.I-Giriş▲
Beni bu konuyu incelemeye yönelten “ Kapitalizmin Sonu Geldi mi?" başlıklı makaleden bahseden gazete haberleri oldu. Önce tabii İnternette makaleyi bulup okudum; sonra da bu makale ile ilgili yorumları aradım. Bu aramalarım sırasında konunun magazin düzeyini çok aştığını, insanlığın geleceğine dair önemli uzanımları olduğunu fark ettim. O zaman yurt dışındaki ekonomi öğrenimini kamu olanakları ile yapmış olmanın yüklediği görev duygusunun da etkisiyle konuya biraz daha zaman ayırmanın gerekli olduğunu düşünerek bu yazıyı hazırlamaya koyuldum. Ancak ortaya çıkan ürün hem çok çok sığ, hem çok ukalaca, hem de çok donuk oldu. Metni biraz da bunun için renklendirmeye çalıştım. Yine de yetersizliklerine rağmen belki bb>iraz konuya dikkat çekmeye yarayabileceğini umuyorum.
.
a - Ufuk Turu▲
Kapitalizmin ve İnsanlığın Geleceği gibi oldukça iddialı bir başlık taşıyan bu çalışmamda, son günlerde adeta havada uçuşmaya başlayan
- Tarihin Sonu mu?
- Kapitalizm nereye?
- Sanayi Devrimi 4.0 ne getirecek?
gibi başlıklarla sunulan bazı görüş ve düşünceler hakkında geçmişi de kapsayan yüzeysel bir ufuk turu yapmak istiyorum.
Ne kadar yüzeysel de olsa çok geniş ve derin bir konuyu ele almaya niyetlendiğim için biraz tedirginim. Öyle ki nereden başlayacağım konusunda dahi biraz kararsızlık yaşadım.
Sonunda işimizi kolaylaştıracak mı zorlaştıracak mı bilemem ama konu dışı sayılabilecek bir konudan, bir mantık ilkesinden, Nedensellik İlkesinden söz ederek başlamanın uygun olabileceğini düşündüm.
.b - Nedensellik İlkesi▲
Bildiğiniz gibi çoğu bilgilerimiz, görüşlerimiz aklın ilkelerinden biri olan bu nedensellik ilkesine dayanır, daha doğrusu bu ilkeden mantıksal doğruluk hükmü kazanır. Bu ilke formel olarak şöyle ifade edilebilir:
x ve z olayları birbirini izleyerek veya eşzamanlı olarak vuku buluyorsa x ve y arasında bir nedensellik bağı vardır
Yine bildiğiniz gibi şu önermeler de bu ilkenin doğal sonucu (corollary) sayılır:
- Olay ve olgular arasında belirli bağlar vardır.
- Her şeyin bir nedeni vardır.
- Her şey bir nedene bağlanarak açıklanabilir.
- Aynı nedenler aynı koşullarda aynı sonuçları verir.
İsterseniz gelin daha derine dalmadan asıl konumuza dönelim:
Günümüzde uygulanan Kapitalist Sistem daha çok sanayi devriminin ardılı gibi başladı.
Bu olaylar daha çok ul.okeyg {
list-style-image: url('okeyg.png');
line-height:50%";
font-color:blue;
}XVIII. Yüzyılda olmuştu. O günlerden bugünlere sanayinin kapsamı ve yapısı çok değişti. Birinciden sonra İkinci Sanayi Devrimi ve ardından Üçüncü Sanayi Devrimi yaşandı. Bugün ise ul.okeyg {
list-style-image: url('okeyg.png');
line-height:50%";
font-color:blue;
} Dördüncü Sanayi Devriminden söz ediliyor. Acaba bu gelişmelerden Kapitalist Sistem yine etkilenecek midir?
(*)Bakanız aşağıda Sanayi Devrimleri başlıklı kutucuk .
Daha açık bir ifadeyle sanayinin yapısı ve özellikleri gerçekten değişirse:
Soru 1: Kapitalizm de zorunlu olarak değişecek midir? Veya
Soru 2:Kapitalizm değişirse İnsanlar ve İnsanlık açısından neler değişecektir?
Soru 3: Özgürlük ve İnsan Hakları bağlamında gerek birey ve gerek toplum açısından ileriye mi geriye mi gidilecektir.
.II - Zaman Tüneli▲
Takdir edeceğiniz gibi bunlar oldukça önemli sorular. Vakit geçirmeden cevap aramaya başlamak gerekiyor.
.a - Çizelge ▲
Öyleyse filmi biraz geri saralım, önce 1956 yılından başlayarak bazı olayları bir çizelgede sıralayalım:
23 Ekim 1956: Budapeşte'de öğrencilerin yürüyüşü – “Macaristan devrimi"
5 Ocak 1968 Prag olayları
26 Eylül 1968: Brezhnev Doktrini’ ilan edildi.
4 Mayıs 1979: Margaret Thatcher İngiltere Başbakanı oldu.
20 Ocak 1981: Ronald Reagan ABD Başkanı oldu
Haziran 1989: Orta ve Doğu Avrupa’daki komünist devletlerde Polonya’dan başlayarak bağımsızlık devrimleri başladı.
Temmuz 1989Francis ukuyama F’nın. Tarihin Sonu adını taşıyan makalesi yayınlandı.
9 Kasım 1989: Berlin Duvarı yıkıldı.
3 Ekim 1990 Doğu Almanya ile Batı Almanya birleşti
Kasım 1990 Avrupa Sayıştaylar Birliği EUROSAI kuruldu ve ilk kongrede, Yeniden Yapılanma, Özelleştirme ve Deregülasyon konularının denetimine öncelik verilmesi kararı alındı.
25 Aralık 1991: Sovyetler Birliği dağıldı.
11 Eylül 2001: Dünya Ticaret Merkezi 'ne ve Pentagon 'a saldırı yapıldı
207 – 2008: Büyük Resesyon ve onu takiben Küresel Malî Kriz yaşandı.
Ağustos 2011: Nouriel Roubini ‘nin Kapitalizmin Sonu Geldi mi? bağşıklı makalesi yayınlandı.
17 Eylül 2011 >"Wall Street'i İşgal Et" eylemi gerçekleşti.
Ağustos 2013: Thomas Piketty’ nin "XXI. Yüzyılda Kapital " adlı kitabı Fransa’da yayınlandı.
Nisan 2014: P iketty'nin kitabının İngilizce çevirisi yayınlandı.
Acaba bu olaylar arasında bir nedensellik bağı var mıydı? Yoksa olaylar birbirini izlerken arka planda rol oynayan sosyal, siyasal, ekonomik başka akımlar mı vardı?
Bu ufuk turunda tabii ki bu soruları derinlemesine cevaplamaya kalkışmadan her birine kısaca değinilmekle yetinilecektir.
.b - Kapitalizmin Sonu▲
Bu günlerlde havada uçuşıyor dediğim görüş ve düşünceler belki bazı bilim çevrelerinde veya Dünyanın ve İnsanlığın geleceği üzerinde teorik araştırmalar yapmakta olan düşünürler arasında çoktan beri tartışılıyordu.
Ama bu konunun kamuoyunda öe çıkışına galiba ünlü iktisatçı Nouriel Roubini ‘nin 2011
Makale, “Kapitalizmin Sona ermesi mukadder mi?"
(2)
şeklinde oldukça tahrik edici bir başlık taşıyordu ve aynı derecede kışkırtıcı iddialar içeriyordu.
Bu makale şöyle özetlenebilir:
***
Dünyanın hemen her bölgesinde yaşanmakta olan karışıklıkların, huzursuzlukların, başkaldırmaların temelinde , artan eşitsizlik, yoksulluk, işsizlik ve ümitsizlikler ve bunların doğurduğu sıkıntılar ve gerilimler yatmaktadır.
edilmesi nedeniyle Dünya Karl Marx’ın yüzyıl önce öngördüğü krize doğru hızla gitmektedir
(3) •
Çözüm için -
Altyapı yatırımlarının teşvik edilmesi,
-
Zenginlerden alınan vergilerin artırılması,
-
Kamu borçlarının azaltılması,
-
Malî sistemin daha etkili yönetilmesi,
-
Merkez bankalarının daha etkin kılınması,
-
Devasa bankaların bölünmesi,
gibi çareler düşünülebilir.
bütün bunlar ise “ekonomik liberalizm" in artık değiştiği veya değişmesi gerektiği anlamına gelmektedir | .***
İnternette bir arama yapılınca, bu makaleye ne kadar çok atıf yapıldığı ve yorum yazıldığı ve nasıl bir etki yaratmış olduğu hemen görülür. Oysa Marksist eğilimli ekonomistler aynı şeyleri, hem de daha çarpıcı bir üslup ve örneklerle onyıllardır yazıyorlardı ama pek önemli tepki almamışlardı. Çünkü onlar karşı mahalle’dendiler
.c - Tarihin Sonu▲
Şimdi makarayı biraz geri saralım < 1989 yılına gidelim:
National Interest adlı dış politika dergisinin 1 989 Yaz sayısında, ABD Dışişleri Bakanlığında Politika Planlaması Dairesinin Başkan Vekili olan Japon asıllı Amerikan vatandaşı Francis Fukuyama’nın bir makalesi yayınlandı. Tarihin Sonu başlığını taşıyan bu makalenin yayını Orta ve Doğu Avrupa’da komünist devletlerdeki bağımsızlık devrimlerinin bütün hızıyla sürmekte olduğu tarihlere rastlamıştı. Aslında makalenin isminin doğrudan bu olaylara bir gönderme olduğu ve bu olayların dünya açısından anlam ve önemini açıklamak amacı ile yazıldığı hemen anlaşılıyordu.
Bu makale sonradan çok eleştirildi. Bu 16 sayfalık makale, yayınlanır yayınlanmaz, tarihin sonu deyimi önce Batı Ülkelerinde, daha sonra da bütün Dünyada çok hararetli tartışmalara neden oldu; yazar da bir kısmı alay derecesine varan, bazıları ise oldukça acı kaçan pek çok eleştiriye maruz kaldı. (4) •
Makale şöyle başlıyordu:
Son onyılın akıp giden olaylarına bakınca Dünya Tarihi açısından bazı çok temel şeylerin vuku bulduğunu görmemek imkânsızdır. Özellikle geçen yıl Soğuk Harbin sona erişine ve “barış"ın havai fişek gösterisi gibi birçok ülkede ortaya çıkışına şahit olduk. [Ancak], bu konuda ileri sürülen analizlerin çoğunun, neyin esasî, neyin o günlere özgü veya rastlantısal olduğunu ayırt eden daha geniş bir kavramsal çerçeveden yoksun olduğu görülüyor.
Oysa Fukuyama’ya göre, Doğu Avrupa ülkelerinde yaşananlar serbest piyasa kapitalizmine dayanan çağdaş liberal demokrasinin dünyaya tam olarak yayılıp yerleştiğini ortaya koymaktadır. Öyle ki artık insanlığın ideolojik gelişim sürecinde doruk noktasına erişilmiş bulunmaktadır. Bu ise, ekonomide kapitalizm, politikada demokrasi demektir. Ana çerçeveyi oluşturan bazı ögelerle oynayıp belki bazı düzeltmeler yapılabilir ama artık “İnsan yapısı devlet"in nihaî şekli elde edilmiştir. Daha başka bir deyişle, liberal demokrasinin bugünkü kazanımları ile artık tarihin sonu gelmiştir. Yani insanlığın düşünsel gelişiminin sonuna gelinmiştir.
Fukuyama, Tarihin Sonu kavramının yeni olmadığını, bu deyimi kullananların en ünlüsünün ise bizzat Karl Marx olduğunu ileri sürer ve Marx’ın
“tarihî gelişmelerin yön ve yöneliminin maddî güçlerin karşılıklı etkileşimleri ile maksatlı bir şekilde belirlendiğine ve bu etkinin ancak bütün önceki çelişmeleri çözümleyecek olan komünizm ütopyasına ulaşılması halinde sona ereceğine"
inandığını ilave eder.
(5) •
Fukuyama’ya göre Marx’ “başı, ortası ve sonu olan diyalektik bir süreç olarak tanımlanan tarih kavramı" nı Hegel’den almıştır.
Fukuyama, bu bağlamda Tarihi Maddecilik ve Hegel’in batı kültüründeki yeri ve önemi üzerinde uzun açıklamalarda bulunduktan sonra Hegel’in
“Zaman içinde belli bir an gelecektir ki bu anda nihaî olarak belli bir rasyonel toplum ve devlet formunun diğer bütün toplum ve devlet formlarından üstün olduğu kabul edilecektir ve böylece tarihin zirvesine varılmış olacaktır"
dediğini yazar ve ilave eder:
(5) •
İşte o an bu andır!
Fukuyama ‘ya göre XX. Yüzyıl liberal demokrasiye tam güvenle başlamış, ama bazılarınca ortaya atıldığı gibi İdeolojinin Sonu veya Kapitalizm ile Sosyalizmin Yakınlaşması yerine Ekonomik Liberalizmin kesin zaferi ile taçlanmıştır.
Sonuç olarak XX. Yüzyılda totaliter güçlerin ABD ve müttefikleri tarafından kesin olarak yenilgiye uğratıldığı, böylece insanlığın ideolojik ve düşünsel gelişiminin ve liberal demokrasinin uç noktasına yani Neo-Liberalizm’e (veya daha başka bir deyişle politikada demokrasi, Ekonomide Kapitalizm demek olan Liberal Demokrasi’ye) varılmıştır.
Fukuyama, yanlış anlamaları önlemek için şöyle bir açıklama da yapıyor.
Tarihin sonu demek uluslararası arenada süregelmekte olan olaylar sona erecek demek değildir. Tabii ki Ermeniler ile Azeriler, Sihler ile Tamiller vs sorunlarını yaşamaya devam edeceklerdir. Terörizm ve ulusal bağımsızlık savaşları uluslararası gündemi işgal etmeye devam edecektir. Bununla beraber artık büyük devletlerin karıştığı büyük ihtilaflar giderek sahneden silinecektir.
.d - Uydu Devletlerin Sonu▲
Fukuyama’yı bu tür düşüncelere sevk eden nedenler arasında yer alan ekonomik ve siyasal olaylara gelince:
1980’li yıllar ın sonunda Polonya ve Macaristan’ın başını çektiği bir bağımsızlık dalgası Doğu Avrupa’yı sardı: Sovyetler Birliğinin hegemonyası altındaki devletler, birer birer bağımsızlıklarını ilân etmeye başladılar. Bağımsızlık ilânı ile birlikte komünizm ideolojisinin de bırakılıp kapitalizme geçilmesi gündeme geliyordu.
Aslında Moskova’nın sert müdahalesi olmasaydı bu süreç 1956 yılında başlayacaktı. Gerçekten 1956 Macaristan devrimi ve 1968 Prag olayları üzerine Brezhnev aDoktrini’nin ilanı ile süreç başlangıç aşamasında kesintiye uğramıştı. 1968 yılında Polonya’da yapılan bir toplantıda kamuyla ilk kez paylaşılan bu doktrin kısaca şöyle ifade edilebilir.
***
Brezhnev
|
Sosyalist sistemi kabul etmiş olan bir ülkede kapitalizmin yeniden egemen olmasını sağlamak amacına yönelik olan saldırılar sadece o ülkeyi değil tüm sosyalist ülkeleri ilgilendirdiğinden bu tür sorunların halledilmesi sadece o ülkeye bırakılamaz. Bu yüzden bu saldırıların, silahlı müdahale dâhil olmak üzere, her türlü araç ve yöntemle bertaraf edilmesi gerekir |
***
Dayanışma Hareket’inin (6) •
1928’den beri iktidarda olan komünist İşçi Partisini yenmesi üzerine Gorbaçov askerî kuvvet kullanmayı reddedince ortadan kalkmış oldu. Polonya’yı Macaristan izledi ve Doğu Avrupa’da Sovyet hegemonyası altındaki bütün diğer devletler birer birer bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Bu komünizm ideolojisinden vaz geçilmesi ve çok önce başlamış olan bir sürecin vardığı nokta olarak yorumlandı.
.e - Berlin Duvarının Sonu▲
Fukuyama’nın kitabının mürekkebi kurumadan Doğu ve Batı Blokları arasındaki çekişmenin sana erdiğini çok şatafatlı bir biçimde gözler önüne seren bir olay oldu:
▲
Berlin Duvarı, sözde “sosyalist doğuyu kapitalist batıya karşı koruma" amacıyla 1961 yılında yapılmaya başlanmış, ama batıda, kısa zamanda bir taraftan eleştiri, diğer taraftan da alay konusu haline gelmişti. Yıllar geçtikçe
- Duvarın yapılış amacını sağlayamadığı,
- Üstelik Doğu Alman vatandaşlarının Seyahat özgürlüğünü kısıtladığı,
- Batıya kaçmak isteyenlerin de bazan canına mal olduğu
- Ayrıca kötü bir propaganda konusu olduğu
görülmeye başlandı. Durumu yeniden değerlendiren Doğu Almanya hükümeti, önce vatandaşlarının doğu Blokundaki ülkelere seyahat etmelerini serbest bıraktı, sonra da Batı ülkelerine geçmelerine izin verme kararını aldı:.
Kasım 1989'da yapılan basın toplantısında bu kararın açıklandığı andan itibaren duvarın iki tarafında binlerce insan birikti. Coşkulu kalabalıkların duvarın tepesine çıkması ile yıkım başladı.
Böylece tam 28 yıl Dünya kamuoyunu işgal etmiş olan bir yapı, göz açıp kapayıncaya kadar ortadan kalkıverdi. Kendisi hayli önemli olan bu olayın ardından
- Doğu Almanya ile Batı Almanya’nın birleşmesi (3 Ekim 1990),
- Sovyetler Birliğinin dağılışı (26 Aralık 1991) ve hepsinden anlamlısı,
- Soğuk Savaşın, bir bakıma, resmen sona ermesi
gibi önemli olaylar da meydana geldi
.f - Sovyetler Birliğinin Sonu▲
Doğu Almanya ile Batı Almanya’nın birleşmesi, devenin belini çökerten son saman çöpü
(7) •
sayılabilir ama her halde son darbeyi vuran Mihail Gorbaçov 'in görevinden istifa edip bütün yetkilerini Boris Yeltsin 'e devretmesi olmuştur ki böylece Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yerine Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulması gerçekleşmiş oldu.
Fukuyama’nın makalesinin adının Tarihin Sonu olmasını anlamlı kılan nedenlerinden biri de bu olmuştur. Ayrıca, Tarihin Sonu sözü ile Sovyetler Birliğinin sonu kast edildiği gibi Sosyalizmin sonu anlamı da çıkarılmaktadır. Acaba bu çıkarım da doğru muydu?
.III - Dünyanın Halleri▲
.a - Neo-liberal Dünya▲
Şimdi de tekrar bir geri dönüş yapıp bu olayların arka planındaki ekonomik ve siyasal düşüncelere bakmak yararlı olabilir.
İkinci Dünya Harbini izleyen yıllarda gerek akademi ve gerek iş çevrelerinde
“piyasalara müdahale edilmemesi gerektiği, piyasaların serbestçe işlemesine müsaade edilirse bu serbestîden toplumsal hasar doğabileceği”
korkusu yaygındı. Bu bakımdan
- Kapitalizmin sebep olduğu sert konjonktür hareketlerinin yumuşatılması ve
- Bazı temel hizmetlerin gerçekleştirilmesi
için hükümet müdahalesine kesin ihtiyaç olduğunda
para ve maliye politikalarının kullanılmasının yeterli olacağına inanılıyordu..
Diğer bir deyişle, Hükümet, Sermaye ve Emek Üçlüsü, sanki aralarında zımnî bir anlaşma varmış gibi hareket ediyorlardı.
Ancak 1980’lerin başına gelindiğinde ABD ve İngiltere’den başlayarak Dünyada yeni bir anlayış hâkim olmaya başladı. Bu anlayış kısaca:
Bütün toplumsal kötülüklerin temelinde Devlet vardır.
Serbest piyasalar Hükümetlerin yaptığından çok daha iyisini yapabilirler .
Geçmişte yaşanan ekonomik krizlere devletin müdahalesi neden olmuştur.
şeklinde ifade edilebilir.
Gelişmiş ülkelerde Hükümet, Medya ve Neo-liberal aydınlardan oluşan sacayağı Neo-liberal anlayışın kamuoyunda kısa zamanda kabul görmesini sağladı. Bu anlayışta özellikle
- Devletin ekonomik hayattaki yerinin küçültülmesi ve genel olarak rolünün azaltılması,
- Maliye politikalarının terk edilmesi,
- Ekonominin para politikaları ile yönetilmesi
görüşleri hakimdi. Bu görüşler doğrultusunda şu üçlü politika hedefi ortaya çıktı:
- Yeniden Yapılanma: Ekonomik hayatın Piyasalarda tam serbestlik sağlanacak şekilde örgütlenmesi.
- Özelleştirme: Devletin mülkiyetinde bulunan işletme ve tesislerin özel kişilere devredilmesi.
- Deregülasyon: Ekonomik hayata hükümetin müdahalesini öngören düzenlemelerin mevzuattan temizlenmesi
(8)
Böylece 1930’lardaki Büyük Buhran’dan kurtulunmasında çok yararı görülen Keynesçi görüş terk edilerek neo-liberalizme geçilmiş oluyordu. Bu geçişin nedenleri ve yerindeliği çok tartışılmıştır. Yukarda sözü edilen zımnî anlaşmanın terk edilmesinin başlıca nedeni olarak
(1) 1970’lerde başlayan durgunluk içinde enflasyonve bunu takip eden enflasyon ile mücadelede Keynesçi politikaların başarılı olamaması gösterilmektedir.
(2) Diğer taraftan Doğu Blokundaki ülkelerde yaşanan sıkıntılar sosyalist sistemin başarılı olamadığını ortaya koymaya başlamıştı. Bu yüzden “ Hür Dünya”daki halk çoğunluğu için sosyalist uygulamaların “özendirici” olma niteliği ve muhalif hareketlerin teşvik edilmesi olasılığı kayboluyor, hükümetler için bir korku kaynağı daha yok oluyordu. Yani artık ekonomiye düzeltici (=eşitsizliği yumuşatıcı) müdahalelerde bulunmaya ihtiyaç kalmıyordu.
Aslında her iki neden de etkili olmuştu. Ancak neo-liberal yaklaşımın temelinde F.A.Hayek’in
(9)
geliştirdiği siyaset felsefesi
ve Milton Friedman’ın
(10)
ortaya attığı Parasalcı Görüşün
(11)
yattığı gözden kaçırılmamalıdır. Bu görüşler Chicago Üniversitesi e Virginia Üniversitesinin ve Heritage Foundation, the American Enterprise Institute gibi düşünce kuruluşlarında benimsenip yaygınlaştı ve çok geçmeden bir ekol,: Neo-Liberalizm ekolü doğdu.
Bu görüş ve düşüncelerin kamuoyunda yaygınlık kazanması ile eş-zamanlı olarak İngiltere’de Margaret Thatcher Başbakan, A.B.D. de Ronald Reagan’ın Başkan oldu; Böylece neo-liberal düşünceler iyice oturdu, benimsendi ve bugünlere kadar çoğu ülkenin siyasal yaşamına hâkim oldu.
Neo-liberalizmin asıl saltanatı Sovyetler Birliğinin dağılmasından ve Tek Kutuplu Dünyanın oluşmasından sonra başladı.
.b - Tek Kutuplu Dünya▲
Fukuyama, ünlü makalesini 1992’de Tarihin Sonu ve Son İnsan adıyla kitaplaştırdı. (12)
O zamana kadar hem makale hem de yazar iyice ünlenmiş, makalenin öncülük ettiği iyimserlikle beraber, “ geleceğe güven” ve “ halinden hoşnut olma duygusu” bütün Dünyaya ve tabii daha çok gelişmiş ve varsıl ülkelere hâkim olmaya başlamış, adeta yeni bir dünya doğmuştu.
Sovyetler Birliği dağılmış olduğu için, bu “Yeni Dünya”da artık iki süper güç ve bu iki süper gücün başını çektiği iki ayrı devletler grubu, iki blok yoktu. Tek bir süper güç kalmıştı ve Dünya devletleri artık iki gruba ayrılmıyordu: Bu yüzden Dünyamıza artık Tek Kutuplu Dünya adı yakıştırılıyor. Ayrıca içinde bulunduğumuz döneme, belki biraz istihza ile
Pax Americana adı veriliyor. Büyük Usta Aziz Nesin bu dünyayı şöyle tanımlıyordu:
Amerika, çağımızın Zeus’üdür. Eski Yunan’da olduğu gibi, dünyamızı çok tanrılar yönetiyor: Almanya, Japonya, İngiltere, Fransa filan... Ama baş tanrı Amerika.
(Aziz Nesin’in Ali Nesin’e bir mektubundan)
(13)
Gerçekten bu tek kutuplu dünyada, tek bir Zeus olduğu gibi bir tek ekonomik sistem vardı: neo-liberalizm.
Hayek’in ve dFrieman’ın düşünsel temelini attığı, İngiltere Başbakanı Thatcher ‘in. ve A.B.D. Başkanı Reagan’ın uygulamaya koyduğu ekonomik görüş bütün dünyaya hakim olmuş, neredeyse karşı çıkılması büyük günah sayılan dinsel bir akide haline gelmiş bulunuyor. Öyle ki gerek Gelişmiş Ülkelerde ve gerek onların siyasal değil ama duygusal uyduları haline gelmiş olan Gelişmekte Olan Ülkelerde, deyim yerindeyse ekonominin amentüsü’ (14) haline gelen bu inancın gereğini yerine getirmeye mecburmuşlar gibi davranıyorlar.
1980’lerde vücut bulan neo-liberal anlayış, Sovyetler Birliğinin dağılması ile Dünya Tek Kutuplu hale gelince, diğer bir deyişle komünizm ideolojisinin hür dünyadaki yoksul ve emekçi kitlelerde yayılma tehlikesi fiilen ortadan kalkınca, “liberasyon=serbestlik” talebinin her alanda sınır tanımadan uygulanmaya konulması imkânı doğdu.
Bu cümleyi “sermaye sahipleri, işlerini genişletmek, kârlarını büyütmek ve yetkilerini artırmak için gereken her türlü toplumsal ve siyasal değişikliklerin ve yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi konusunda
(15)
Hükümetleri ikna etmek gücünü elde ettiler” şeklinde okuyabilirsiniz.
Bu alanda ortaya konan kötü politikaların bazıları şunlar:
Emek cephesinde: Çeşitli yasal veya yasal olmayan ve çoğu insan haklarına aykırı yöntem ve yaklaşımlarla sendikalara kayıtlı işçilerin sayısının azaltılmaya çalışılması,:(Sendikasızlaştırma)
Vergilendirme alanında:Vergide adalet ilkesinin gözardı edilmesi, vergi oranları, istisna hadleri gibi parametrelerde gereken değişiklikler yapılarak gelir dağılımının iyileştirilmesini sağlamaktan vaz geçilmesi
Kamu Harcamalarında: Sosyal Amaçlı transferlerin azaltılması, Refah Devleti anlayışından uzaklaşılması.
Bu bağlamda Kasım 1990 tarihinde yapılan EUROSAI’nin I. (kuruluş) Kongresinde bundan böyle Sayıştay Denetimlerinde (Supreme Audit) Özelleştirme, Deregülasyon,>Yeniden Yapılanma konularına ağırlık verilmesine karar verildiğini hatırlamak uygun olur.
Orta Avrupa’daki eski komünist devletlerin, tam da bağımsızlıklarını ilan edip kapitalizme geçmeye, yani kontrolü piyasalara bırakmaya hazırlandıkları sırada Avrupa Sayıştaylarının denetimlerde Özelleştirme, Deregülasyon, Yeniden Yapılanma konularına öncelik vermeye karar vermeleri ne güzel bir tesadüf değil mi?!
.c - “Yeni Dünya Düzeni” ▲
1 - ABD Başkanı George Bush Irak Savaşının gerçekten başarı ile sona erdiğine inanılan günlerde (tam olarak 29 Ocak 1991 tarihinde) Amerika Kongresi’nin ortak toplantısında yaptığı Birliğin Durumu (state of union) konuşmasında, “Yeni Dünya Düzeni” nin doğduğu müjdesini şöyle vermişti:
Söz konusu olan bir küçük ülkenin (Irak) sorunu değildir. Bu, insanlığın evrensel özlemi olan barış, güvenlik, özgürlük ve hukuk devletini gerçekleştirmek amacıyla çeşitli ülkeleri ortak bir amaç için bir araya getiren büyük bir ülküdür. , Yeni Dünya Düzenidir.
Yeni Dünya Düzenisözü yeni bir söz değildir. Bugün yeryüzünde var olan bütün siyasî organizasyonların bazı gizli oluşumlar tarafından ortadan kaldırılarak Dünyaya hâkim olacak tek bir devletin kurulacağını öngören ve çeşitli versiyonları olan komplo teorisine bu ad verilir ve bu “gizli oluşumlar” arasında çoklukla illuminati’ den söz edilir. Komplo teorisi kavramının gizemi insanlara çok çekici geldiği için hemen herkes bu teorinin bir versiyonuna inanmakta ise de bu teorilerin gerçekte işlerin yürütülüş yolu ve ekonomi ve siyaset alanındaki önemli kararların alınış yöntemi ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü işler ve kararlar bugün, Trilateral Komisyon, Bilderberg Toplantıları, Dış İlişkiler Konseyi, Dünya Ekonomik Forumu gibi kuruluşlar marifetiyle herkesin gözü önünde gerçekleştirilmektedir.
.IV - Şafak Söküyor▲
.a - Tarihin tanıklığı ▲
Fransız İktisatçı Thomas Piketty’nin kaleme aldığı XXI. Yüzyılda Kapital
(15)
adındaki bilimsel ekonomi kitabı Ağustos 2013de Fransa’da sessiz sedasız yayınlanmıştı. Ama bu yaklaşık 700 sayfalık kitabın İngilizce çevirisi Nisan 2014 de yayınlanır yayınlanmaz çok satan kitaplar listesine girdi ve kamuoyunda fırtınalar kopardı. Zira kitap bütün ezberleri bozuyordu. (Bu arada kitabın Türkçe çevirisinin de yayınlandığını belirtelim (17)
Yazar, Fukuyama’nın 25 yıl önce coşkuyla tasvir ettiği “Mutlu ve Mesut Yeni Dünya”’ya yeni ve oldukça değişik bir açıdan bakıyordu. Kitap, Ekonomik çalışmalardaki teorik tartışmalarla ve matematik formülleriyle bezenmemişti. Sayfaları tarihsel arşivlerden ve güncel bilgi bankalarından alınmış tablolar ve grafikler süslüyordu. Diğer bir deyişle okuyucuya, bir bir sayısal “albüm” sunuluyordu. Bu albümün mesajı Nouriel Roubini’nin 2011’de Kapitalizmin Sonu mu? diye sorarken verdiği mesajdan çok farklı değildi.
(19)
Bu mesaj şu idi:
Kapitalist sistemde işler pek de iyi gitmiyor.
Gelir ve servetlerdeki tarihî değişimleri anlatan bu eser, Piketty’nin yönetiminde bir grup ekonomistin yaklaşık on yıl süren çalışması sonunda hazırlanmıştı.
Kitapta ileri sürülen görüşler ve yapılan açıklamalar, şöyle özetlenebilir:
***
“Derlenen veri yığını, sanayi devriminin başlangıcından itibaren gelirlerde ve servetlerde yaşanan eşitsizliği gözler önüne sermektedir. “
“17. ve 18. yüzyıllarda Batı Avrupa ülkelerinde oldukça keskin bir eşitsizlik vardı. Öyle ki çoğu ülkede, bir avuç zenginin kişisel serveti, o ülkenin millî gelirini aşıyordu.”
“Sanayi devrimi ile birlikte işçi ücretleri bir miktar yükseldi ise de eşitsizlik aynen devam etti.”
“Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile Büyük Buhranın hüküm sürdüğü zor günlerde, vergiler yükseldi, dörtnala enflasyon yaşandı, iflaslar birbirini kovaladı. Diğer taraftan “Refah Devleti” bağlamındaki uygulamalara önem verildi. Bu gelişmeler sonunda servetlerin göreceli olarak küçüldüğü görüldü. Denebilir ki bu dönemde gelir ve servetlerin bölüşülmesinde daha eşitlikçi davranılmaya çalışıldı.
A ncak bugün servetlerin ve gelirlerin bölüşümünde Birinci Dünya Harbinden önceki olumsuz duruma dönülmüş bulunuluyor
(20)
Bir toplumda ekonomik büyümenin hızının artması o toplumda servetlerin hacminin küçülmesine neden olur. Buna karşılık ekonomik büyümenin yavaşlaması servetlerin hacmini büyütür. Örneğin büyüme oranını yavaşlatan bir nüfus hareketi servetin (servet sahiplarinin) gücünü artırır.”
“Genel bir eğilim olarak servet sürekli olarak belli ellerde yoğunlaşır. Yani zengin gittikçe daha zengin olur.
►Bu genel eğilimi ancak teknolojik gelişmenin veya nüfus artışının tetikleyeceği bir hızlı büyüme tersine çevirebilir.
►Bir de hükümetin, servetin belli ellerde yoğunlaşmasını önleyen ve gelir dağılımını iyileştirmeyi amaçlayan politikaları kapitalizmin bu yanlış işleyişini düzeltebilir”
“Tarihî gelişim ile ilgili verilerin incelenmesi sonunda elde edilen saptamalardan
|
SERMAYE VE EŞİTSİZLİK GENEL TEORİSİ
adı verilebilecek bir sonuç çıkar. Bu sonuç bir cümleyle şöyle ifade edilebilir:
Servetin yıllık getirisi yıllık Ekonomik büyüme oranından yüksek olur
Bu genel eğilimi ancak teknolojik gelişmeden veya nüfus artışından kaynaklanacak hızlı büyüme tersine çevirebilir. ***
Piketty, Sermaye ve Eşitsizlik Genel Teorisi’nden akademisyen iktisatçıların şiddetli (aslında kısmen de haklı) itirazlarına neden olan şu önemli ardışık önermeleri üretir:
- Bugün gözlemlenen ekonomik eşitsizlik sistemin doğal sonucudur.
- Diğer taraftan hükümetin servetin belli ellerde yoğunlaşmasını önleyecek ve gelir dağılımını iyileştirebilecek
- Vergi politikası (Örneğin yıllık bir “Müterakki Tarifeli Servet Vergisi” )
- Sosyal politikalar (Örneğin Refah Devleti uygulamaları)
gibi yollarla kapitalist sistemin bu olumsuz işleyişi düzeltebilir.
Piketty’nin XXI.inci Yüzyılda Kapital,adını taşıyan kitabının, yalnız adı bakımından değil, içinde yer alan bazı saptama ve öngörüler açısından da Karl Marx’ın Das Kapital’ine nazire olarak kaleme alındığını iddia etmeleri haksız görülmeyebilir.
Gerçekten Piketty böyle düşünmemiş olsa bile ona yöneltilen eleştirilerin başında onun kitabının Marksist ideolojiden kaynaklandığı iddiası geliyordu. Bunun nedenini ABD'li ekonomist ve köşe yazarı Paul Krugman şöyle açıklıyor: ,
“Sağcılar, Piketty’nin tezine doyurucu bir cevap veremedikleri için çareyi kara çalmakta buluyorlar. Çünkü bu teze mutlaka karşı çıkılması gerekiyordu; yoksa bu tez yakında bütün “okumuşlar” (!) tarafından benimsenir ve gelecekteki bütün siyasî polemiklerin başlıca konusu olurdu.”
(21)
Görüldüğü gibi “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” sağcı kamuoyunda hatırı sayılır bir korku yaratmıştı. Piketty ve kitabı hemen gündeme oturdu. Her çevreden yorumlar, eleştiriler yağmur gibi yağmaya ve kitapta ileri sürülen savlara karşı cevaplar üretilmeye başlandı. Özellikle
en üst katmanda gelirin çok hızlı bir biçimde arttığı”
savı en şiddetli itirazlara konu oluyordu. İtiraz olarak ileri sürülen görüşler ciddiye alınacak türden değildi ki bunları iki başlık altında toplamak mümkündür:
- İnkar: Zenginlerin durumlarının gerçekten öyle çok iyi ve geri kalanların durumlarının ise çok kötü olduğu iddiası kesinlikle yanlıştır
- font color=#FF0000> Haklı görmek: Büyük servet ve gelir elde edenler bunu hak ediyorlar.Çünkü onlar ekonomiyi geliştirmek, iş yaratmak gibi önemli hizmetler ifa ediyorlar
.
Bu tür eleştiriler tabii çok fazla taraftar bulmadı. Buna karşılık akademi, siyaset ve iş çevrelerinde ve medyada yer alan eleştiriler, hem kamuoyunda beğeni topladı hem de kitabın daha çok okuyucuya erişmesini sağladı.
Diğer taraftan, ekonomistler ve akademik kökenli yazarlar da kitaptaki saptama, çıkarım ve önerileri bilimsel bir yaklaşımla incelediler.
Bu incelemeler sonunda ileri sürülen olumsuz eleştirilerin bir bölümü doğrudan ekonomik terimler ve kavramlarla ilgiliydi: Çünkü Piketty bazı terim ve kavramları alışılmış olandan daha farklı anlamlarda kullanmıştı. Oysa eleştirilerde bu farklı kullanış dikkate alınmamıştı. Bu tür yanlış anlamalardan kaynaklanan eleştiriler Piketty taraftarlarınca hemen ve kolayca çürütüldü.
Böyle terminolojiden kaynaklanmayan eleştirilere gelince: Bu eleştirileri ileri süren akademisyen eleştirmenler
- Piketty’nin eserinin aslında ekonomik ve siyasal sistemin bir tür özeleştirisinden ibaret olduğunu görüyorlar,i
-
- İleri sürülen bulguların ilgililerin, durumu ve olayları daha iyi görmelerini sağlayarak daha gerçekçi politikalar üretilmesine yardımcı olabileceğini kabul ediyorlar,i
- Bununla beraber, Kitabın birkaç konuda, genel kabul görmüş kuram, önerme ve çıkarımlara net olarak aykırı düştüğünü de görmezden gelmiyorlardı. ,i
Piketty taraftarları bu tür iddialara tam olarak doyurucu cevaplar veremediler. Ancak, kitaptaki saptama, bulgu ve analizlerin sağlamlığına değil, servet ve gelirlerin tarihî seyrine ait verilerin doğruluğuna dayandığı için Piketty’nin tezi halâ iş ve sermaye çevrelerini düşünmeye ve mümkün olan önlem ve çareleri aramaya zorlamaktadır
.b - Bilge Bir Bilişimci▲
“Zenginlerin ellerindeki servet ve gelirlerin toplumun diğer kesiminden daha hızla birikmekte olduğu ve bunun Dünyadaki eşitsizliği daha da artıracağı” şeklindeki görüş, bir ateş topu gibi ortaya atılınca, yukarda açıklanan “bu tez mutlaka çürütülmeli” önerisini ciddiye alıp topa ilk girenlerden biri Dünyanın hem en zenginleri hem de en “okumuş” ları arasında bulunan Bill Gates oldu.
Bill Gates kendine ait ağ-günlüğünde
(23)
yazdığına göre “Yirmibirinci Yüzyılda Kapital hakkında o kadar çok yazı yazılmış ve konuşulmuş ki adeta okumaya mecbur kalmış”. Bununla beraber, okuduğuna çok memnun olmuş. Daha sonra da İnternet’te görüntülü konuşma olanağı sunan bir program aracılığı ile Piketty ile kitap hakkında konuşma fırsatı da olmuş. Bu çalışmalar sonunda kaleme alıp ağ-günlüğünde yayınladığı bir yazı
(22)
konuyu ne kadar ciddî olarak ele aldığını gösteriyor. Bu yazının bazı paragrafları, yazarının kendi cümleleri ile, mümkün olduğu kadar aslına sadık kalmaya gayret edilerek aşağıda sunuluyor:
***
“Kitapta ileri sürülen başlıca bulgular açısından Piketty ile aynı görüşteyim.. Umarım bu çalışma, servet ve gelirlerdeki eşitsizlik konusuna diğer akıllı insanların da dikkatini çeker ve yeni incelemeler yapılmasına neden olur. Çünkü eşitsizliğin nedenlerini ve onunla başa çıkma çarelerini ne kadar iyi kavrarsak o kadar iyi olur.”
“Örneğin:
- Yüksek düzeylere varan eşitsizlik önemli sorunlar doğurur: Ekonomik teşvikler etkilenir, demokratik tercihlerde güçlülerin yararına bazı sapmalar olur ve en önemlisi “bütün insanların eşitliği ideali” nin altı oyulur.
- Kapitalizm kendi kendini düzeltemez. O bakımdan servetin belli ellerde yoğunlaşması kontrol altına alınamaz ise eşitsizlik kartopu gibi büyür.
- Hükümetler, istedikleri takdirde “kartopu” nu yuvarlama temayülünü dengeleyerek yapıcı bir rol oynayabilirler.”
“Ama bu sözlerim Dünyada işlerin kötüye gittiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Aslında topluca ele alırsak görürüz ki Dünya gittikçe daha eşitlikçi olmaktadır ve büyük bir ihtimalle bu olumlu trend kesilmeden devam edecektir.”
Denebilir ki bir miktar eşitsizlik kapitalizmin yapısında yer almaktadır. Piketty’nin dediği gibi, bu sistemin doğasında vardır.”
“Eşitsizlik konusunda önemli olan soru şudur:
- Hangi düzeydeki eşitsizlik kabul edilebilir?
Ya da hangi düzeydeki eşitsizlik yarardan çok zarar doğurur?”
“Diğer taraftan, servetin çok farklı türleri vardır. Yatırım, hasenat, tüketim, banka mevduatı gibi yatırım türlerinin hepsini, servet ve gelirlerdeki eşitsizlik bağlamında aynı kefeye koymak doğru olmaz”
“ Piketty’nin dikkate almadığı diğer bir husus da tüketim harcamalarının boyutu ve türüdür. Tüketim harcamalarının yiyecek, giyim, emlâk, eğitim, sağlık gibi sektörlere dağılma oranı ve ayrılan para ile ilgili sayısal veriler, servet ve gelir bölüşümü açısından çok yararlı bilgiler verebilir.”
“ Emek gelirlerinin vergilenmesinden (mümkün olduğu kadar) kaçınılması taraftarıyım. Oysa ABD’de emek geliri sermaye gelirine göre daha ağır vergilenmektedir.”
Bununla beraber Piketty’nin istediği gibi servet üzerine müterakki tarifeli vergi konulması yerine tüketim üzerinden müterakki oranlı vergi alınmasını tercih ederim.”
“Veraset vergisi nin devam etmemesi gereğine çok inanıyorum. Çünkü ekonomik kaynakların nasıl ve nereye tahsis edileceği konusunun, kişilerin (varislerin) doğumlarında paylarına düşen şansa göre belirlenmesinin pek akıllıca olmadığını düşünüyorum. “ |
Görüldüğü gibi Bill Gates bu yazıda Piketty’nin kitabı üzerine, servet ve gelir eşitsizliği ile ilgili olarak kamuoyunda meydana gelen çalkantı veya rahatsızlık hakkında iş çevrelerinde dile getirilen itiraz ve açıklamaları derli toplu bir biçimde özetlemiş olmaktadır. Bununla beraber vergilendirme konusu gibi bazı radikal sayılabilecek önerilerinin kapitalizmin ağa babaları nezdinde pek uygun karşılanmamış olduğu muhakkaktır.
.c - Dünya Ekonomik Forumu▲
Bilindiği gibi Dünyanın önde gelen işadamları ve siyasetçileri her yıl İsviçre’nin Davos kentinde bir araya gelirler ve Dünyanın önemli sorunlarını tartışarak saptamalarda, öngörülerde bulunurlar ve kamuoyuna öneriler sunarlar. Dünya Ekonomik Forumu adı verilen bu toplantılarda varılan ve kamuoyuna duyurulan sonuçların hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Bununla beraber buradaki görüşmeler, hem bir taraftan “Güçlüler Kulübü”nün üyelerine ışık tutar, hem de diğer taraftan Dünyanın geri kalan bölümümde yaşayan pasif çoğunluğa geleceğin olası gelişmeleri hakkında, az da olsa bazı bilgi kırıntıları sunduğu için bu toplantıya çok değer verilir. O kadar ki yalnız varılan sonuçlar değil, hangi konuların ele alındığı ve ne gibi görüşlerin ortaya atıldığı hakkındaki bilgiler dahi önem ifade eder
Bu bakımdan, Roubini’den bir yıl sonra ve Piketty’nin kitabının İngilizceye çevrilmesinden iki yıl önce, yapılan Davos 2012 Toplantısındaki oturumlardan birinin
XX. YÜZYILIN KAPİTALİZMİ
XXI. YÜZYILIN TOPLUMUNUDÜŞ KIRIKLIĞINA UĞRATIYOR MU?
başlığını taşıması ve doğrudan kapitalist sistemin geleceğinin sorgulanması çok dikkat çekici idi.
Oysa daha önceleri bu tür sorular sadece Dünya Ekonomik Forumunu protesto etmek için toplanan sol gruplar tarafından dile getirilirdi. Bu gelişmede üç yıl önce, 2008’de yaşanan Büyük Mali Kriz in rolünün olup olmadığı tartışılabilir ise de Davos’da bu konunun gündeme gelmesinin 17 Eylül 2011de ABD'nin finansal kalbi New York Borsasının bulunduğu caddede Wall Street'i İşgal Et” (24) sloganıyla gerçekleştirilen protesto eylemi ile doğrudan ilgili olduğu muhakkaktır. Bilindiği gibi bu eylem sırasında başlıca,
- Dünya çapındaki toplumsal ve ekonomik eşitsizlik
,
- Yolsuzluklar
- Kapitalist iş adamlarının doyumsuz kâr hırsları ve
- Büyük şirketlerin hükümetleri aşırı derecede etkileme gücü
gibi hususlara karşı çıkılmıştı
Davos toplantılarında normal olarak beklenen bu tür eylemlerde ileri sürülen görüşlere karşı bir tutum alınması olduğu halde son yıllarda gelir eşitsizliği ve benzer olumsuzlukların gündeme alındığı görülmektedir. Aşağıda bu çalışmalardan bazılarının satır başları verilmektedir:
2013 Dünya Ekonomik Forumu toplantısında, 2012 toplantısının aksine, kapitalizmin geleceği, servet ve gelirlerdeki eşitsizlik gibi temaların pek fazla gündeme gelmediği anlaşılıyor. :
2014 Dünya Ekonomik Forumu toplantısında küresel ekonomik riskler konusunun ele alındığını ve yapılan incelemede Gelir Eşitsizliği ’nin risk değeri en yüksek konu olarak belirlendiğini görüyoruz. Ayrıca toplantıda 700 uzmanın görüşüne dayanılarak hazırlanmış olan 2014 Küresel Risk Raporu adını taşıyan bir çalışma sunuluyor. Bu raporda:
En zenginler ile en yoksulların gelirleri arasındaki bir türlü kapanmayan uçurumun gelecek onyıl içinde küresel boyutta çok ciddî bir hasar yaratacağının
vurgulanması dikkat çekiyor.
2015 Dünya Ekonomik Forumu toplantısında Piketty’nin açtığı yol izlenerek ekonomik büyüme ile gelir eşitsizliği arasındaki ilişki üzerinde duruluyor ve bu konu birden fazla toplantıda ele alınıyor. Bu toplantıda varılan sonuçlardan birisi şudur:
Hiçbir ülkede kapitalist politikalar belli bir periyotta ekonomik büyümeyi sağlarken aynı periyotta ekonomik eşitsizliğin azalmasını da sağlayamaz. Bununla beraber Kuzey Avrupa ülkelerinde bu konuda az da olsa ilerleme kaydedilmektedir.
Diğer taraftan “Kapsayıcı Büyüme ve Kalkınma Raporu” adını taşıyan bir raporda Toplumsal Açıdan Kapsayıcı Büyüme
“hem zenginlerin hem de yoksulların hayat standardını yükselten büyümedir”
şeklinde tanımlanıyor ve 7 kategori ye ayrılan 140 parametre açısından 112 ülke için oldukça geniş bir istatistik çalışma yapılarak bu ülkeler, ekonomik büyüme ile gelir eşitsizliği arasındaki ilişki açısından sıralamaya tabi tutuluyor. Bu sıralamada Danimarka, Finlandiya, Lüksemburg, Norveç, İsviçre önde geliyor. genel olarak gelişmiş ülkelerde ekonomik büyüme sonunda ortanca (=median) hane halkı gelirinin arttığı, ancak ABD’de aynı olumlu sonucun alınmadığı saptanıyor.. Bu araştırmaya göre Türkiye üst-orta sınıf gelir grubundaki ülkeler arasında yer alıyor
2016 Dünya Ekonomik Forumu toplantısında yine gelir eşitsizliği gözde konulardan birisi idi. Ancak bu toplantının yıldızı 4. Sanayi Devrimi oldu. Önce Dünya Ekonomik Forumu’nun Başkanı Klaus Schwab konuyu takdim eden uzun bir konuşma yaptı.
Bundan sonra ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Kanada Başbakanı Justin Trudeau, IMF Başkanı Christine Lagard gibi politika ve iş dünyasından bir çok tanınmış kişilerin katıldığı bir tartışma oturumu yapıldı.
Dünya Ekonomik Forumu’nun Başkanı Klaus Schwab’ın konuşmasının konunun önemini çok güzel açıklayan ilk paragrafı şöyle idi:
SANAYİ DEVRİMLERİ ▲ |
Birinci Sanayi Devrimi:
Su ve buhar gücü ile Üretim mekanize edildi.
Maddi serveti artırdı, tarımın egemenliğinin sona ermesine neden oldu. Çok önemli sosyal değişikliklere neden oldu. Düşünce alanına ve uygarlığa yeni boyutlar kazandırdı |
ikinci Sanayi Devrimi
Elektrik gücü ile seri üretim başladı.
Verimlik arttı. Sanayileşen ülkelerde, malların fiyatı düştü, yaşam standartları önemli ölçüde yükseldi. İşsizlik fenomeni ortaya çıktı. |
Üçüncü Sanayi Devrimi
Elektronik ve bilişim teknolojileri ile üretim otomatize edildi.
İkinci sanayi devriminin yarattığı etkiler artarak devem etti. Pek çok üretim malları değer kaybetti. Kazanç bayrağı dijital teknolojilerin eline geçti. İşsizlik arttı, toplumsal huzursuzluklar baş gösterdi. |
Dördüncü Sanayi Devrimi
Dijital devrimin gerçekleştirildiği Üçüncü Sanayi Devrimi temel alan bu devrimin en önemli özelliği fiziksel, dijital ve biyolojik bilim alanlarının sınırları silikleşmesi oluyor.
Devrimin neler getireceği henüz belli değil. Dijitalleşmenin etkisi iyice yaygınlaştı. Dünyayı ve insanları değiştirdi. İletişimde büyük gelişmeler yaşandı, Küreselleşme, Dış kaynak kullanımı iyice hızlandı.
|
"Şu anda Yaşamımızı, işimizi, aramızdaki ilişkileri temelden değiştirecek bir teknolojik devrimin eşiğinde duruyoruz. Bu dönüşüm, ölçüsü, kapsamı ve karmaşıklığı bakımından, insanlığın bugüne kadar gördüklerinin hiç birine benzemeyecek. Ortaya çıkınca neye benzeyeceğini henüz bilmiyoruz; ama bir husus çok açık: buna verilecek karşılık, küresel anlamda bütünsel ve kapsayıcı olmalıdır; yani kamu ve özel sektörlerin, akademik çevrelerin ve sivil toplum kuruluşlarının bütün yönetici kadrolarını bağlayan bir tutum devşirilmelidir”
.d - Antalya B.20 Zirvesi▲
Dünyanın en büyük 20 ekonomisini oluşturan G20 Zirvesi bu yıl Türkiye’nin dönem başkanlığında 15-16 Kasım tarihlerinde Antalya Belek’de düzenlendi. Zirve öncesinde iş dünyası B20 toplantısında bir araya geldi. Bu toplantıda Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi Ali Koç çok dikkat çekici bir konuşma yaptı. Kamu oyunda geniş yankı uyandıran bu konuşmada yer alan çarpıcı ifadelerden bazıları şöyle: ,
“Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. (Ama) gerçek sorun kapitalizmdir”
"Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. "
"Küreselleşmenin insan tarafı yok"
"İkinci Dünya Savaşı'ndan beri en büyük göç dalgasıyla karşı karşıyayız. 60 milyon insan evini terk etti ve kötü insan hakları altında düşük ücretlerle çalışmaya hazırlar. Dünyada özgür olarak dolaşamayan tek unsur insan."
" İkinci Dünya Savaşı'na göre gelirler 50 kat arttı, ancak gelir dağılımına bakıldığında büyük bir ayrım olduğu görülüyor.
Eşitsizliği asgari düzeye indirmek için yapılacak çok fazla senaryo var. Paradigmalar değişmeli"
.V - Quo vadis? (Nereye Gidiyoruz?) ▲
.a - Yol Ayrımı▲
Yukarda II. Dünya Harbinden sonra Keynesçi politikaların revaçta olduğu yıllardan başlayarak günümüze kadar geçen zaman parçası içinde servet ve gelirlerin sermaye sahipleri ile emekçiler arasında nasıl bölüşüldüğü konusunda, yüzeysel bir ufuk turu yapmaya çalıştık. Bu ufuk turu yaklaşık 70 yılı kapsıyordu. Bu zamanın son 30-35 yılında büyük ölçüde neo-liberal politikalar uygulanıyordu. Bu arada bazı önde gelen akademi, iş ve bilim insanlarının bugünkü kapitalist sistem ile ilgili değerlendirmelerine göz attık.
Bu değerlendirmeler herhangi bir sıra gözetilmeden şu önermelerle özetlenebilir:
Zenginlerin servetleri gittikçe daha hızlı birikmekte bu yüzden eşitsizlik gittikçe artmaktadır
Zenginler ile yoksulların gelir ve servetleri arasındaki uçurum gittikçe derinleşmektedir. Bu, yakında toplumda büyük hasar yaratacaktır.
Bugün dünyanın her bölgesinde yaşanmakta olan huzursuzluk, karışıklık ve ayaklanmaların asıl nedeni eşitsizlik, yoksulluk ve işsizliğin gittikçe artmasıdır.
Kapitalist sistemde servet ve güç sürekli olarak fakir veya orta sınıf halktan alınıp zenginlere aktarıldığı için Marx’ın sözünü ettiği Büyük Krize (Katastrof Final)
Kapitalist sistemin XX. Yüzyılda uygulanan şekli XXI. Yüzyılda yeşeren beklentileri karşılayamamaktadır.
Ekonomik büyümenin gelir dağılımına etkisi mutlaka dikkate alınmalıdır.
Ekonomik Büyüme kapsayıcı olmalıdır, yani zenginlerin gelir ve servetlerini artırırken yoksulların da hayat standardını yükseltmelidir.
Yürürlükteki liberal görüş artık terk edilmelidir.
Şu anda yaşamımızı, işimizi, aramızdaki ilişkileri temelden değiştirecek bir teknolojik devrimin eşiğinde duruyoruz.
Yukardaki saptamalara bakınca artık bugün bu macera, yani neo-liberalizm, sona eriyor gibi görülüyor. Ya da başka bir deyişle, galiba şimdi bir yol ayrımına veya en azından bir yeniden değerlendirme noktasına gelmiş bulunuyoruz.
.b - Tercihin Anlamı▲
Bu saptama doğruysa, bilmeliyiz ki bu yol ayrımında seçilecek yol veya ortaya çıkacak tercih
yalnız ekonomik sistemin işleyişini değil insanlığın da geleceğini belirleyecektir.
Bu önermeyi yukarda sözünü ettiğimiz nedensellik ilkesinden yararlanarak doğrulayabiliriz. (25) Marksist teoride ise bu alanda başka bir terminoloji tercih edilmektedir: Altyapı kurumları, Üstyapı kurumları.Çünkü bilindiği gibi, bu teoriye göre toplum, altyapı ve üstyapı olarak iki parçadan oluşur. Altyapı kurumları ile üstyapı kurumları karşılıklı etkileşim halindedirler. Bununla beraber altyapının her zaman üstyapıyı belirlediği kabul edilir.
Bu açıklama, önümüzdeki yol ayrımında sapılacak yolda, neo-liberal politikalar yerine yürürlüğe konacak ekonomik uygulamanın (sistemin), aynı zamanda geleceğin toplumlarında kültür, sanat, bilim, felsefe, din, ahlâk, hukuk gibi üst yapı kurumlarını da, yani insanı insan yapan bütün özellik ve nitelikleri de belirleyeceğini açıkça göstermiş olmalıdır.
.c - Gerekçeler ve Sorular▲
Bugün neo-liberal politikaların gözden geçirilmesi ihtiyacı toplumların her kesiminde aduyuluyor, ama her kesimin gerekçelerinin farklı olduğu dikkatten kaçmamalıdır. Örneğin kapitalistler kesiminin (yani büyük şirketlerin ortakları ve yöneticilerinin) yürürlükteki politikalar sayesinde gerçekleşmiş olan büyüme oranından oldukça memnun oldukları anlaşılıyor. Buna karşılık bu kesim talep artışındaki yavaşlamanın ekonomide kriz yaşanmasına neden olabileceğinden endişe ediyorlar. Bu yüzden de yürürlükteki politikaların uygunluğunu sorguluyorlar.
Emekçiler kesimine gelince, bunlar öncelikle gelirlerindeki artışın yetersizliğinden sonra da kamudaki kemer sıkma politikalarının sosyal devlet kavramını kemirmekte olmasından şikâyetçidirler. Bu yüzden de ekonomik politikaların değişmesini talep ediyorlar. Bu durumu şu halk deyimi çok güzel açıklamaktadır:
“Koyun can derdinde, kasap et derdinde”.
Bu durumda değişim isteğinin nedeni ne olursa olsun neo-liberalizm yerine konulacak ekonomik düzen bağlamında şu sorular ortaya çıkıyor:
- Ne yapılabilir?
- Nasıl yapmalı?
- Kim karar vermeli?/li>
.d - Seçenekler▲
Son sorudan “Kararı kim verecek?” sorusundan başlayalım. Burada başlıca seçenekler şunlar:
- Seçenek 1: Karar vericiler (yöneticiler) demokratik süreçlerin işlemesi yoluyla seçilir.
- Seçenek 2: Karar vericileri ekonomik gücü elinde tutan grup yani oligarşi verir.
(26)
- Seçenek 3: Toplumda bir tür başkaldırma ya da uyanma olur; karar verme gücü el değiştirir.
Bu üç şıktan hangisinin geçerli olacağını tespit için olmayana ergi yöntemini kullanırsak, hemen görürüz ki üçüncü şık bugünün dünyasında pek mümkün değildir. Çünkü. Egemen Güçlerin ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel vb alanlarda sahip oldukları güç ve yetki birikimi, özellikle geniş halk katmanları nezdindeki itibar ve etkisi ve ayrıca medya sahip ve çalışanları üzerindeki baskı ve hakimiyeti bu tür bir gelişmeye kolay kolay izin vermeyecektir.
Geriye kalan iki şıktan hangisinin geçerli olacağı ülkeden ülkeye değişebilir. Çünkü burada her ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel vb koşullar rol oynayacaktır. Konuya daha yakından bakalım:
Bu karar vericilerin belirlenmesinde tabii ki görünüşte(!)demokrasi dışında bir yola başvurulması söz konusu olamaz. Ama hemen her siyasal rejimde “egemen güçler” in sürekli olarak demokratik süreçlerin işleyişini çeşitli araçlarla denetlemeye ve yönlendirmeye çalışacağı gözden kaçmamalıdır. Buna karşı da ülkeden ülkeye yetkinliği ve etkinliği değişen “aydınlanmacı, özgürlükçü güçler direnmeye ve ezilen kesimin haklarını savunmaya çalışacaklardır. Kararın ne kadar demokrasi kurallarına uygun olarak oluşacağını, yani kararı aslında halk çoğunluğunun mu, yoksa egemen güçlerin mi vereceğini bu iki güç grubu arasındaki “ “çatışma” veya “ “uzlaşma” belirleyecektir.
Diğer taraftan bu bağlamda şu tespitin yapılmasının da zorunlu olduğunu düşünüyorum.
BUGÜNÜN TEK KUTUPLU DÜNYASINDA, ÖNEMLİ KARARLARDA ABD BAŞI ÇEKER, AVRUPA ÜLKELERİ VE DİĞER GELİŞMİŞ ÜLKELER ONU İZLER. ÇEVRE ÜLKELERİ İSE BU KARARI HİÇ ÇEKİNMEDEN UYGULAMAYA KOYARLAR, ÇÜNKÜ ONLARA GELİNCEYE KADAR O KARAR ADETA AKSİYOM HALİNE GELMİŞTİR
.e - Post Kapitalist Dönem Senaryoları▲
Bu Çatışma veya Uzlaşma sonucunda üç ayrı senaryoya göre Tutucu, Reformcu veya Köktenci olarak nitelenebilecek üç ayrı sistem veya model ortaya çıkacaktır: Şimdi kısaca bu üç olasılığı irdelemeye çalışalım:
. Tutucu Model ▲
Bu modele “yeni”- Neo-liberalizm de denebilir. Bu senaryoda,
- Egemen Güçler, kararsızlık, duraksama, aldırmazlık, vb nedenlerle yürürlükteki sistemin devam etmesinde büyük bir sakınca görmezler.
- Aydınlanmacı ve Özgürlükçü Güçler eşitsizlik ve diğer olumsuzluklar konusunda fazla gürültü çıkaramaz yani Sessiz Çoğunluk sessizliğini korur
Bu senaryo ile şu anda yaşanmakta olan durumda pek fazla değişiklik olmayacaktır. Yani neo-liberal sistem, belki bazı kozmetik değişiklikler yapılarak, devam edecektir.
.(ii) Reformcu model▲
Mevcut sistemde emek kesimi ve halk kitleleri lehine bazı önemli düzeltmeler yapılabilir. O zaman bu model bir tür “Sosyal Demokrasi” senaryosu haline gelir. Bu senaryoda
- Aydınlanmacı ve Özgürlükçü Güçler (İşçi Sendikaları ve diğer Sivil Toplum Kuruluşları), halk katmanlarının ve Emek Kesiminin taleplerini daha net ve kuvvetli bir biçimde ortaya koyarlar.
- Egemen Güçler durumu yeni bir değerlendirmeye tabi tutarlar ve bu taleplere kulak vermenin daha doğru ve/veya kendileri için daha yararlı olacağı sonucuna varırlar.
Gerekçesi ne olursa olsun bu modelde açık veya zımnî bir uzlaşıya varılır; eşitsizlik ve diğer olumsuzlukların azaldığı, daha halktan yana bir düzen geçerli olur. Bu düzende:
- Devletin ekonomiye müdahale edebileceği kabul edilir.
- Makro planda ekonomide Keynesçi görüş hâkim olur.
<
- font color=#FF0000>Vergilendirme politikalarında gelirin yeniden bölüşümünü amaçlayan düzenlemelere yer verilir.
- Refah Devleti gibi toplumcu bakış açısı ile gelir eşitsizliğini azaltmaya yönelik Bütçe politikaları uygulanır.
- Örgütlenme özgürlüğü, toplu sözleşme, grev hakkı gibi Emek Yanlısı Düzenlemeler yapılır.
Örneğin II. Dünya Savaşını izleyen onyıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nde (SSCB) uygulanmakta olan sistemin, yani Komünizmin diğer ülkeler için, yani o zamanki deyim ile Hür Dünya için arz ettiği büyük tehdidi karşılamak ve etkisiz kılmak amacıyla, kapitalizmin “sivri yönleri” nin törpülenmesine, emek kesiminin bazı taleplerinin karşılanmasına yol açan bir değerlendirme yapılmış, bir uzlaşı doğmuş ve bu hava 1970’li yılların ilk bölümüne kadar sürmüştü.
Bu dönemde gerçekleştirilen yeniliklerin veya iyileştirmelerin yarattığı mutlu ve huzurlu döneme class=texbgr> Altın Çağadı veriliyor. Günümüzde de komünizmin yayılması tehlikesi kadar olmasa bile, sistemden kaynaklı dengesizlik ve huzursuzlukların yarattığı olumsuzluklar yaşanmakta, hem emek hem de sermaye kesiminden şikayetler yükselmektedir. Benzer nedenler benze sonuçlar doğurur ise bu olumsuzluk ve şikayetlerle baş etmek için de benzer düzenlemelerin yapılması olasılığı çok yüksek olmalıdır.
Bu takdirde
- Bir taraftan gelir eşitsizliğinin azaltılacağı,
- Diğer taraftan da ekonomik büyümenin hızını artacağı
- Böylece ekonomik krizin öteleneceği,
yani Dünyanın bir süre (diyelim iki onyıl) rahat nefes alacağı beklenebilir.
Bununla beraber uygulamada iki ayrı alanda olumsuz gelişmeler olabileceği şimdiden öngörülmelidir:
- Zaman geçtikçe Parasız sağlık hizmeti, parasız eğitim olanağı kamuya ek giderler yükleyecek, katılımcı demokrasi, siyasal hesap verebilirlik gibi yöneticilere açısından güçlükler yaratacak istekler/b> artacak ve yaygınlaşacaktır. Bu ise bir taraftan parasal dengelerin bozulması, diğer taraftan sosyal uzlaşının tehlikeye düşmesi ihtimalini doğurabilecektir.
- Kapitalizmin iç dinamiklerinin doğuracağı sıkıntıları gidermede eldeki araçlar ( yani Keynesçi Politikalar, Maliye Politikaları vb) belli bir aşamadan sonra yetersiz kalabilir. Bu taktirde iktidar sahipleri sözü edilen sıkıntılara çare ararken, gelirlerin yeniden bölüşümü, sosyal uzlaşı, vergi adaleti gibi sistemi ayakta tutan bazı temel kurumların şurasından burasından kemirilmesine yol açacak bazı düzenlemelere yönelebilirler.
Sonuçta tekrar geriye dönülebilir.
.(iii) Köktenci Model ▲
Bu modelin iki ayrı versiyonu olabilir: Toplumcu yaklaşım veya yeni paradigma. Köktenci yaklaşım bugün büyük ölçüde oligarşinin sahip olduğu karar verme gücünün el değiştirmesi ve buna bağlı olarak da siyasal, ekonomik, sosyal sistemlerin yeniden düzenlemesi, hatta kültürel ögelerin yeniden oluşması demektir. Bu yaklaşımın gerçekleşmesinde iki ayrı varsayım ve bu varsayımlara göre kurgulanacak iki ayrı senaryo düşünülebilir.
.Birinci Senaryo▲
Bu senaryoda Dördüncü Sanayi Devriminin tüm unsurları ve sonuçları ile gerçekleşeceği varsayımından hareket edilir.
Buna göre Dördüncü Sanayi Devrimi hayata geçtiğinde üretim paradigması ile birlikte, doğal olarak ekonomik sistem de değişecektir. Ama değişiklik burada kalmayacak yine doğal olarak ekonomik sistem ile birlikte siyasal, sosyal, kültürel diğer bütün sistemler yeniden kurulacak, gerçekten yeni bir dünya doğacaktır.
Bu öngörü “üretim sisteminin alt yapı, diğer sistemlerin ise üst yapı kurumu olduğu ve üst yapının daima alt yapının etkisinde kalacağı şeklinde” özetlenen ve bugün artık büyük ölçüde genel kabul gören Marksist kurama dayanmaktadır. (Bknz. I-b, V—b, Şekil 4),
Bununla beraber halen Dördüncü Sanayi Devriminin alacağı nihaî şeklin ne olacağı, dünyanın nerelerinde ve ne zaman hayata geçeceği bilinememektedir. Bu yüzden bu senaryo üzerinde fikir yürütmek, görüş bildirmek için henüz erken olduğu kabul edilmelidir
Dördüncü Sanayi Devriminin üretim paradigması ve ardılları dışında kalan bir başka alanda da önemli bir değişiklik getirecektir ki bu değişiklik doğrudan siyasal kararları verme süreçleri ile, yani demokratik sistem ile ilgilidir. Gerçekten Dördüncü Sanayi Devrimi gerçekleştiğinde akıllı makinelerin ve yeni algoritmaların devreye girmesi ile bilişim ve iletişim teknolojilerinin erişeceği yüksek güvenirlik, hız ve netlik halkın kararlara katılımının sadece yöneticilerin seçilmesi ile sınırlı olması zorunluluğunu ortadan kaldıracak, her önemli kararda halkın görüşünün alınması veya oyuna başvurulması mümkün olacaktır.
…George Orwell: 1984
. |
1949'da yayınlanmış olan bu kitap karşı ütopya janrının önde gelen örneklerinden biridir. Totaliter merkezî tek partinin yönetiminde korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk ve hayat manipüle edilmektedir. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü bir hayattan bahseden oldukça heyecanlı ve sürükleyici bir hikâye anlatılan kitapta geçen Büyük Birader sözcüğü günümüzde de revaçta olan bir kavram olmuştur.
Düşünce Polisi nin “çiftdüşün” tekniği ile karşıt kavramları bir arada kullanması yoluyla kişinin bariz bir gerçeğe aykırı bir görüşü kabul etmesi istenir. Çünkü merkezî partiye bağlılığını göstermesi için insanın gerekirse akla aykırı olanı bile doğru bellemesi gerekmektedir. (31)
Aldous Huxley: Cesur Yeni Dünya
Romandaki olaylar otomobil fabrikatör Ford’dan sonraki 26. yüzyılda Londra'da geçmektedir. Üreme teknolojisi, uykuda öğretim vb sayesinde toplum değiştirilmiş, insanlık sağlıklı, teknolojik açıdan gelişmiş hale gelmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiş, tüm ırkların eşit olduğu ve herkesin mutlak olarak mutlu olduğu bir dünya oluşmuş fakat, tüm bunlar özgürlük gibi birey için çok önemli olan birçok değerin yok edilmesi, kaldırılması ile başarılmıştır;
(32)
| | |
Bugün bu yaklaşımın ABD’ de Minnesota Eyaleti , (28) ülkemizde ise Yalova Belediyesi (29) gibi yerlerde çok başarılı örnekleri uygulanmaktadır. Bu uygulamanın ülke çapında yaygınlaşması halinde Eski Yunan’daki Doğrudan Demokrasiye benzer bir sistem ortaya çıkacaktır. Bu takdirde bütün sistemlerde köklü değişiklikler olacak, doğal olarak kapitalist sistem de evrilecektir.
Tabii bu evrilmenin halktan yana bir siyasal rejimin ve ekonomik sistemin kurulmasına yol açacağı ümit ediliyor. Bununla beraber bilişim ve iletişimin erişeceği yüksek imkanların bir şekilde otokratik bir yönetimin eline geçebileceği gibi kötü olasılığı da pek ihtimal dışı görmemek gerekir. Bu konuda biraz fikir sahibi olmak için karşı ütopya (30)
edebiyatının iki güzel örneğine bakılabilir: (Bknz. Yandaki kutucuk)
.İkinci Senaryo: ▲
Bu senaryoda önce, karar verme gücünün el değiştirmesi ile ilgili olan değişken ve parametreler dışında kalan bütün değişken ve parametreler için ceteris paribus (Diğer tüm koşulların sabit kalması) varsayımı kabul edilir. Bu senaryonun işlerlik kazanması için ayrıca
- Toplumun aydınlanmasını yani özgür düşünceyi ve düşünce özgürlüğünü sağlayan toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel bir ortamın bulunduğunun,
- Halkın tüm görüş, istek ve özlemlerinin siyasal karar platformlarına aynen ve tümüyle yansımasının önünde duran bütün oligarşik baskı yöntem ve araçlarının ortadan kalkmış olduğunun
varsayılması gerekmektedir.
Dünyanın bugün içinde bulunduğu koşullar dikkate alındığında görünür bir gelecekte bu iki varsayımın gerçekleşebileceğinin hayal bile edilemeyeceği söylenebilir. O halde bu senaryonun hayata geçeceğinden ümit kesilmelidir.
Zaten bu varsayımlar doğrulandığında ortaya çıkacak sistemin toplumun önemli bir kesimi için hiç memnuniyet verici olmayacağını söyleyebiliriz. Çünkü Köktenci Değişim denince pek çok çevrede hemen sosyalizm,sosyalizm denince de Sovyet Rusya’da ve Doğu Avrupa’da yaşanan ve Berlin Duvarının yıkılışı ve Sovyet İmparatorluğunun Dağılışı ile sona eren “kötü” deneyimler akla gelir. Bu yüzden kapitalizm sonrası dönemde kazara sosyalizme geçilirse bunun insanlığa hiç de mutluluk getirmeyeceği kanaati yaygındır.
Bununla beraber bugün sol kanat düşünürleri başta olmak üzere, bazı ekonomistler ve siyasetçiler
- Bugün carî olan toplumsal, kültürel koşulların ve başta iletişim ve bilişim olmak üzere teknolojik imkanların geçen yüzyıldakinden çok farklı olduğu
- Rusya ve Doğu Avrupa’da yaşananlara insanlığın çok önemli bir deneyimi olarak bakılması gerektiği
gibi düşüncelerle konuyu daha soğukkanlı bir yaklaşımla yeniden değerlendirmeye çalışılmaktadırlar. Bu değerlendirmede özellikle,
- Vuku bulan olay ne idi? Yıkılan siyasal kadro muydu, siyasal rejim miydi, ekonomik sistem miydi?
- Bu ülkelerde kurulmuş olan sistem ne idi, gerçekten sosyalizm mi idi?
- Başarısızlık doğrudan sistemin içinde gömülü olan çelişkilerden mi doğuyordu?
- İletişim ve bilişim teknolojilerinin yetersizliğinin rolü ve payı ne idi?
- Başarısızlıkta yöneticilerin rolü ve payı ne idi?
- Bu kötü sonda Batı devletlerinin hasmane politikalarının ve ideolojik karşı düşüncelerin etkisi oldu mu?
- Halkın kültür ve ahlâk anlayışının ve insanın doğal yapısının rolü ve payı nedir?
gibi sorulara cevap aranmaktadır.
.f - Retorik ve Gerçek▲
Yukardaki retorik gibi duran sorulara yeni değerlendirmeler çerçevesinde verilebilecek cevaplar aşağıda özetlenmeye çalışılmaktadır:
Soru: Vuku bulan olay ne idi? Yıkılan siyasal kadro muydu, siyasal rejim miydi, ekonomik sistem miydi? | Cevap: Vuku bulan olay totalitarizme başkaldırma idi. Kötü yönetim ve kötü yöneticilerin etkisiz kılınması amaçlandı. Sonunda ekonomik sistem değil siyasal rejim mahkûm oldu. |
Soru: Bu ülkelerde kurulmuş olan sistem ne idi, gerçekten sosyalizm mi idi? | Cevap: Rusya’da ihtilalin ilk yıllarındaki Savaş Komünizmi adı verilen çok kısa dönem hariç tutulursa Sovyetler Birliğinde uygulanan sistem sosyalizm olarak adlandırılamaz. |
Soru: Başarısızlık doğrudan sistemin içinde gömülü olan çelişkilerden mi doğu
yordu? | Cevap: Başarısızlıkta ideolojiden kaynaklanan dogmatik saplantılar gibi sisteme özgü kusurların rol oynadığı muhakkaktır. Örneğin işletmelerde başarının değerlendirilmesinde kâr kavramı kullanılamadığı için üretimde büyük dengesizlikler doğmasına göz yumuluyordu. Bununla beraber bütün suç bu kusurlara yüklenemez. |
Soru: Başarısızlıkta iletişim ve bilişim teknolojilerinin yetersiz¬li¬ğinin rolü ve payı ne idi? | Cevap: Merkezi planlamanın yürütülmesi için uygun bir matematik model kurulması, bu modelin doğru çalışması için de çok uzun ve karmaşık hesaplamalar yapılması, yani güçlü bilgisayarlar kullanılması gerekmekteydi. Oysa o yıllarda bilişim teknolojileri emekleme çağındaydı. Kaldı ki Merkezî Ekonomik Planlamada kullanılan hesaplama araç ve algoritmaları o zaman dünyada varılmış olan düzeyin bile çok altında idi |
Soru: Başarısızlıkta yöne
ticilerin ve yönetim sisteminin rolü ve payı ne idi? | Cevap: Zaman içinde, durmadan küçük küçük iyileştirme çabaları sarf edilmesi ve en az bir kez büyük bir reform atılımı yapılmış olması, hem yönetim sistemlerinin, hem de yöneticilerin yetersizliğini açıkça göstermektedir. |
Soru:Bu kötü sonda Batı devletlerinin hasmane politikalarının ve ideo¬lojik karşı düşüncelerin etkisi oldu mu? | Cevap: Başta ABD olmak üzere bütün “Hür Dünya” ülkelerinin mümkün olan her yöntemle ve her alanda hasmane politikalar yürüttükleri inkâr edilemez. Özellikle ABD’de bu amaç için çok büyük düşünsel ve parasal kaynaklar ayrılmıştı |
Soru: Halkın kültür ve ahlâk anlayışının ve insanın doğal yapısının rolü ve payı nedir? | Cevap: Bir ülkede herhangi bir toplumsal veya ekonomik sistemin doğru ve düzgün işlemesi için ülke yöneticilerinde ve halkta bulunması gereken özellik ve nitelikler kolayca sıralanabilir. Sovyetlerdeki uygulama bu açıdan değerlendirildiğinde, başlangıçtaki duygusal ortamdan kaynaklanan oldukça olumlu koşulların zaman geçtikçe yozlaştığı, hatta son dönemlerde iyice bozulduğu görülür. |
Herhalde bu soruların neden retorik diye nitelendirildiği hemen anlaşılmıştır. Zaten soruların amacı yerleşmiş yaygın kanaatin aksinin de doğru olabileceğini göstermekti.
.g - Karşı Cephe ▲
Şimdi de kapitalist sistem ile ilgili birkaç retorik soruya bakalım:
- Kapitalizm, bireyin bağımsızlığını korumada yeterli oluyor mu?
- Özel mülkiyet kişi özgürlüğünün genişlemesinde büyük rol oynar mı?
- Toplum ve kişi ahlâkı nın gelişmesinde rekabet ortamı çok yararlı oluyor mu?
- Kapitalist sistemde görülen sürekli teknolojik gelişmede, itici güç olarak kazanç hırsının, entelektüel merak duygusundan üstün olması bilimin ilerlemesine yardımcı olur mu?
- Mevcut durum ve koşullar, Kapitalist sistemde değişiklik yapılması arzu ve özlemini destekliyor mu?
Biraz dikkat edilirse bu soruların da hemen hepsinin yanıltmacalı
(33)
Soruyu Doğru Sayma
(34)
denen türden sorular olduğu görülür. Öyle ki soruyu olumlu bir önermeye dönüştürürseniz fazla zihnî çabaya gerek kalmadan cevabı bulmuş olursunuz. Ki örneğimizdeki sorular dikkatle incelenirse bu sorulara verilebilecek cevapların hemen hepsinin kapitalizmi eleştirenlerin iddialarının pek haksız olmadığı görülebilir..
.h- Gerçek Ne? ▲
Görüldüğü gibi bulunulan konum ve bakış açısı toplumsal ve siyasal olaylar ile ilgili değerlendirmeleri ve yargıları çok etkilemektedir. Eşref-i Mahlûkat
(35)
olarak adlandırılan insanın en önemli amaçlarından biri hakikati aramak olduğuna göre konuya biraz daha yakından ve yansız bakmaya çalışalım:
Seçeneklerden ve senaryolardan bahsettik. Şimdi de geçmişte yaşananları değerlendirerek geleceğe yönelik bazı öngörülerde bulunmaya sıra geldi. Çünkü Kapitalizmin ve İnsanlığın Geleceği Üzerine konuşmak üzere yola çıkmıştık.
Sözünü ettiğimiz her üç modelde de amaç ekonomik denge ve toplumsal huzuru sağlamak. Bugünkü koşullarda tutucu model, yani mevcut durumun bazı kozmetik düzeltmeler yapılarak yola devam edilmesi en büyük olasılık olarak görülüyor. Ancak bunun pek kalıcı olmayacağını gördük. Diğer iki modelin kalıcı çözümler sunacağını da pek ummamak lazım. Çünkü herhangi bir düzen uygulamaya konulduğunda, sanki termodinamiğin ikinci yasası
(36)
burada da geçerliymişçesine, kısa veya uzun bir süre sonra hem ekonomik denge, hem de bunun sonucu olarak toplumsal huzur bozulmaya yüz tutuyor. Her üç modelde de zaman geçtikçe artan bu olumsuzluk ve düzensizliğin
(37)
birden çok nedeni olduğu da görülüyor.
Biraz önce hem Sovyetler Birliğinde yaşanmış olan büyük deneyim, hem de bugün içinde bulunduğumuz neo-liberal yaftalı kapitalist sistemi irdeleyen retorik, yani cevabı içinde gömülü sorular sorarak bir sonuca varmaya çalıştık. Bu soruların içinde gömülü cevapları herkes kendi görüşüne göre değerlendirebilir. Ben kendi hesabıma her iki modelde de mutluluk ve huzurun anahtarının toplumda egemen olan kültür ve ahlâk anlayışında olduğuna inanıyorum.
Yine inanıyorum ki, ilk bakışta göze çarpmasa bile gerek yöneticiler ve gerek halk nezdinde yapılacak derinlemesine bir inceleme sonunda asıl belirleyici olumsuzluk faktörlerinin
- Daha çok kazanç,
- Daha büyük güç ve
- Daha yüksek statü
gibi insanî hırs ve arzuların olduğu görülecektir.
Aslında galiba bu tespiti yapmak için pek fazla araştırma yapmaya da gerek yok, etrafımıza bir göz atmak yeterli olacak:
- Gerçekten, her yaşta ve her konumda; kadın, erkek bütün insanlar birbirleriyle sürekli yarışır durumdalar.
- Hiç biri bulunduğu yeri ve eriştiği aşamayı yeterli görmüyor.
- Hele gençler ve çocuklar, adeta. Antik Roma’da Arenaya atılmış esir gladyatörler gibi canları dişlerinde o sınavdan bu sınava koşuyorlar Y kuşağı, x kuşağı, z kuşağı hem kuşaklar arası hem aynı kuşak içinde kıyasıya rekabet.
.f - Peştamal Kuşanmak▲
Bu konuşmada ekonomik sistemleri irdelemeye çalıştık. Oysa görülüyor ki
temel konu sistem değil insandır.
Bakın Albert Einstein bu durumu “Niye Sosyalizm” başlıklı makalesinden alınan şu paragrafta nasıl tanımlıyor:
“Gelecekteki kariyerini hazırlamak için gözü doymaz başarı ilâhına tutkuyla tapması öğretilmiş olan öğrencilerin kafasına abartılı bir rekabetçilik adeta çiviyle çakılmış. Kapitalizmin en büyük kötülüğü bence bireyleri böyle sakatlamasıdır. Bizim bütün eğitim sistemimiz bu belânın ıstırabını çekiyor.
Büyük dâhi bu alanda da dâhice bir sezgi ile gerçeği görmüş; sorunun kaynağını bize ne güzel açıklıyor. Gerçekten bugün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde genç, yaşlı; kadın, erkek bütün insanların tam güçleriyle başarı ve rekabete odaklanmaları ne acı. Bu üzücü durum daha çok sanayi devriminin insanlığa“hediye”.(?!) ettiği kapitalizm ile başlamıştı.
Daha önce de kazanç hırsı, maddî olanaklara sahip olma isteği yok değildi ama aşırılık yoktu, arzularını gerçekleştirmek için kendini helâk edecek derecede çalışma tutkusu yoktu. Zaten bu kadar çok ve çeşitli mal ve hizmet yoktu. İnsan tabiatında zaten var olan kıskançlığı coşturacak şeytanî düzen kurulmamıştı. Gerek Orta Çağ Avrupa’sında ve gerek Osmanlı’da insanlar sadelik, huzur ve güven içinde belki yoksul ve yoksun ama oldukça mutlu bir hayat sürüyorlardı.
Bu topraklarda LONCALAR, loncaların bir araya geldiği çarşılar, arastalar, bu çarşı ve arastalarda hüküm süren örf ve âdetler vardı. Örf ve âdetlerin başta gelen unsurları dürüstlük, doğru sözlülük ve kanaatkârlık olurdu. Küçüklerin gençlere, büyüklerin ihtiyarlara saygı gösterdiği, herkesin birbirine sevgi beslediği bu ortamda, çırak, bir usta yanında belli bir süre çalışarak hem istenen beceriyi kazanır hem de manen de beklenen olgunluğa erişirse kalfalığa terfi ettirilirdi.
Bu terfi işlemi yöreye ve o yörede yaygın olan töreye göre değişen bir tören ile gerçekleştirilirdi. Örneğin Ahîlikte çırağın 7 kapıyı açıp 7 kapıyı kapadığı kanaatine varılınca icra edilen bu törene Peştamal Kuşanma adı verilirdi.
Bu tören artık uygulanmıyor olsa da ifadesi Anadolu’da pek çok yerde halâ kullanılıyor. Örneğin Orta Anadolu’da bir kasabada dolaşırken halâ
“Duydun mu falancanın oğlu geçen hafta başkalığını almış, peştamal kuşanmış”
gibi sözler kulağınıza çalınabilir.
Acaba bu ifade kullanıldığında bugün de bir çırağın kalfalığa geçmesi için kazanması gereken dürüstlük, doğru sözlülük ve kanaatkârlık gibi iyi huy ve alışkanlıkları elde etmiş olduğu kastediliyor mudur?
Emin değilim!
Ama kalfaların peştamal kuşanmadan önce erişmesi beklenen dürüstlük, doğru sözlülük ve kanaatkârlık gibi erdemlerin yani Güzel Ahlâkın bütün halkımız ve özellikle de Egemen Güçler Kesimi tarafından benimsenmesini ve hatta derinlemesine özümsenmesini yürekten arzuluyorum.
Niçin mi?
- Çünkü İnanıyorum ki İnsanlığın kurutuluşu buradadır
- Çünkü inanıyorum ki bugün gelişmiş, az gelişmiş, zengin, fakir bütün toplumlara hâkim olan acımasız, karanlık, çatışmacı tutum ve davranışlar, önce ülkemizin, sonra dünyanın iyiliği, esenliği ve mutluluğu için artık son bulmalıdır.
- Çünkü inanıyorum ki İnsanlığın yeryüzünde altı bin yıldır geçirmekte olduğu uygarlık macerası sonunda elde ettiği belki en önemli en önemli kazanım olan erdemli, aydınlıkçı, özgürlükçü, barışçı görüşün ve bunun ardılı olan sevgi ve kardeşlik duygusunun artık bu Güzel Dünyaya egemen olma zamanı gelmiştir.
- Çünkü inanıyorum ki bu inkılâp ancak erdemli, aydınlanmacı, özgürlükçü güçler durumdan vazife çıkararak yeryüzünde Güzel Ahlakı egemen kılmayı görev olarak üstlenirlerse mümkün olacaktır.
Tabii bu kolay olmayacak. Emek ve zaman gerekecek. Ama bu uğurda bilinçle ve inançla çaba harcanıp sebatla çalışılırsa niye olmasın!
Burada bazı okurların alaycı, küçümseyici dudak bükmelerini görür gibiyim. Çünkü galiba şöyle düşünüyorlar:
- Devlet (=Egemen Güçler)mutlaka karşı olacak ise, bireysel çabalarla ya da belki birkaç Sivil Toplum Kuruluşunun eylemleri ile nereye kadar gidilebilir?
- Egemen güçler in eylemsiz kalacakları varsayılsa bile Erdemli, aydınlanmacı, özgürlükçü güçler, büyük kısmı bağnazlık derecesinde tutucu olan halka nasıl ulaşacaklar? Nasıl ikna edecekler?
Deyim yerindeyse bu AHLAK MEYDAN SAVAŞI nasıl kazanılacak?
Bu karamsar okurlara Nemrud’un Hazreti İbrahim’i yakmak için hazırladığı ateşi söndürmek amacıyla ağzıyla su taşıyan karıncanın kendine gülen arkadaşına verdiği cevabı tekrarlayacağım.:
– Olsun, hiç olmazsa hangi yolda olduğum anlaşılır ya!
D İ P N O T L A R |
(2) | Is Capitalism Doomed? Bknz. https://www.project-syndicate.org/commentary/is-capitalism-doomed?barrier=true |
(2)▲ |
(3). | Catastrophe Finale | (3)▲ |
. (4) | Bknz.: https://ps321.community.uaf.edu/files/2012/10/Fukuyama-End-of-history-article.pdf |
(4)▲
|
. (5) | Fukuyama’nın bu ifadesi şöyle bir eleştiri almıştır: “Hegel’in ‘tarihin sona ereceği’ şeklinde bir görüşü yoktur.. Hegel’e göre bir önceki aşamada erişilen sentez bugün tezidir, bu sonsuz diyalektik bir döngüyü doğurur ve tarih tiyatrosu böylece sürer gider |
(5)▲ |
. (6) | Solidarity = Solidarność, Polonya Halk Cumhuriyetinde Gdańsk Tersanesi işçileri arasında kurulan Dayanışma adlı sendikanın Lech Walesa'nın başkanlığında başlattığı özgürlük hareketi. |
(6)▲ |
. (7) | İngilizce deyimin çevirisi: "the last straw that breaks the camel's back." | (7)▲ |
. (8) | "Deregulation:" Ülkedeki ve özellikle ekonomik alandaki düzenleyici veya yasaklayıcı mevzuatı kaldırmak veya hükümlerini yumuşatmak | (8)▲ |
. (9) | Avusturya’lı İngiliz ekonomist ve filozof (1899 -1992 - | (9)▲ |
.a> (10) | Avusturya- Macaristan İmparatorluğu zamanında Amerika’ya göç etmiş bir Yahudi alisine mensup Amerikalı Ekonomist (1912– 2006 | (10)▲ |
.a> (11) | Monetarism | (11)▲ |
.a> (12) | La Fin de l'histoire et le Dernier Homme : The End of History and the Last Man | (12)▲ |
.a> (13) | Aziz Nesin - Ali Nesin Mektuplaşmaları, Nesin Yayınları | (13)▲ |
.a> (14) | (1 - Bir oluş, düşünce veya ideolojinin temelini oluşturan değer yargıları (2 - Arapça “inandım” anlamına gelen ve İslamiyetin temel inançları olan, “Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inanma”yı dile getiren söz(TDK- Güncel Türkçe Sözlük - | (14)▲ |
.a> (15) | Le capital au XXIe siècle, Edıtıons du Seuıl | (15)▲ |
.a> (17) | Thomas Piketty: Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital İş Bankası Kültür Yayınları / İnceleme - Araştırma Dizisi | (17)▲ |
.a> (18) .a> (18) | Bknz. Yukarda "Tarihin Sonu mu?"/b > başlıklı bölüm. | (18)▲ |
.a> (19) | Bknz. Yukarda < /b>"Kapitalizmin Sonu mu?" başlıklı bölüm | (19)▲ |
.a> (20) | Bknz: IMF World Economic Outlook, Bastırılmış Talep, Azalan Beklentiler (Subdued Demand, Diminished Prospects - : “Küresel görünümle ilgili riskler aşağı bakan eğimini ve devam etmekte olan düzenlemelere bağlı olma durumunu koruyor”. ….. ”Eğer bu zorlukların yönetiminde başarılı (olunamaz ise küresel büyüme rayından çıkacaktır”. http://w(ww.imf.org/ external/pubs/ft/weo/2016/update/01/( | (20)▲ |
.a> (21) | Bknz.: https://www.nytimes.com/2014/04/25/opinion/krugman-the-piketty-panic.html
| (21)▲ |
.a> (22) | blog=weblog ( | (22)▲ |
.a> (23) | https://www.gatesnotes.com/Books/Why-Inequality-Matters-Capital-in-21st-Century-Review | (23)▲ |
.a> (24) | Occupy Wall Street | (24)▲ |
.a> (25) | Bknz. I (b) | (25)▲ |
.a> (26) | "Oligarşi"çoğu kez Çok Uluslu Şirketler demektir | (26)▲ |
.a> (27) | Bknz. Örneğin http://forums.e-democracy.org/
| (27)▲ |
.a> (28) | Bknz: https://www.turkiye.gov.tr/yalova-belediyesi
| (28)▲ |
**a> (29) | dystopia | (29)▲ |
.a> (30) | Kitabı PDF formatında indirmek için: https://yadi.sk/i/atXGFrBngvwtH | (30)▲ |
.a> (31) | Kitabı PDF formatında indirmek için https://yadi.sk/i/8xGCHGlxgY3Tu |
(31)▲ |
.a> (32) | safsata = fallacy | (32)▲ |
.a> (33) | Fallacy-Begging the question bknz. http://www.3sutun.com/arkabahce/ynlt6.html | (33)▲ |
.a> (34) | yaratılmışların en şereflisi | (34)▲ |
.a> (35) | Bu yasa çok kısa olarak şöyle tanımlanıyor: Kapalı( bir sistemdeki toplam düzensizlik zaman geçtikç(e zorunlu olarak artar.” | (35)▲ |
.a> (36) | Entropi | (36)▲ |
.a> (37) | Albert Enistein: Why Socialism? Monthly Review 2009 › Volume 61, Issue 01 (May) | (37)▲ |
|