎ ‎‎‎(18)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(19)‎ ‎ Bknz. Yukarda < /b>"Kapitalizmin Sonu mu?‎‎" başlıklı bölüm‎ ‎‎‎(19)‎▲‎‎
    .‎ ‎(20)‎ ‎ Bknz: IMF World Economic Outlook, Bastırılmış Talep, Azalan Beklentiler ‎‎(Subdued Demand, Diminished Prospects - : “Küresel görünümle ilgili ‎riskler aşağı ‎bakan eğimini ve devam etmekte olan ‎düzenlemelere bağlı ‎olma durumunu ‎koruyor”. ….. ‎”Eğer bu zorlukların yönetiminde ‎başarılı ‎‎(olunamaz ise küresel büyüme ‎rayından ‎çıkacaktır”.‎ http://w(ww.imf.org/ ‎external/pubs/ft/weo/2016/update/01/(‎ ‎‎‎(20)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(21)‎Bknz.: ‎ https://www.nytimes.com/2014/04/25/opinion/krugman-the-piketty-panic.html ‎‎‎(21)‎▲‎‎
    .‎ ‎(22)‎ ‎ blog=weblog (‎ ‎‎‎(22)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(23) ‎ https://www.gatesnotes.com/Books/Why-Inequality-Matters-Capital-in-21st-‎Century-Review ‎‎(23)‎▲‎‎
    .‎ ‎(24)‎ ‎ Occupy Wall Street ‎‎‎(24)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(25)‎ ‎ Bknz. I (b) ‎‎‎(25)‎▲‎‎
    .‎ ‎(26)‎ ‎ "Oligarşi"çoğu kez Çok Uluslu Şirketler demektir ‎ ‎‎‎(26)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(27)‎ ‎Bknz. Örneğin http://forums.e-democracy.org/ ‎‎‎(27)‎▲‎‎
    .‎ ‎(28)‎ Bknz: https://www.turkiye.gov.tr/yalova-belediyesi ‎‎‎(28)‎▲‎‎
    ‎ ‎**‎ ‎(29)‎ ‎ ‎ dystopia ‎‎‎(29)‎▲‎‎
    .‎ ‎(30)‎ Kitabı PDF formatında indirmek için: ‎‎ https://yadi.sk/i/atXGFrBngvwtH ‎‎‎(30)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(31)‎ ‎ Kitabı PDF formatında indirmek için https://yadi.sk/i/8xGCHGlxgY3Tu ‎ ‎‎(31)‎▲‎‎
    .‎ ‎(32)‎ ‎ safsata = fallacy‎ ‎‎‎(32)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(33)‎ ‎Fallacy-Begging the question bknz. http://www.3sutun.com/arkabahce/ynlt6.html‎ ‎‎‎(33)‎▲‎‎
    .‎ ‎(34)‎ ‎ yaratılmışların en şereflisi ‎‎‎(34)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(35)‎ ‎ Bu yasa çok kısa olarak şöyle tanımlanıyor: Kapalı( bir sistemdeki toplam düzensizlik zaman ‎geçtikç(e zorunlu olarak artar.”‎ ‎‎‎(35)‎▲‎‎
    .‎ ‎(36)‎ ‎ Entropi‎ ‎‎‎(36)‎▲‎‎
    ‎ ‎.‎ ‎(37) ‎ Albert Enistein: Why Socialism? Monthly Review 2009 › Volume 61, Issue 01 (May) ‎‎(37)‎▲‎‎