Başlıktan da anlaşılacağı gibi, burada esas olarak Tanrı hakkında değil Tanrı kavramı hakkında konuşacağız.
Bu bakımdan Tanrının varlığı konusuna değinmeden, sadece insanların zihinlerindeki tanrı kavramının oluşumu, anlamı ve özellikleri gibi hususları ele almaya çalışacağız.
Tanrı Kavramı, zihnin dışında bulunan bir oluşum mudur?
Yoksa bu kavram insanın sadece zihninde doğan soyut bir olgu mudur?
Bu soyut olguya insanlar doğuştan mı sahipdirler?
Değillerse, sonradan bu kavram nasıl ve hangi yollardan edinilmektedir?
Bilgeler demiş ki
“Akıl Tanrıyı bilmeye değil bulmaya yarar. “
O halde, Tanrı hakkında bulduğumuz, bulabileceğimiz sadece zihnimizde uyanan tanrı düşüncesinden ibaret olmalıdır. Hatta
"insanlar açısından var olan, geçerli olan sadece bu zihinsel, soyut olgu, yani kavramdır" diyenler de var. Örneğin
John Lennon,
God is a concept adlı ünlü şarkısında ştam da bunu söylüyor:
TANRI BİR KAVRAMDIR God is a Concept John Lennon
|
Tanrı bir kavramdır | İnanmıyorum Elvis’e |
Ki biz onunla ölçebiliriz | İnanmıyorum Zimmerman’a |
Acılarımızı. | İnanmıyorum Beatles’a |
Yine söylüyorum | Ben sadece kendime inanırım |
Tanrı bir kavramdır | Yoko ve ben |
Ki biz onunla ölçebiliriz | İşte gerçek bu |
Acılarımızı | Rüya bitti |
İnanmıyorum sihire, büyüye | Ne diyebilirim |
İnanmıyorum Çinin kutsalına | Rüya bitti |
İnanmıyorum İncil’e | Dün |
İnanmıyorum Tarot Falına | Bir rüya böceği idim |
İnanmıyorum Hitler’e | Ama bugün yeniden doğdum |
İnanmıyorum İsa’ya | Denizatı idim |
İnanmıyorum Kennedy’ye | Ama bugün ben John’um |
İnanmıyorum Buda’ya | İşte böyle aziz dostlar |
İnanmıyorum Mantraya | Devam etmek zorundasınız |
İnanmıyorum Gita’ya | Rüya bitti |
İnanmıyorum Yoga’ya | Tanrı bir kavramdır |
İnanmıyorum krallara | |
O halde öncelikle kavram sözcüğü üzerinde biraz duralım.
II - KAVRAM
Kavramlar insan zihninin ve düşüncelerimizin en önemli öğesidir.
Düşüncülerimiz - özellikle, bir
yargı, bir
önerme içeren düşüncelerimiz kavramlar aracılığıyla çözümlenir. Bir düşünceyi anlamak da böyle mümkün olur. Bulunduğumuz ortamla etkileşimimiz kavramlar aracılığıyla olur
Zihnimizin kavramlarla ilgili olmayan işlev ve özellikleri çok azdır, diğer bir deyişle insan zihninin işlev ve özeliklerinin büyük bir bölümü kavramlarla ilgilidir. Bu bakımdan kavramlar aslında
dilbilim, mantık, psikoloji ve felsefenin konusu iken, bugün bu disiplinler yanında, kavram olgusunu
bilişsel bilim, dil felsefesi, zihin felsefesi gibi disiplinler de mercek altına almıştır.
Kavramlar zihinsel sembollerdir. Kavramlar soyut nesnelerdir. Kavram,
anlamın bilişsel birimi, soyut bir düşünce, zihinsel sembol, diğer birimler kullanılarak yapılmış bir birim bilgi olarak tanımlanmaktadır. Her bir Kavram dilde ona ait bir öğe ile temsil edilir, bu öğelerin başlıcası
kelimelerdir.
Bir örnek verirsek:
Merih bir gezegendir cümlesinde Merih diye bir nesneden bahsediliyor ve bu nesnenin bir gezegen olduğu ifade ediliyor. Peki gezegen nedir?
Bu soru beraberinde bir dizi soruyu akla getirir.
Buradaki gezegen kavramı sadece bir kişinin zihninde oluşmuş bir olgu mudur?
Genel bir kavram mıdır?
Gezegen kavramı soyut bir varlık mıdır? Yoksa zihinsel bir oluşum değil somut bir şey midir?
Burada bir parantez açalım.
Platon’un Türkçeye
Devlet adıyla çevrilmiş olan
Cumhuriyet adlı eserinde, eğitim sürecini açıklamak için anlattığı
Mağara Kıssasının, pek çok konuya olduğu gibi, kavramların anlam ve önemi konusuna da ışık tuttuğu ileri sürülür.
Bilindiği gibi bu kıssa şöyledir:
Bir mağarada birbirlerine zincirlenmiş durumda bazı mahkûmlar, onların arkasında da bir seki bulunmakta, sekinin arka bölümünde bir ateş yanmakta, ateşin önünde ise kuklacılar kukla oynatmaktadır. Ancak mahkûmlar arkalarına dönüp bakamadıkları için kuklaları görememekte ve fakat sadece bu kuklaların, ateşin etkisi ile önlerindeki mağara duvarına yansıyan gölgelerini seyredebilmektedirler.
Bu durumda, ateşin önündeki gerçek nesneleri göremeyen mahkûmlar, önlerindeki duvara yansıyan gölgeleri gerçek sanmakta ve onlara arkada bulunan nesnelerin adlarını vermektedirler. Yani bu mahkûmlar görünüşü gerçek sanmakta, duvarda gördükleri şeylerin, yani gölgelerin, sahi olduğunu düşünmekte, gölgeleri doğuran gerçek nesneler hakkında ise hiçbir şey bilmemektedirler.
Bu kıssa şöyle yorumlanabilir: İnsanlar bir nesnenin gölgesini görmek (görüntüsünü algılamak) suretiyle o nesnenin ne olduğu hakkında fikir sahibi olabilirler, yani bu nesneleri “öğrenebilirler”. Yalnız bu öğrendikleri nesneye verdikleri isim aslında gerçekten gördükleri bir şeyle değil onun gölgesiyle ilgilidir.
Diğer bir deyişle, beş duyumuz ile algıladığımız maddî bir varlık hakkında zihnimizde bir kavram oluşur. Ama zihnimizde oluşan bu kavram ile deneyimle algıladığımız nesnenin gerçeklik derecesinin aynı olduğunu saymak doğru değildir.
O halde Tanrı kavramı gerçek bir varlığı mı temsil etmektedir, yoksa Tanrı kavramı insanın sadece zihninde oluşan soyut bir olgu mudur?
Biraz önce ifade edildiği gibi burada konumuz tanrının varlığı değildir. Sadece zihinlerimizdeki tanrı kavramı üzerinde duracağız. Diğer taraftan, bu çalışma, kişisel birikimimizin kısıtları dolayısı ile felsefî veya bilimsel derinliklere inmeden yüzeysel bir düzeyde kalacaktır.
III – MERAK, İLGİ, GÖREV
Peki, Tanrı kavramı insanlık için neden önemli veya gereklidir?
Niçin Tanrıyı aramaya ihtiyaç duyuyoruz?
Çünkü, bazı insanlara göre Tanrı, evren, dünya ve doğadaki bütün olay, durum ve işleri idare etmekte ve ayrıca birey ve toplumu gözetim ve enetimi altında tutmaktadır. Bazı insanlar ise Tanrı’nın hiçbir şeye karışmadığına inanmaktadır.
Bu iki kutup arasında çeşitli duruş ve görüşler yer almaktadır. Örneğin, dindarların imanları var, tanrı tanımazlar inkârcılıklarına sarılmışlar, agnostikler (bilinemezciler) ise karışık duygu ve düşüncelere dalmışlar. Herkes konumundan memnun ve mutlu. O halde Tanrı kavramı ile biz neye ilgilenelim?
Bu soruya verilecek cevaplardan birisi İnternet’te dolaşan şu düşündürücü fıkradan çıkarılabilir.
İyi giyinmiş, kelli felli bir beyefendi, bir akşam üstü köprüden geçerken, köprünün kenarındaki parmaklıkların üstüne çıkmış, suya atlamak üzere olan bir delikanlı görür. Hemen onun yanına koşup belinden yakalar.
-Sakın yapma diye bağırır. Delikanlı
- Niye atlamama mani oluyorsun? diye ona çıkışır. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:
- Çünkü yaşamak için çok neden var
- Ne gibi meselâ
-Tanrıya inanıyor musun, yoksa ateist misin?
- İnançlıyım.
- Hangi dindensin? Hıristiyan veya Budist misin?
-Hıristiyan’ım
-Ben de Hıristiyan’ım. Katolik misin Protestan mısın?
- Protestan’ım.
- Ben de Protestan’ım. Hangi kilisedensin? Yani meselâ Lüterci’lerden veya Vaftizcilerden misin?
- Vaftizcilerdenim
- Ben de Vaftizciyim.
“Tanırının Vaftizcileri Kilisesi”nden misin yoksa “Efendimizin Vaftizcileri Kilisesi”nden misin?
-“Tanrının Vaftizcileri Kilisesi”ndenim?
- Ben de öyle. “Esas Vaftizciler”den mi, yoksa “Reformcu Vaftizciler”den misin?
- Reformcu Vaftizciler”denim.
- Ben de öyle. Peki söyle bakalım, “1879 Reformu Vaftizcileri”nden misin yoksa “1915 Reformu Vaftizcileri”nden misin,
- Ben 1915 Reformu vaftizcilerindenim
Bu cevap üzerine iyi giyimli beyefendi
-Geber öyleyse seni kâfir, zındık! Der
ve delikanlıyı suya itiverir.
Bu fıkradaki sarkastik ve buruk mizah görüldüğü gibi, tanrı kavramına verilen anlamlar arasındaki küçük farkların ve değişik dinî inançlara sahip olmanın
kin, nefret ve düşmanlıklara neden olabildiğini çok çarpıcı bir şekilde açıklıyor.
İnsanın Tanrı kavramına duyduğu merakı doğuran başka daha önemli bir neden daha var: İnsanlara,
eşrefi mahlûkat (yaratılanların en şereflisi) adı verilir. Bu yüksek paye insanlara, evren, tanrı ve kendileri hakkında biraz daha derinden bilgi sahibi olma
görevini vermektedir. Zira üzerinde yaşadığımız bu küçük gezegende insanların, diğer evrimleşen canlılardan farklı olarak, ileri derecede akıl ve zekâya sahip olma gibi, çok önemli bir ayrıcalığı bulunmaktadır.
Bu öykü, ayrıca bazı ezoterik öğretiler içinde yer alan
hür düşünce, hoşgörü, sevgi gibi erdemlerin önemini de açıklıyor. Bir ezoterik metinden alıntılanan aşağıdaki diyalogda özgür düşünce, ve hakikati arama çabasının önemi çok güzel vurgulanmaktadır.:
Pir-.- Tam ve Yüksek Mertebeye erince . Levf-i mahfuz daki saklı ismi okuyabildiniz mi?
Tilmiz- – Hiç kimse bu ismi okuyamadı.
Pir-.- Size ne öğretildi?
Tilmiz- - Bana denildi ki Tanrı vardır.
Pir-.- Nerededir?
Tilmiz- - Sonsuzlukta.
Pir-.- Bunun hakkında size bir şey söylendi mi?
Tilmiz- - Hiçbir şey.
Pir-.- Kendiniz hakkında size ne söylendi?
Tilmiz- - Tanrı ile aklınız arasına başka birinin girmesine izin vermeyin denildi.
Pir-.- Şunu da eklemek gerekir ki; siz O'nu kaza ve kader, tabiat, kanun, kuvvet gibi zekâ ve ruhunuzun eğilimlerine göre dilediğiniz gibi adlandırabilirsiniz. Kendinize karşı da samimî olunuz, hürriyeti savununuz, başkalarının hürriyetine de hiçbir zaman tecavüz etmeyiniz.
Bu diyalogdan sonra gelen paragrafta ise,
Sadece kendi anlayış ve düşüncelerimizi izleyerek ortaya koyacağımız kişisel çalışmalarımızla değer kazanabileceğimiz, herhangi bir aşamaya yükselmek için kendi gayretimize güvenmekten başka çare olmadığı, öğrenebileceklerimizin çerçevesini ancak hakikati aramada göstereceğimiz arzu ve azmin belirleyebileceği
açıklanmaktadır.
O halde Tanrı Kavramı üzerine eğilmeye devam edelim.
IV – DOĞUŞTAN KAZANILAN
Antropolog ve sosyologların incelemelerine göre düşünen insanın (
Homo sapiens) yeryüzündeki uzun geçmişi dikkate alındığında, Tanrı sözcüğünün konuşma diline girişi oldukça yeni sayılır. Oysa, konuşma diline girişinden binlerce yıl önce de insanların zihninde Tanrı kavramı oluşmuştu. Bununla beraber bu kavram çağdan çağa, uygarlıktan uygarlığa dikkate değer bir biçimde farklılık göstermektedir. Bununla beraber tarihteki hemen bütün toplumlarda öyle veya böyle bir yüce varlığa inancın hâkim olduğu da görülmektedir. O kadar ki Tanrı kavramının bu kadar yaygın olması, düşünürleri bu yaygınlığın nedenleri üzerine eğilmeye sevk etmiş,
İnsan daha dünyaya gelirken tanrı düşüncesinin zihninde gömülü olabileceği görüşünün ortaya atılmasına yol açmıştır.
Örneğin
Platon ve
Descartes bu görüşün savunucuları arasındadırlar.
Descartes, tanrının varlığını kanıtlamak için şöyle bir muhakeme yürütür:
Tanrı Mutlak Varlık olarak kabul edildiğine göre, eğer Tanrı gerçekten var olmayaydı, fani varlıklar olan insanların zihninde tanrı kavramı oluşamazdı. Zira Mutlak (ezelî ve ebedî) bir Varlık şeklindeki Tanrı kavramı, insan gibi, Mahdut (sınırlı ömür ve zekaya sahip) bir varlık tarafından icat edilemez. Bu mükemmel düşünce, yalnız ve ancak Tanrı tarafından yaratılabilir.
Leibnitz, biraz farklı bir yoldan giderek, doğuştancılığa benzer bir görüşe varmakta ve Tanrı kavramı insan zihninde aklın bir öğesi olarak bulunuyor olmasa bile, aklın dört ilkesinden biri olan
yeter neden ilkesinin, insanı tanrı kavramına götüreceğini ileri sürmektedir.
Bilindiği gibi
Yeter Neden İlkesi şöyle ifade edilir:
Bir şeyin başka türlü değil de olduğu gibi olması için yeter bir neden bulunması gerekir. Daha kısa olarak bu ilke “Her şeyin mutlaka bir nedeni vardır” vardır şeklinde tanımlanmaktadır.
(1).
Kelâm ilminde yer alan
“Hiçbir şey ne kendi kendine var olabilir, ne de yok olabilir.” şeklindeki İslamî düstur da aynı ilkenin bir başka
Leibnitz, Tanrı Kavramını bu ilkeye dayanarak şöyle açıklamaktadır:
Hareket, bir gücün, mekânda bir eyleme dönüşmesi ile vuku bulur. Tersinden ifade edilirse, bir hareket olması için hareket edeni etkileyen bir hareket ettirici (muharrik< güç) bulunmalıdır. O halde, bu dünyada cereyan etmekte olan tüm hareketlerin de bir İlk Nedeni olmalıdır, çünkü, Yeter Neden İlkesi böyle bir nedenin var olmasını gerektirir ki bu neden Tanrıdır.
V - DENEYİMDEN TANRIYA
Doğuştan gelen tanrı düşüncesi dışında Tanrı kavramının zihnimizde oluşmasını tetikleyen, sağlayan veya gerektiren üç ayrı kaynaktan söz edilmektedir:
1. Deneyim
2. Akıl ve Mantık
3. Vahiy
İnsanın hayatı boyunca tüm yaşadıkları deneyimi oluşturur. Yeryüzündeki bütün canlılar bir dizi içgüdüye sahip olarak doğarlar. Bu içgüdüler, canlıların dünyaya gelişlerinden itibaren bağımsız olarak yaşamlarını sürdürmelerini sağlar. Canlılar, içgüdüleri sayesinde yaşarlar, gelişirler, savaşırlar ve ürerler. Bu süreç canlı sonunda ölünceye kadar devam eder.
İnsanlar için durum farklıdır. İnsanlar, gelişmiş
akıl yürütme yeteneğine ve fakat çok az
içgüdüye sahip olarak doğarlar. Hayatta kalmak için bakıma, yardıma, korunmaya muhtaçtırlar. Doğal olaylar karşısında güçsüz kaldıklarını hemen görürler. Biraz gelişince de, diğer canlıların hiç farkına varmadıkları büyük hakikati keşfederler.
Yeryüzündeki hayat bütün canlılar için sınırlıdır. Ama yalnız insanlar bunu idrak edecek zekaya ve düşünme gücüne sahiptirler.
Bu bilinçlenmenin yarattığı
korkular ve önemsizlik ve güvensizlik duygusu insanları sığınacak, koruyacak bir güç arayışına sevk eder. .
Dağlarca bunu şöyle ifade ediyor:
Korkuyorum yaşamaktan ki çok güzel
VI - TOPLUMUN ETKİSİ
İlkel toplumlardaki Animizm (canlıcılık), Totemcilik ve çok-tanrıcılıktaki veya efsanelerdeki Tanrı Kavramının kökeninde yukarda açıklanan duygular yatmaktadır. Burada bireysel duyguların yanında, içinde bulunulan toplumun genel algılamaları, uygulamaları ve psikolojisi de rol oynamaktadır.
Bu bağlamda
Émile Durkheim’in çalışmaları öne çıkmaktadır. Bu çalışmalar sonunda, toplumların yapısı, birey ile toplum arasındaki ilişki ve toplumların basitten karmaşığa doğru gösterdiği gelişim üzerinde çok güçlü teoriler ortaya atılmıştır. Çok fazla rağbet görmemiş de olsa
Dürkheim’in görüşleri, din olgusu bağlamında toplumların yapısı ile ilgili araştırmalara çok önemli bir temel oluşturmuştur.
Dürkheim, Totemciliğin dinin ilkel biçimini oluşturduğuna inandığı için Avustralyalı
Aborijin’ler’deki totemcilik uygulamasını derinlemesine incelemiştir. Bununla beraber, bu incelemeleri sonunda ortaya koyduğu görüş, inançlı insanları pek memnun etmedi. Çünkü
Dürkheim dinî yaşamın (tanrı kavramının) kaynağının Tanrı değil toplum olduğu sonucuna varmıştı
(2) .
Dürkheim’in bıraktığı yerden konuya eğilen
Guy E. Swanson ,
(3)
.
ilkel dinlerin kaynağını incelemek üzere 50 ilkel toplumu kapsayan bir araştırma yaparak, toplumsal yapı ile tanrı inancı ve ibadet şekli arasında nasıl bir ilişki olduğunu göstermeye çalışmıştır. Bu araştırmanın oldukça ilgi çekici sonucu şudur:
Toplumun yapısı tanrı kavramını ve ibadet biçimini belirlemektedir.
Örneğin
ruh-göçü (reincarnation) inancı büyük olasılıkla küçük, kapalı toplumlarda ortaya çıkar.
Tektanrıcılık ise karmaşık yapılı büyük toplumların özelliklerindendir. Sihire, büyüye inanma da
baskıcı devlet denetimin hüküm sürdüğü yerlerde boy gösterir.
VII - EVRENİN GİZEMİ
Evrenin görkemli büyüklüğü, doğanın büyüleyici güzelliği, makro kozmostan mikro kozmosa her aşamada gerek canlı ve gerek cansız varlıklardaki akıl almaz ayrıntı, incelik, güzellik de insanları düşünmeye, buradan bir gizli ve yüce gücü düşünmeye götürür.
André Gide’in
Dünya Nimetleri’nde geçen şu cümle bu duyguyu ne güzel ifade ediyor:
Uyandığım andan itibaren durmadan şaşıyor ve hayran oluyorum. Kalbimdeki şükran hissi bana her sabah Allahı icat ettiriyor.
Büyük şairimiz
Fazıl Hüsnü Dağlarca ise şöyle diyor:
Kainatın sükun senfonisinde
Aşkın semalarındaki beyaz bulut
Her şey Allah kadar mevcut ve hareketsiz
Her şey namevcut.
Burada, insanın nefsi dışında kalan dünyadaki olay ve durumların doğurduğu algılardan kaynaklanan deneyimden söz ediliyor. İnsanın içinde cereyan eden olaylar ve oluşan durumlar da deneyim kazandırır. Mistik düşünceler içinde yer alan Tanrı Kavramı böyle ortaya çıkar. Özellikle
Hint felsefesinde,
Tasavvuf’ta,
Panteizmde insan içine döner, tanrıyı orada bulur.
Mevlâna insanın kendi içine dönmesini salık veriyor:
Ey Tanrı kitabının nüshası insanoğlu
Sen, kâinatı yaratan Hakk'ın güzelliğinin bir aynasısın
Her şey sensin.
Alemde ne varsa, senden dışarıda değil.
Her ne ararsan, onu kendinden iste, kendinde ara
Niyazii Mısrî şu mısralarında Mevlana’nın öğüdünü tutmuş gibi görünüyor:
(4)
.
Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş
Bürhan sorardım aslıma, aslım bana bürhan imiş
Sağ u solu gözler idim dost yüzünü görsem deyu
Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş
Öyle sanırdım ayriyem, dost gayridir ben gayriyem
Benden görüp işideni bildim ki ol canan imiş
VIII - AKIL VE MANTIK YOLU
Deneyimden ayrı olarak, ama çoğu kez yine deneyimlere dayanmak suretiyle akıl ve mantık yürüterek de tanrı kavramına varılabilir. Herhangi bir dinle yakınlığı olmayan kişiler, kendi başlarına akıl ve mantıklarını kullanarak tanrı kavramını algılayabilirler. Daha geçerli bir yol ise bilimin ve bilim adamlarının ışığından yararlanmaktır. Diğer taraftan herhangi bir dine inanan kişiler de akıl ve bilim yoluna başvurabilir ve bu suretle imanlarına yeni dayanaklar bulabilirler.
Pek çok bilim adamı, düşünür, sanatçı akıl yürüterek ve bilimsel çalışmalardan yararlanarak tanrı kavramı hakkında görüşler ve düşünceler üretmiştir. Bunlardan biri olan,
Leibnitz’in
Yeter Neden İlkesi’ne dayanan görüşü, yukarda
doğuştancılık meyanında açıklanmıştı. Aşağıda da gerek doğa ve evren ve gerek genel olarak yaşam hakkında bilimsel çalışmalardan esinlenen birkaç görüş yer almaktadır:
Evrensel Kütle Çekimi’ni
(5)
.
ve
Hareketin Üç Kanunu’nu ortaya koymuş ve sonraki üç yüzyıl boyunca bu bakış açısı bilim dünyasına ışık tutmuş olan İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, filozof, ilahiyatçı
Isaac Newton şöyle diyor:
Çekim gücü gezegenlerin hareketini açıklayabilir ama gezegenlerin hareketini kimin başlattığını açıklayamaz. Tanrı her şeyi yönetir ve ne olduğunu ve ne yapılabileceğini bilir.
Güneş, gezegenler ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu en güzel sistem ancak Akıllı Yüce Varlığın öngörüsü ve egemenliği ile yürütülebilir.
Doğa filozofu, fizikçi ve kâşif olarak anılan İrlandalı
Robert Boyle ilk modern kimyanın kurucularından olup ve gazlarla ilgili kendi adıyla anılan önemli bir yasayı bulan kişidir. Aydınlanma akımının öncü kuruluşlarından
Royal Societynin üyesi olan Boyle de doğanın incelikli güzelliklerinden tanrı kavramına erişmektedir:
Mükemmel mikroskopların aracılığıyla doğanın gözle görülmeyen eşsiz ve incelikli güzelliklerinin ayırdına vardığımda, ya da Kimyasal Fırından yararlanarak veya anatomi neşteri yardımıyla Doğanın Kitabını incelemem mümkün olunca kendimi ilâhî şairleri gibi haykırmaktan alı koyamıyorum.
Rabbim ne kadar çeşitli işlerin var! Aklı hikmetin ne büyük!
Son olarak ünlü bir ressamdan, eserlerindeki tuhaf ve çarpıcı imajlarla meşhur olan Katolonyalı sürrealist ressam hümanist aydın
Salvador Dali’den söz edebiliriz.
Resim dışında heykeltıraşlık, fotoğrafçılık ve filmcilikle de ilgilenmiş, ama en çok bilimsel incelemelere merak duymuş olan
Dali’yi özellikle DNA yapısı adeta büyülemişti. DNA’nın bir dergide yayınlanmış olan temsilî şemasını görünce şöyle demişti
(7)
.
İşte! Tanrı'nın var olduğunun en önemli kanıtı DNA: Yakub'un genetik meleklerden oluşturduğu bir merdiven ve insanla Tanrı arasındaki tek bağlantı.
IX- VAHİYLE GELEN
Tanrı kavramının zihinde oluşmasını sağlayan başka bir kaynak da vahiydir. Vahiy de bir bakıma deneyim sayılabilecek bir olaydır. Gerçekten, vahiyi alan kişi bakımından vahiy çok müthiş bir deneyimdir. Vahiyle gelen bilgiye yalnız vahiyin muhatabı değil, bu bilgiyi vahiyi alandan öğrenen kişi de inanır. Onun açısından da vahiy önemli bir kaynaktır. Öyle ki mümin için vahiyle gelen bilgi kuşku götürmez bir gerçektir ve ilahî hakikat hakkında en doğru bilgi odur.
O halde Vahiy nedir?
- Vahiy, sözlüklerde “Tanrı katından gelen ilham,
-
Hakikati açıklayan bilgi,
-
Bir elçi kanalıyla tanrıdan gelen mesaj,
-
Semavi dinlere ait kutsal metin,
-
Doğa-üstü veya ilahî varlık ile kurulan tek yönlü veya karşılıklı iletişimle elde edilen bilgi, söz ve metinler
olarak tanımlanmaktadır.
Resul veya
elçi adı verilen bazı insanlar Tanrı katından gelen ilhamları söze dönüştürürler, bu sözlerin yazıya dökülmesi ile kutsal metinler ortaya çıkar.
Ortaçağ düşünürleri ve ilahiyatçıları
Aristo’nun izinden giderek vahiyin Tanrı Kavramı hakkındaki mutlak hakikati gösterdiği görüşünde idiler. Tanrı hakkında en doru bilgiye, ancak bu yolla, yani elçinin Tanrı ile iletişimi sayesinde erişilebileceğine inanıyorlardı.
Yalnız burada vahiyle gelen bilginin, bu bilgiye sonradan erişenler tarafından açıklanması ve yorumlanması sırasında husule gelen yorumlar, sapmalar, saptırmalar bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira mezheplerin, tarikatların, dinî cemaatlerin kökeninde sonradan ortaya çıkan açıklama ve/veya yorumlar yatmaktadır.
X – NİTELİKLER, ÖZELLİKLER VE İSİMLER
Tanrı kavramı ister doğuştan olsun ister sonradan kazanılsın insanların Tanrıdan beklentileri çok büyük değişiklik göstermemektedir. Bu yüzden Tanrı kavramının tanımı bireyden bireye veya toplumdan topluma ayrıntılarda faklılık gösterse de ana nitelik ve özelliklerinin aynı kaldığı görülmektedir.
İlkel dinlerden başlayarak bütün dinlerde Tanrının (veya Tanrıların) başlıca işlevleri şunlardır:
- Yaratıcı olmak, yani evreni, doğayı, insanı yaratmak,
-
Gözetici olmak yani insanları ve yarattığı diğer canlıları sürekli olarak denetim altında tutmak, gözetmek
-
Yargılayıcı olmak, yani insanın eylemlerini, erdem ölçütü ile yargılamak ve duruma göre ödüllendirmek veya cezalandırmak
Semavî dinlerde ve diğer çok gelişmiş dinlerde Tanrıya daha başka işlevler de yüklenmekte ve bu işlevlere paralel olarak Tanrının nitelik ve özellikleri ayrıntılı olarak saptanmaktadır.
Örneğin İslam teolojisi olan kelâm ilmine göre tanrının sıfatları şunlardır:
A-Zatî Sıfatlar (yalnız Allaha mahsus sıfatlar): varlık, öncelik, kalıcılık, Benzemezlik, Kendiliğinden duruş, Birlik
(8)
.
B- Subutî sıfatlar (yani insanlarda da bulunmakla beraber mutlak ve sınırsız olan sıfatlar): Yaşam, İlim, İrade, Kudret, Oluş, Görme ve duyma ,
(9)
.
C- Esmai Hüsna (Güzel isimler) : Kuran’ı Kerim’de veya hadis-i şeriflerde Allah’ı tanımlayan, O’na ait olan sıfatlar ve isimlere Esma-i Hüsna denir Allah’ı zikretmek, O’nun varlığını hatırlamak ve zikir için kullanılır. En önemlilerinin 99 adet olduğu kabul edilir..
Diğer iki Semai din olan Musevilik ve Hıristiyanlıkta da Tanrı kavramının İslam anlayışına çok yakın olduğu görülmektedir. Örneğin Museviliğin en önde gelen dinbilimcilerinden
Maimonides
(10)
.
tanrının nitelik ve özelliklerini şöyle açıklıyor:
Tanrı ne madde ne de ruhtur, ama her ikisini yaratan odur ve zaman ve mekândan münezzehtir. Tanrı kavramının iki veçhesi vardır: Biri zatî varlığıdır bilinemez, diğeri ise görünen, yani evreni yaratan, esirgeyip koruyan ve insanlıkla etkileşim içinde olan veçhesidir. Her şeyin yaratıcısı ve yol göstericisi olan Tanrı yaratılmış olan her şeyi yarattı, O BİRdir, onun birliği tarzında başka birlik yoktur, Tanrı yalnız O’dur, O maddenin her türlü özelliklerinden aridir ve O’nun eşi benzeri yoktur
(11)
.
XI -TANRISIZ İNANÇ
Uzak doğu dinleri denilen bazı inanç sistemlerinde bizim anladığımız anlamda bir Tanrı Kavramı olmadığını görürüz. Örneğin Budizm’i açıklamak için Tanrı sözcüğüne hiç ihtiyaç duyulmaz. Çünkü Budizm aslında bir dizi ahlâk ilkeleri, bir takım meditasyon yöntemleri ve bir yaşam felsefesinden ibaret bir öğretidir.
Budizm’de, evreni ve yaşamı meydana getiren bir
ilk neden, kadiri mutlak bir yaratıcı fikri bulunmamakla beraber Buda yaratıcıyı ne inkâr eder ne de kabul eder. Budizm’de, asıl amaç tüm dünyevî gaileleri geride bırakarak her şeyden arınmış olarak Nirvana’ya erişmektir. Gerçi bu öğretide de Deva adı verilen doğaüstü varlıklar (Tanrılar) vardır ama, diğer dinlerde olduğu gibi, bu “Tanrılar”a yaratıcılık, kurtarıcılık veya yargılayıcılık gücü atfedilmez. İnsanlar ve diğer canlılar gibi Devalar da eylemleri ile dünyadaki durum ve olayları etkileme gücüne sahiptirler, ancak onların etkileme gücü insanlarınkinden kat kat büyüktür.
Görüldüğü gibi Mutlak Tanrı düşüncesi Budizm’de bulunmamaktadır. Bununla beraber, Buda’ya saygı veya tapınma tüm Budist mezheplerde önemli bir rol oynamaktadır
XII – SÖZÜN ÖZÜ
Bu çalışmada Tanrının varlığı konusuna pek değinmeden, sadece insanların zihinlerindeki tanrı kavramının oluşumu, anlamı ve özellikleri gibi hususları ele almaya çalıştık. Tanrı Kavramının, zihnin dışında bulunan bir oluşum mu, yoksa insanın sadece zihninde doğan soyut bir olgu mu olduğu sorusu üzerinde durduk.
Gördük ki Tanrı Kavramına, insanlar ister doğuştan sahip olsunlar, ister onu sonradan edinmiş bulunsunlar, yeryüzündeki her ırk, sınıf ve nitelikteki insanlarda ve büyük, küçük; ilkel, uygar her düzeydeki toplumlarda, bir Tanrı Kavramı veya hiç değilse bir doğaüstü varlık fikri hâkim olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
Bunun sonucu olarak Tanrı Kavramının bütün dillerde çok büyük bir yer kaplamakta olduğunu görüyoruz. Öyle ki inançlı ve hatta inançsız bütün insanlar, yaşam, ölüm, kader ile ilgili düşüncelerini; korku, sevgi, nefret gibi duygularını; geçmişe ait veya gelecek ile ilgili düşlerini, hayallerini, umutlarını, çoğu kez Tanrı Kavramı ile ilişkilendirerek ifade etmektedirler.
Daha da ötesi bilimsel bulgular yorumlanırken veya bilim insanları tarafından bu bulgular ile ilgili görüş ve düşünceler ifade edilirken çok sık olarak Tanrı kavramına başvuruluyor.
Örneğin, yukarda da sözü edildiği gibi,
Isaac Newton’a göre, onun çığır açan bilimsel bulguları, sadece Tanrının yarattığı harikaları ortaya koymakta,
Güneş Sisteminin düzenliliğinin keşfi de Tanrının zeka ve gücünü göstermektedir.
Bugünlerde bir başka örnek de gündemde: Bildiğiniz gibi
CERN kısa adıyla anılan
Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nde
(12)
.
Büyük Hadron Çarpıştırıcısı adı verilen bir deney yapılmaktadır.
Quantum fiziği hakkında bencileyin incir çekirdeğini dolduracak kadar bile bilgi sahibi olmayanlar için fevkalade karmaşık olan bu deney şöyle özetlenmektedir:
Standart Model adı verilen teoriye göre, atomaltı paracıkların bir kütlelerinin bulunmaması gerektiği halde bu parçacıkların kütlelerinin olduğu görülmüş, bunun üzerine teorinin doğrulanması için bilinen parçacıklara ilave olarak bir başka parçacık daha olması gerektiği ileri sürülmüş, bu parçacığa da Higgs Bozonu adı verilmiştir. İşte bu deneyin amaçlarından biri de bu parçacığın gerçekten var olup olmadığını ortaya çıkarmaktır. (13) .
Herhangi bir dinsel veya mistik bir yanı olmayan bu bilimsel çalışmada aranan Higgs Bozonu adlı parçacığa, Nobelli Fizik olan Profesörü Lederman
(14) .
tarafından Tanrı Parçacığı adı yakıştırılmıştır ki, bugün medyada hep bu ad kullanılmaktadır. Yani
HAKİKAT BİR AMA RİVAYET MUHTELİF.
(15) .
DİPNOTLAR
(1) Bu ilke matematik diliyle şöyle açıklanıyor:
Bir X öğesi, ancak onun var olmasını açıklamaya yeter bir neden varsa var olabilir.
Bir Y olayı, ancak onun vuku bulmasını açıklamaya yeter bir neden varsa vuku bulabilir.
Bir P önermesi, ancak P önermesinin doğru olması için yeterli bir açıklama varsa doğrudur ▲ Metne geri dön
(2) New World Encyclopedia, Durkheim, Émile hk Makale http://www.newworldencyclopedia.org/entry/Emile_Durkheim#Sociology_of_Religion* ▲ Metne geri dön
(3) Guy E. Swanson The Birth of the Gods The Origin of Primitive Beliefs Ann Arbor PaperBback, University of Michigan University Press ,1960 ▲ Metne geri dön
(4) Niyazii Mısrî, Halvetiye tarikatının Mısriyye kolunun kurucusu, şair. Doğumu:Malatya 1618 - ölümü: Limni adası 1693 ▲ Metne geri dön
(5) Yasanın matematik ifadesi şöyledir: F=G.m1.m2/d2,,,, m1=birinci nesnenin kütlesi, m2=ikinci nesnenin kütlesi, d= iki kitle arasındaki uzaklık G=0.0000000000667 ▲ Metne geri dön
(6) Bu yasalar şunlardır: (1)Hareketli bir cisim dışarıdan bir kuvvete maruz kalmazsa doğrusal hareketini sürdürür. (2)Kütlesi m olan bir cisme uygulanan F kuvveti ile a ivmesi arasında F=ma bağıntısı vardır. (3)Her etkiye karşı ona eşit bir tepki vardır. ▲ Metne geri dön
(7) Watson ve Crick’in Nobel kazanan çalışmaları, 1953 Nature dergisinin 171. sayısında yayınlanmış, makalede Crick'in karısı Odile'in çizdiği çift sarmal yapı da yer almıştır.
▲ Metne geri dön
(8) Allahın Zati Sıfatlarının daha ayrıntılı açıkaması şöyledir:
- Vücut:: Varolmak, Allah vardır ve yokluğu düşünülemez.
- Kıdem:: Allah"ın varlığının başlangıcı yoktur.
- Beka:: Ebediyyet, sonu bulunmamak.
- Vahdaniyyet:: Tek ve benzeri olmamak.
- Muhalefetün Li'l-havadis:: Sonradan yaratılanlara benzemez.
- Kıyam Binefsihi:: Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Herşey O'na muhtaçtır.
▲ Metne geri dön
(9) Hayât :Yaşam;İlim :İlim;İrâde :İrade;Kudret :Kudret;Tekvin :Oluş;Sem' ve Basar :Görme ve duyma;Kelâm :Söz ▲ Metne geri dön
(10) Maimonides=Moses ben-Maimon= Musa ibn Meymun ,Orta Çağ'ın tartışmasız en önemli Yahudi düşünürü Doğumu: Endülüs, Kurtuba 1135, Ölümü:Mısır, Fustat 1204 ▲ Metne geri dön
(11) Dikkat ederseniz gölgelenmiş olan cümleler İhlas Suresinin aşağıda verilen mealini çok andırmaktadır: De ki; O bir tek olan Allahtır*Allah sameddir (Eksiksiz olup tüm eksiklikleri gideren odur)*Doğmamıştır ondan doğan olmamıştır* Onun dengi menendi Olamaz o tektir ▲ Metne geri dön
(12) Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire ▲ Metne geri dön
(13) Geçtiğimiz günlerde bu parçacığın var olduğunu düşündüren bazı bulgular elde edildiği, ancak kesin sonucun ancak gelecek yıl sonunda alınacağı açıklandı ▲ Metne geri dön
(14) Leon Lederman The God Particle: If the Universe Is the Answer, What Is the Question? [Paperback] Delta, Newyork
▲ Metne geri dön
(15) Bu sözün aslı Muhibbî mahlasını kullanan Kanuni Sultan Süleyman’a ait olan aşağıdaki beyit olmalı.
Kimi ar'ar dedi kadd-i dildara kimi elif
Cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif
(Kimi sevgilinin boyuna servi dedi kimi elif
Herkesin amacı bir ama rivayet farklı)
▲ Metne geri dön