![]() |
![]() |
||||
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||
|
BAŞ SAYFA
DÜŞÜNCE ODASI
MAVİPENCERE
GÖZLEMEVİ
ARKABAHÇE
IŞIKLIYOL Alıntılık Belgelik Yarenlik Okumalık Bakmalık Gezinmelik |
|||||
İSMAİL HAKKI TONGUÇ VE KÖY ENSTİTÜLERİ Ayhan EROLOn yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik Yüz yıl sonrasını düşünüyorsan toplumu eğit.
Bu yazımızda Türkiye eğitim geçmişinde çok önemli bir kilometre taşı olan Köy Enstitüleri üzerinde söyleşeceğiz.
Köy Enstitüleri Kemalist Devrimin çok önemli bir parçası idi. Kemalist Devrimin BİLİM tutkusunu ve AKILCILIĞINI öne çıkaran yaklaşımını yaşama geçirme yolunda atılmış en önemli adım. M, Necati'lerin, Saffet Arıkan'ların, H. Ali Yücel’lerin Bilim ve Akıl çizgisinde ve kuşkusuz Atatürk'ün önderliği, bilgisi ya da doğrultusunda tuğlaları ve harçları ile döşenen ülkemizi aydınlığa, kalkınmışlığa, mutluluğa ve barışa ulaştıracak en güvenli yol.
Bunu herkes biliyordu. Doğal olarak, Dünya kurulalı beri var olan ikilemin, diyalektiğin öteki yanı da biliyordu. Yani bilime ve akla karşı koyanlar, kendi çıkarlarını ülkenin ve halkın çıkarlarının önüne koyanlar da biliyordu. Yani her zaman olduğu gibi, hele hele gelişmekte olan ülkelerde her zaman olduğu gibi, beyazın yanında hep var olan kara da boş durmadı yine çoğunlukla olduğu gibi ülkemizin çağı yakalar gibi olduğunu fark edip, Cumhuriyetin aydınlatmacı eğitim politikasını yarıda kesip ilahiyatlı, imam-hatip okullu bir düzene geçirdiler ülkeyi. >
Yine Cumhuriyetin akıl cı ve aydınlık eğitimi ile dinin bireysel iç dünyaya dönük olması gereken etki alanını birbiri ile karıştırarak. Yine vatan millet nutukları arasında. Atatürk'ün eğitime ne denli önem verdiğini bilmeyen yok. Daha kurtuluş savaşı kazanılmadan Bursa'da öğretmenlere bir ülkeyi kurtaracakların yalnız ve ancak öğretmenler olacağını vurgulayışını, İzmir İktisat Kongresinde Hakimiyet-i Milliye kadar Hakimiyet-i Iktisadiye'ye de önem verdiğini, çünkü Anadolu ihtilali ve inkılabı için iktisat ve maarifin ıslah edileceklerin en başında geldiğine inandığını cümle alem biliyordu.
Dost da düşman da.
H. Ali Yücel'in İsmail Hakkı Tonguç'la birlikte ürettikleri Köy Enstitüleri projesi 6 yıl kadar yaşamış ve hemen siyah karelerin saldırısına uğrayarak çok kısa bir zamanda yok edilmişlerdir. Bu kadar kısa bir sürede salt Türkiye değil Dünya Eğitim anlayışında böylesine iz bırakmış bir kurum bulmak zor. Köy ilkokulunu zar zor bitiren, ayağında pabucu sırtında entarisi dökülen, sabunla yılda bir kaç kez tanışan, dişleri hiç fırçalanmamış, elleri ve ayakları nasırlı bu köy çocukları nasıl olmuş da 5 yıllık Enstitü eğitimi sonunda keman çalmaya başlamışlar, resim sergileri açmışlar, klasikleri yutarca okumaya ve tartışmaya başlamışlar, işledikleri bu büyük suçun cezasını nasıl çekmişler. Bunu ir deleyeceğiz.
Bu çalışmayı hazırlarken bir arkadaşıma söz ettim. Tonguç ve Köy Enstitüleri diye, tabii Yücel'den de söz ederim ama onu herkes tanıyor. UNESCO bile 1997 yılını ona ayırdı, biraz da Tonguç’tan söz etmeli dedim. Evet dedi Yücel'in ne olduğunu biliyoruz. Tonguç da kim oluyor. Bildiğim kadarını anlatmaya yeltendim. Hiç kendini yorma dedi "Kenan Öner'in komünistlikten mahkum ettirdiği bir haini sen beraat ettiremezsin". Ne kadar yanlışı çok ve karanlık bir koridordaydı. Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı Kenan Öner'in kendisini komünistlikle suçlaması üzerine Yücel'in onun aleyhine dava açtığını ve davayı Yücel'in kazandığını bilmeden, onu suçlamakta ısrar ediyordu. Cahillik ve taassuba karşı savaş nerede kaldı, hak ve adaletten yana olmak bu mudur? Bir “hain” hakkında konuşmanın gereksizliğini, bir aydının sahip olması gereken bilgi ve hoşgörüsü ile bağdaştırabiliyordu. Ama daha kötüsü hiç de azınlıkta değildi. 1948 de aynı gerekçe ile Sabahattin Ali'yi öldüren düşünce 1993 de Uğur Mumcu'yu öldürüyordu, daha sonraları da bir çok aydını.
Enstitülerin yaşamı ülkemizdeki siyasal gelişmelerden çok etkilenmiştir. Bu nedenle biz de b u siyasadan sıkça söz edeceğiz. Amacımız siyaset yapmak değil, onun içinde enstitülerin yerini belirtmek, 'neden-sonuç ilişkilerini belirginleştirmektir. Kuruluş yıllarında, daha Atatürk'ün etkisi sıcakken, “Devr-i Demokrasi” başlamamışken, tek parti yönetimi yani Milli Şef İsmet Paşa, Enstitülerin yanında idi, onların itici gücü idi. Radyo konuşmalarında Enstitülerin yayılması ve gelişmesi için verdiği emirler çocuk kulaklarıma takılı kalmış, hala anımsıyorum.
Tabutluk olayları diye bilinen sonuca giden 'Milliyetçi' hareketi, daha sonra Niyazi Berkes, Behice Boran ve Pertev Naili Boratav gibi öğretim üyelerinin solcu diye Üniversite ile ilişkilerinin kesilmesi izler. Enstitülere bakış açısı bunlara göre dalgalandı.
Hele 1946 yılında Missouri uçak gemisinin İstanbul ziyareti sonrası başlayan Demokrasi girişiminin ilk adımı olan çok partiye geçişte kurulan yeni bir parti - DP -iktidarın CHP'sine 'Dün Dündür “Bugün Bugündür”ün 1946 versiyonunu oynatmış ve her halde iktidardan uzaklaşmamak için olsa gerek Enstitülerin kapatılması, onları kuran, kollayan partiye CHP'ye kısmet olmuştur .
Yerlerine İlahiyat Fakültesi açmak, İmam-Hatip okullarını yaygınlaştırıp yeniden Amme Cüzlü eğitime dönmek, Atatürk'ün kurup ölümüyle, zorunlu olarak, kendilerine emanet ettiği devletin Milli Şefi'nin ve partinin kaderi olmuştur. Tanrı kimseye böyle kadersizlik yaşatmasın.
Saffet Arıkan, CHP Katib-i Umumiliğinden Maarif Vekilliğine atanır. Yerine Recep Peker Katib-i Umumi olur ve aynı yıl siyasal partileri incelemek üzere Almanya ve İtalya'ya gönderilir. O yıllarda faşist partiler iktidardadır oralarda.
Efendiler. Devrim'den söz ediyoruz. Bir zamanların ünlü paşaları gibi bunun yerine inkılap diyelim diyenler çıkabilir. Devrimden kastımız kuşkusuz Atatürk devrimleri ve onun anladığı anlamda devrimdir. Hani Ezan-Bayrak-Atatürk Bermuda üçgeninde, ona karşı olanların içini boşalttığı, ölümünden sonra bir takım dengelerin korunması için yeniden yönetime getirilen (Karabekir, Ali Fuat, Refet Paşalar, Rauf bey. . . . ) ve onların ardılları, karşı olduklarını söylemekten çekindikleri için yanında görünen karşı devrimcilerin elinde kalan Atatürk devrimleri.
Efendiler, Enstitülerin resmen kuruluşundan önce Türk Millî Eğitimine çok büyük katkıları olmuş olan Vasıf Çınar ve Mustafa Necati’lerin Bakanlıkları dönemlerinde örneğin eğitmen okulları( Eskişehir – Çiftehan v. b. ) yada kursları açıldı. Askerliğini yapmış okuma yazma bilen genç köy delikanlıları bu kurslardan geçirilerek , özellikle 3 sınıflı köy okullarına eğitmen olarak atanıyorlardı. Bölgelere göre de her 10 – 15 eğitmen için , özel yetiştirilmiş bir Gezici Başöğretmen onlara destek olmak yol göstermek ve denetlemek için görevlendiriliyordu.
Ayrıca 1937 – 38 yıllarında İzmir – Kızılçullu ve Eskişehir – Mahmudiye de yatılı köy öğretmen okulları geleceğin Enstitülerinin laboratuarı olarak kurulmuştur.
1940' lı yıllarda yani Enstitülerin kuruluşundan önce, nüfusun % 81 i 40. 000 e yakın köy ve mezrada yaşıyordu. Öğrenim çağındaki çocuk sayısı 1. 800. 000 idi, bunun 308, 000 i şehirlerdeki 5 sınıflı okullarda 370, 000 i de çoğu 3 sınıflı olan köy okullarında okuyorlardı. Şehirlerde 130 – 140 bin köylerde ise 1, 100, 000 öğrenim çağındaki çocuk okulsuzdu.
Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 da Mecliste oylamaya katılan 278 milletvekilinin oybirliği ile kabul ettiği bir yasa ile kurulmuştur. Ancak bu toplantıya145 milletvekili katılmamıştır. Bunlar daha sonraları Enstitülerin kapatılmasında rol oynayacak olan Partinin sağ kanat üyeleri idi. Yasanın çıkışından hemen sonra 1943 yılına kadar 18 Enstitü kurulmuş ve bu sayı kısa zamanda 21 e çıkarılmıştır.
Sevgili okuyucular sanırım aranızda Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerde okumuş kişi çok azdır; ben onlardan biriyim. İlkokulun ilk üç sınıfını bir il okulunda okuyup, Gezici Başöğretmen olan Babamın atanması nedeniyle 4üncü sınıfı bir köy ilkokulunda (5 sınıflı 3 derslikli ve 3 Enstitü çıkışlı öğretmenli) 5inci sınıf bir Yatılı Bölge okulunda (5 sınıf 5 derslik l müdür 5 öğretmen) okudum. Müdür ve 3 öğretmen Enstitü çıkışlı idi. 2 öğretmen - biri babam, eski öğretmen idiler. .
Bir pazar günü idi. Öğretmenlerimiz ya ile ya da ilçeye gitmişlerdi. Yakınımızdaki köyden, caminin minaresinden Arapça bir sesler duymaya başladık. Okul bahçesinde taş sektirme oynuyorduk. Anlamadık, Okulun yanında güneşleyen bir ihtiyara sorduk. 'Bu ezan dedi, Kemal değiştirmeden böyle okunurdu dedi, aslı budur. Şaşırmıştık. Biz ezanı hep Türkçe biliyorduk. Ardından sıkı sıkıya tembihledi 'aman çocuklar öğretmenler gelince o köyün ezanı Arapça okuduğunu söylemeyin, başlarına bir şey gelmesin'. Biz bilemedik öğretmen ne yapabilirdi ki, niye korkarlardı ondan o kötü bir şey yapmazdı ki. Yoksa korkanlar kötü bir şey yapanlar mı idi?
1943 Mart ayı sonlarında Yücel ve Tonguç İvriz Köy Enstitüsünü ziyaret ediyordu. Güneşli bir gündü ve kümeler (sınıflar değil) işliklerin (dershane değil)dışında, açık havada Yurttaşlık Bilgisi dersi yapıyorlardı. Elinde fotoğraf makinesi ile Tonguç ve konuklan çıkageldiler. Dersin konusunu öğrendikten sonra, sonradan Niğde Aksaray Demirci köyünden 1. sınıfa geldiğini öğrendiği zayıf, uzun boylu çocuğa Tonguç 'Sen kalk bakalım, Devletin yurttaşlara karşı görevleri nedir ?' diye sorar. Çocuk yanıtı bilir ama, koskoca Genel Müdür' ün ve onca konuğun önünde tıkanır kalır. Bir tek sözcük çıkmaz ağzından. Tonguç "Otur evladım" der öğretmen ve konuklara dönüp 'Çocuğun konuşmamasını bir yanlış saymıyorum. Bunlar yüzyıllardan beri sustukları için elbette birden bire konuşamazlar. Burada öğreteceğimiz ilk şey onları konuşturmak ve düşündüklerini söyleyebilmelerini sağlayabilmek olmalıdır' der. Tonguç'la geleceğin yazarı Mahmut Makal böyle karşılaşmış olurlar.
- Savaştepe'de Enstitü'yü gezen İnönü kümes nöbeti tutan bir kız öğrenciye rastlar.
Öğrenci Hatice Kolukısa, boz tulum giysisi, boynuna asılı torbası, kalın Sümerbank ayakkabısı ile İnönü ve yanındakileri selamlar, İnönü 'Ne var torbanda ?' diye sorar. Nöbetçi kız 'Ekmeğim, peynirim ve köftem var' deyip kumanyasındakileri sayar, İnönü 'başka bakayım" der ve torbadan M. E. B. klasiklerinden Sofokles'in Antigone'si çıkar, İnönü Tonguç'a dönerek 'daha Ankara'da bile okumuyorlar bunları' der gözleri dolarak. Hatice, olanca rahatlığı ile 'Yalnız ben değil bütün okul okuyor' der.
İnönü Kızılçullu'ya partinin sağ kanadındaki eğitimci R. Şemsettin Sirer'i de alarak gider. Amacı Sirer'in görecekleri ile Enstitüler hakkındaki olumsuz düşüncelerini etkilemek ve yanındaki
heyetle bir tartışma ortamı yaratmaktı. Yolda Sirer, Tonguç'a 'Bindiğim atın benden akıllı olmasını istemem. Kapımıza kazma kürekle dayanmalarını mı istiyorsun bu köylülerin' der. Akşam yemekte Tonguç bu konuşmayı İnönü'ye aktarır. İnönü kahkahayı koyuverir. 'Nerede o günler keşke öyle gelseler' der.
Yüksek Köy Enstitü öğrencileri 1945 yılı stajlarının bir bölümünü büro işlerine ayırmışlardı. On gün süre ile İlk Öğretim Genel Müdürlüğünde 5-10 kişilik gruplar halinde değişik servislerde çalışıyorlardı. Tonguç bir gün bir grubu odasına çağırdı.
Elinde iki telgraf vardı. Biri O rtaklar'dan geliyordu ve öğrenciler kahvaltıda her gün çorba verildiğinden yakınıyorlardı. Öteki Cılavuzn'dan geliyordu ve öğrenciler kahvaltıda zeytin ekmek verildiğinden yakınıyorlardı. Tonguç stajyer öğrencilere 'Ne dersiniz' diye sordu. Öğrenciler 'hallerine şükretsinler' benzeri laflar ettiler. Tonguç 'Her iki Enstitünün yönetimi de yanlış iş yapmış. Yönetim olarak yöreyi tanımak yaşam şekillerini, alışkanlıklarını bilerek davranmak gerekir' der.
Enstitülerin ve orada okuyanların suçu neydi. Onlar yalan söylemeyi, insanları aldatmayı, kısa zamanda zengin olmayı halkı çıkar ve bilgi düzeyinde dolandırmayı, çıkar çarklarının bir avuç azınlık olan kendilerinden yana işlemesinin sürdürülmesi için ötekileri cahil ve yoksul bırakmayı, kişisel çıkar ve gelecekleri için her değeri yok saymayı mı öğrenmişlerdi, öğreniyorlardı. Tam tersi iyiyi, doğruyu ve güzeli öğreniyorlardı ve asıl korku bundandı. Yönetilenler bunları bilirse, yönetim bu kadar kolay olur muydu, kendi beyliklerini bu kadar kolay sürdürebilirler miydi? Herhangi bir seçim döneminde ya da her hangi bir hükümet programında vaat edil enler imkansızlık sınırlarını aşarken bunu hiç ayıp günah saymayanlar en üst yönetim basamaklarında rahatça oturabiliyorlardı.
Türkiye'yi küçük Amerika yapacağız, Bursa'da ne varsa Hakkari'de o olacak gibi düşlerle Bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı olunurdu ama Öğretmen olunamazdı. Çünkü öğretmen doğru söylemek zorundaydı. .
. Köy Enstitüleri çağımız eğitimine damgasını vurmuş, bilimsel değerini korumuş, unutulmamış, sürekli olarak gündemde kalmış ve ülkemizin ve ulusumuzun bin yıllık geçmişi içinde bile kaçırdığı ender atılım fırsatlarından biri olmuştur. Bize özgü olması, 17. 300 öğretmen, 8756 eğitmen, 7300 sağlık memuru yetiştirmesinden ve sosyal adalet, sosyal devlet, demokratik eğitim gibi kavramları yaşama geçirmesinden dolayı da özlemini hep duymuşuzdur. Değerli okuyucular, işte benim görüşlerim, eksiğim varsa tamamlayın, hatam vardır, bağışlayın SAYILARLA ENSTİTÜLER√ 09. 07. 1943'de 4459 sayı yasa ile Köy Enstitülerine Ebe ve Sağlık Memuru yetiştirme görevi de verildi. 10-15 yıl içinde 8-10 köye bir sağlık memuru ve ebe yetiştirilmesi planlandı. O tarihlerde yaklaşık 421 ebe 305 sağlık memuru vardı. Hedef 1951'e kadar 1599 sağlık memuru ve 1948'e kadar 957 ebe yetiştirmekti. √ İ. Hakkı Tonguç der ki: Köy Enstitülerinde yetiştirilen çocuklar, skolastiğe köle olmaktan kurtarılmaya çalışılmıştır. Onların kültürleri cila şeklinde ve ezberlenerek benimsenmiş bilgi değil, iş içinde ve iş aracılığı ile öğrenilen gerçek ve öz bilgidir. √ Enstitü ziyaretlerinden birinde, alışıldığı üzere yemekten sonra öğrencilerin yaptığı eğlence toplantısına katılmak istediğini söyledi. Ama duyduğu çekiç seslerini sormadan edemedi. 'Efendim sahne hazırlıyorlar' yanıtı üzerine, Enstitüde oyunların, toplantıların ortada herkesin eşit şekilde izleyebileceği bir ortamda oynandığı ve yapıldığı anımsatıldı. Konuklarla öğretmenler önde, öğrenciler arkada, çalışanlar en arkada bir izleme düzeni istenmiyordu. √ Köy Enstitüleri tümüyle bir Türk buluşu. Ülke özelliklerine göre ve yöresel özelliklere göre eğitim programı düzenleniyordu. Unesco'da bir çok ülkeye sağlık verdi. . √ Enstitülerde başlangıçta 306 bina yapılmış ve 250. 000 fidan dikilmişti. Binalar, çadırdan başlayarak ve Enstitüler arası yardımlaşmaya dayalı-böylece Kars’taki batıyı batıdaki doğuyu görüyordu - derslik, işlik, yatakhane, mutfak ve yemekhane, tiyatro salonu, yönetim binaları, ahır ve ağıllar v. b. . . √ Enstitülerde temel yaklaşımlardan biri de 'Uygulanamayan bilgi bilgi değildir' yaklaşımı idi. √ Her öğrencinin ya da insanın bir yeteneği vardır. Bunu bulup çıkarmalı ve onu geliştirmeli. Kimi öğretmen olur kimi müzik yapar kimi marangoz olur ama bir yeteneği vardır. √ Aşık Veysel v. b. ustalar usta öğretici olarak görev yaptılar. √ Enstitüden mezun olanlara o zamanın parası ile 150 liralık kitap veriliyor ve köyüne götürmesi sağlanıyordu. (Yaklaşık 150-200 kitap) √ Her Enstitü'nün bir bölgesi vardı ve Enstitü oranın merkezi idi. Üretimin tüm bölgede geliştirilmesi hatta pazarlaması planlanırdı.. Bölgenin sadece tarımsal değil enerji ve maden kaynaklarının da harekete geçirilerek tarımsal sanayi ve sanayie geçiş hazırlıkları yapılırdı. Her Enstitü elektriğini kendisi üretir, suyunu kendisi getirir, sulamayı kendisi yapar ve bölgeye hem örnek hem de yardımcı olurdu. √ 5 sınıflı ilkokuldan sonra 5 yıl eğitim yapılırdı. 3 sınıflı köy okullarından gelenler 2 yıl daha okuyup ilkokulu burada tamamlarlar ve sonra Enstitüye başlarlardı. Eğitim sürekli ve gelişmeci idi, durağan değildi her yıl hatta yıl içinde yeni programlar eklenir bilgi yöntemleri yenilenirdi. Yaz tatili 45 gündü köyüne gitmeyen dilerse kalabilir ya da bir başka Enstitüye konuk olurdu. √ Köy-şehir buluşması, köy-kent ya da merkezi köy uygulamaları gibi köy-şehir buluşmasını sağlayan ya da yerleşimin çok parçalılığını önleyen düşüncelerin öncüsü de Enstitülerdi. √ Köy Enstitüsü dergisinin tirajı 16. 500 idi. √ Köy Enstitüleri çoğunun sandığı gibi öğretmenlikle beraber marangozluk, demircilik öğreten bir yer değildi, idealist, akıncı, özverili lider yetiştiren birer ocaktı. Enstitülerin amacı da köyde yeni tip bir lider yetiştirmek ve köylüyü bu liderler kanalıyla kalkındırmaktır. √ Köylerine dönen öğretmenlerle Enstitünün ilgisi kesilmiyor, dergi ve kitap desteği yanında sürekli izleme ve bilgilendirme yapılıyordu. KAYNAKÇA
|
| |