BAŞ SAYFA
YAZILAR
MAVİPENCERE
GÖZLEMEVİ
ARKABAHÇE
IŞIKLIYOL Alıntılık Belgelik Yarenlik Okumalık Bakmalık Gezinmelik |
EN ESKİ İNANÇ SİSTEMLERİNDEN BİRİ OLAN ZERDÜŞTLÜĞE BİR BAKIŞ
| |||||||||||||
| |||||||||||||
I - DOĞA, İNSAN, DİN
İnancın İşlevi Orhan Hançerlioğlu Dünya İnançları Sözlüğü kitabının arka kapağında şöyle diyor:
İnanç, bilginin bittiği yerde başlar. İnsanlar bilmediklerini hayal etmişler ve hayal ettiklerine inanmışlardır. Bilgiyle açıklayamadıklarını hayal güçleriyle açıklarken, bilme ihtiyaçlarını karşıladıkları kadar, toplumsal ve ekonomik ihtiyaçlarını da karşılamaya çalışmışlardır. Bir bereket tanrısı besin sağlamak için, bir sağlık perisi sağlığı korumak için hayal edilmiştir. İnançların altında yatan gerçek nedenleri bulup çıkarmak bilimin görevidir. Bunu yapabilmek için de onları bütün ayrıntılarıyla bilmek gerekir.
İnsanlar kültür birikimlerinin daha henüz başında iken anlamadıkları konuları, baş edemedikleri güçleri, başlarına gelen felaketleri açıklamak ya da destek almak için güçlü tanrı kavramları yaratmışlardır. Bunlar arasında gökyüzünü, yeryüzünü, denizleri, fırtınayı, güneşi, ayı, yıldızları, ateşi, bilgeliği, güzelliği, aşkı saymak mümkündür. Daha sonra ipin ucu kaçmış ve yaşantımızla ilgili hemen tüm konular için tanrılar ve tanrıçalar yaratılmıştır. İlginç konulardan bazılarını sıralamak gerekirse:
Aristalos : Arıcılık Tanrısı Fatum : Talih Tanrısı Fides : Sözünde Durma Tanrıçası Flora : Yeşeren Bitkiler Alemi Tanrıçası Fors : Tesadüf Tanrısı Fraude : Hile Tanrıçası Furina : Hırsızların Tanrısı Hestia : Aile Faziletleri Tanrıçası Hypnos : Uyku Tanrısı Limos : Açlık Tanrıçası Momos : Alay ve Hiciv Tanrıçası Morpheus : Rüyalar Tanrısı Phantaso : Fantezi Tanrısı Phobos : Korku Tanrıçası Senius : İhtiyarlık Tanrısı Sentinus : Duygu Tanrısı Thyke : Tesadüf Tanrıçası Başa ZorunluluklarBilim ilerledikçe insan doğa olaylarını ve canlıları giderek daha fazla izah edebilmiş, tanrıların sayısı giderek azalmış ama tanrı kavramı tamamen terk edilememiştir. Bunun arkasında yatan nedenler çeşitlidir.Ölümden sonra ne olacak?Nedenlerden bir tanesi ölümden sonra ne olacağı korkusudur. Bir an için hepimizin kimyasal bir reaksiyon oluğunu, öldükten sonra bu kimyasal reaksiyonun duracağını ve bunun dışında hiçbir şey olmayacağını düşünelim. Ruh yok. Bildiklerimiz, anılarımız, düşüncelerimiz, hayallerimiz, her şey, ama her şey yok olacak. Devamı yok! Arkası gelmeyecek… Ne kadar korkunç değil mi? Ve ne büyük bir kayıp…Felaketler ve baş edilemeyen olaylarBazı doğa olayları her şeyin üzerinde çok güçlü ve yüce bir varlığa inanma eğilimini devam ettirdi. Anlaşılamayan ve başa çıkılamayan felaketleri izah edebilmek için insanların tanrıya ve “tanrının gazabı” kavramına hala ihtiyacı vardı. 1347 yılında İtalya‘da başlayan ve daha sonra İsviçre‘ye, Doğu Avrupa ülkelerine, Fransa, Almanya ve İngiltere‘ye sıçrayan, Avrupa nüfusunun üçte birinin ölümüne sebep olan veba hastalığı o tarihte bilinmediğinden birçok insan bunu Tanrının bir cezası olarak yorumlamıştı. Bazı insanlar ölümlerden dolayı Tanrıyı lanetlerken Fransa kralı Philip VI, Tanrıyı daha da kızdırmamak için bu tür insanlara karşı önlemler almıştı. Tanrıya hakaret edenler belli şekillerde cezalandırılıyorlardı. İlk hakarette kişinin alt dudağı, ikinci hakarette üst dudağı, üçüncüde ise dili kesiliyordu. Tanrıyı bu kadar kızdıran günahlarından kurtulmak için insanlar kendi kendilerini halk önünde cezalandırıyorlardı. Düğümlü halatlarla ve ucunda metal parçaları olan kamçılarla birbirlerini dövmek, ağır haçları taşımak, başlarına dikenlerden yapılmış taç giymek popüler cezalar arasındaydı. (Bugün bazı ülkelerde tanrıya hakaret daha da ağır olan ölüm cezasını doğurabiliyor )Bazıları da Tanrı tarafından terk edildiklerine göre şeytana tapmaları gerektiğini savunuyordu. Orta çağda hep yapıldığı gibi bazı guruplar suçu içlerindeki yegâne Hıristiyan olmayan gruba, Yahudilere attı. Fransa, Avusturya ve Almanya‘da kanlı Yahudi katliamları yapıldı. Strasbourg‘da 200 den fazla Yahudi canlı canlı yakıldı. Ren nehri üzerindeki bir kasabada Yahudiler kesildi, parçaları şarap fıçılarına konulup kapatıldı ve fıçılar nehirde yüzmeye bırakıldı. Esslingen şehrindeki Yahudiler sonlarının geldiğini düşünerek sinagogda toplandılar ve kendilerini diri diri yaktılar. Ülkemizde de 1999 yılındaki Gölcük depremini de tanrının gazabı ve imansızlara verdiği ceza olarak yorumlayanlar çıkmıştı. Batı dünyasından vereceğimiz güncel örnek ise Çin‘deki deprem hakkında: Sharon Stone‘a göre Çin‘deki deprem, hükümetin Tibet‘e muamelesi yüzünden ortaya çıkan kötü-karma‘nın bir neticesiydi. Felaketlerden kurtulma ümidini kaybetmemek ve zor anlarda medet umulabilecek bir mercie sahip olabilme arzusu da “en azından bir tanrı olmalı” fikrini yaşattı. Piyango çekilirken, imtihana veya bir yarışa girerken, sağlığımız bozulduğunda, uçak düşerken tanrıya yalvarışımızı hatırlayalım. Bilim hala her şeyi açıklayamıyorBir diğer neden ise insanların keşfettikçe, tabiatın sırlarını çözdükçe, daha yolun çok başında olduklarını fark etmeleri ve bütün bu bilinmeyenler için hala bir yaratıcı kavramına ihtiyaç duymalarıydı. Evet, fırtınalar, gök gürültüsü, deprem, volkanlar ve hastalıklar artık bilimsel olarak açıklanabilmekte idi. Bunların tanrısal güçler sayesinde değil, fizik, matematik, kimya kuralları çerçevesinde oluştuğu anlaşılmıştı. Ama bu kuralları kim tasarlamıştı? Bilim ilerledikçe ve yeni keşifler yapıldıkça yaşamın arkasındaki bu karmaşık düzen bilim adamlarını bile bu tasarımın arkasındaki varlığı düşünmeye zorlamaktaydı. Devir aldığımız tüm bilimsel mirasa rağmen, atomun yapısı, kâinatın oluşumu ve kök hücrelerle ilgili bilgilerde elde edilen ilerlemeler bize yaratılış ve yaşamla ilgili konuları tam olarak açıklayabilmekten çok uzakta olduğumuzu göstermekteydi. Üstelik keşiflerin neticesinde tasarımcıya karşı duyulan hayranlık hissi “tanrılar enflasyonuna” da uyuşmuyordu. Birçok varlığın bu melekelere sahip olabilmesi yaradılışın ve evrenin ardındaki sırları küçümsemek olacaktı. Bu muhteşem eseri yaratanın tüm kavramların üzerinde olacak şekilde yüceltilmesi gerekiyordu. Bu yüzden bilim ilerledikçe tanrı fikri terk edilemedi. Bilakis, her şeyin üzerinde bir yaratan olduğu fikri bilim adamları arasında bile giderek daha fazla kabul görmeye başladı.Eğer kâinat, üzerinde yaşadığımız dünya, gördüklerimiz, duyduklarımız, kısacası algıladıklarımız hep yüce bir yaratanın eserleri ise, tanrı arayışında tekrar başa dönülmüyor muydu? Var oluş ve yaşamın ardındaki güç nasıl bir şeydi? Gayet tabii tanrıyı izah eden öğretiler yani dinler vardı. Ancak, bunlar içine doğduğumuz yöresel toplumun benimsediği görüşlere dayalı, toplumlar tarafından evrimleştirilmiş öğretiler değil miydi? Dünyanın hangi bölgesinde doğmuşsak, o bölgede yerleşmiş olan inanç sistemini öğrenip benimsemiyor muyduk? Bu durumda gerçek tanrı kavramı hangisiydi? Hangi toplumun benimsediği görüş doğruydu? Başa Ortak ÖğelerOysa, dinleri ve dinler tarihini incelediğimizde, bütün dinlerin aslında birbirlerinden ve yöresel kültürden etkilendiklerini, buna göre şekil aldıklarını görürüz. Yayıldığı Bölgedeki diğer dinler üzerinde etkili olan Zerdüşt dini de bunun en belirgin örneklerinden biridir. O halde, dinler arasında sanki çok büyük farklılıklar varmışçasına olayları abartmak ve toplumlar arasında husumet yaratmak en hafifinden tutuculuk olmaktadır. Önemli olan insanın yüce bir yaratana karşı içinde beslediği inançtır. Bunun haricinde “benim dinim senin dinini döver” şeklindeki bir yaklaşım ve bundan dolayı yaratılan toplumlar arası savaşlar biz insanlara yakışmamaktadır.İnsanlar bütün akıl, zeka ve bilgi birikimlerine rağmen özgür olması gereken iradelerini farkına varmadan ve kolaylıkla esaret altına sokabilmektedirler. İnsanı akılcılıktan uzaklaştırarak esareti altına alabilen konular çeşitlidir. Bunlar arasında cahillik, taassup, para ve mevki ihtirası, tutkular, hatta aşırı saplantılı değer yargıları bile sayılabilir. Ama bunların içinde en önemlisi, tarih boyunca insanları etkisi altına alabilen inanç sistemleri olmuştur. İnanç, insanların daima yumuşak karnı olmuş, bu inançlara hitap edebilenler ya da yönlendirebilenler aynı zamanda toplumları yönetebildiklerini ve kendilerine de prestijli bir ekmek kapısı kazandırdıklarını keşfetmişlerdir. İnsanlar inançları uğruna çocuklarını ateşe atarak Moloch denen tanrıya kurban etmişler, doğudan batıya her yerde birbirlerini öldürmüşler, toplumsal savaşları günümüze dek sürdürmüşler, canlı bomba olmak için inançlarından cesaret almışlardır. Haçlı seferleri, Hıristiyanların ve Müslümanların Kudüs‘ü ele geçirme gayretleri, Tapınak Şövalyelerinin din mahkemelerinde işkence görmesi, İngiltere‘de Katoliklerle Protestanlar arasındaki çatışmalar, İspanya‘da Yahudilerin Katoliklerden gördüğü zulüm, günümüzde Filistin‘de Müslümanların Yahudilerden gördüğü zulmün arkasında hep dinler olmuştur. İS. III. yüzyılda ortaya çıkan ve bütün dinleri birleştirme gayretinde olan Manicilik de Zerdüşt inanışın gazabına uğramış, dinin kurucusu olan Mani çarmıha gerilerek derisi yüzülmüş ve içi saman doldurularak halka teşhir edilmiştir. Toplumlar binlerce yıldan beri yaşamlarını da dinlere göre düzenlemişlerdir. Dini tatiller bütün toplumlarda görülmektedir. Kilisede ve televizyonda rahiplerin Pazar günü ayinleri Hıristiyanların yaşamında önemli bir yer tutmaktadır. Yahudilerin Şabat (Sabbath) günü çalışmaması, Katolik inancında boşanma ve doğum kontrolüne müsaade edilmemesi, bebeklerin vaftiz töreni, Ramazan ayındaki toplumsal koşullar, Hac turizmi, bazı Müslüman ülkelerde din polisinin insanları zorla ibadete göndermesi yaşantımızın dine göre nasıl düzenlendiğini gösteren örneklerdendir. Bugün bile teknolojide, demokraside ve insan haklarında öncülük yapan Avrupa ülkeleri oluşturdukları Avrupa Birliğinin bir Hıristiyan kulübü olduğunu söyleyebilmekte ve toplumsal düzenlerini bu fikrin etrafında oluşturmak istediklerini, bu birliğe Müslüman bir ülkeyi almak istemediklerini belirtebilmektedirler. Başa II - ZERDÜŞTLÜK BilgilerimizOysa yukarda da değinildiği gibi, akılcı incelemeler göstermekteydi ki dinler insanların kendi inançlarını etrafına öğretmesiyle oluşmuştu ve farklı toplumların inanç sistemleri ve kültürleri birbirinden etkilenmişti. Bu tür etkileşimler bağlamında Zerdüştlük oldukça ilginç nitelikler taşımaktadır.Bununla beraber, Zerdüşlükle ilgili bilgiler kesin değildir ve kaynağına göre farklılıklar arz eder. Bazı kaynaklara göre Zerdüştlük hakkında bugün yapılan açıklamaların çoğu sonradan yakıştırılmış olup doğruluğu kuşkuludur. Zoroastre veya Zarathushtra olarak da adlandırılan Zerdüşt bazı kaynaklara göre İÖ 500 lü yıllarda, bazı kaynaklara göre 800 lü yıllarda, bazı kaynaklara göreyse 1500-1200 lü yıllarda yaşamış İran‘lı bir peygamberdir ve kendi adıyla ifade edilen Zoroastrizm ya da Zerdüştlük dininin kurucusudur. Bu din Araplar ve Türkler tarafından Mecusilik ve Ateşperestlik olarak da adlandırılmıştır. Zerdüşt‘ün Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Aras nehrinin kolu olan Sabalan Dağı‘ndan çıkan Draja "bilinmediği yerde iyiyi tarif edemezsin” fikri ile ve düalizmle tanışır. 23 yaşında Sabalan Dağı ‘ndaki bir mağarada inzivaya çekilir. Yaradılışı, dünyanın sırlarını, yaşamın nereden geldiğini ve nereye gideceğini düşünür. Bu düşüncelerle 7 yıl dağdaki mağarada kaldıktan sonra Ahura Mazda inancını geliştirir ve dağdan inerek bu inancı yaymaya başlar. Zerdüş‘ün sorularının cevabını alabilmek için Ahura Mazda ‘ya yakarışı şöyledir: Sorarım sana, Tanrım, Doğrusunu söyle bana, Kutsal Varlığın Atası İlk Babası kimdi? Güneşle yıldızların Yollarını çizen kim? Ay kimin gücüyle Büyür, küçülür? Bunları anlat bana, Her şeyi, her şeyi anlat, Tanrım. Sorarım sana, Tanrım, Doğrusunu söyle bana, Kim düzene getirdi dünyayı? Kim tuttu tüm göğü, Yerli yerinde sağlam? Kim yarattı tüm Şu ağaçları, ırmakları? Kimdir hız veren Rüzgârlara, bulutlara? Kimdi ey Ahura Mazda, İyi düşünceyi yaratan? Sorarım sana, Tanrım, Doğrusunu söyle bana, Kim sevgiyle yaratmıştır Karanlığı, aydınlığı? Kim en iyi duygularla Uykuyu, uyanmayı var etti? Kim yarattı sabahı, Öğleyi, akşamı, Göreve çağırmak için Akıllı, bilge insanları? | |||||||||||||
Zerdüşt‘ün Ahura Mazda tarafından vahiy edilen sözleri “temel” anlamına gelen Avesta isimli kitapta toplanmıştır. Avesta‘nın yorumuna ise Zend denmektedir. Bu iki kitabın birleşmesinden oluşan kutsal kitap ise Zend Avesta olarak bilinmektedir. Orijinalinin 12,000 öküz derisi üzerine yazıldığı ve daha sonra bunların İskender tarafından yaktırıldığı söylenmektedir. Şu andaki metnin, eski metni ezberlemiş olan insanlar tarafından kuşaktan kuşağa aktarılarak İS III. yüzyılda yazıldığına inanılmaktadır. Başa
Yeri ve ÖnemiZerdüştlük tek tanrı kavramını ortaya atan ilk din olarak inanç tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. İnsanları batıl inançlara, kanlı kurbanlara ve dinsel ayinlere körü körüne yönlendiren dinsel öğretiler yerine• İnsanın inancını özgür aklın ışığında kendisinin oluşturması, • İyinin yanında yer alıp kötülüğe karşı mücadele ederek tercihlerini kendisinin yapması ve • Tabii ki neticelerine de kendisinin katlanması gibi önemli özellikleri barındıran bir inanç sistemidir. Bu mücadeleciliğin doğal neticesi de kaderci olmamak açısından önemlidir. Aynı zamanda • Ruh, • Ölümden sonra diriliş, • Kıyamet günü, • Tanrı katında hesap verme, • Cinvat köprüsü gibi kavramları da inanç sistemine yerleştirmiş ve Yahudilik, Hıristiyanlık, Budizm, hatta Müslümanlık gibi birçok dini de bu kavramlar doğrultusunda etkilemiştir. Zerdüşt dini her ne kadar Mazdeizm olarak da bilinse de, bazı kaynaklar Zerdüşt ‘ten önce de çok tanrılı bir Mazdeizm dininin mevcut olduğunu ifade etmekte, Zerdüştlüğün bu Mazdeizm‘i tek tanrı yönünde evrimleştirdiğini söylemektedir. Mazda ışığı ve bilgeliği temsil etmektedir. Bu anlamda Ahura Mazda bilge tanrıyı ifade etmektedir. Zerdüşt‘e göre iyilik ve kötülüğün kaynakları ayrı idi. Yani kötülük yaratıcı tanrıdan geliyor olamazdı. İyiyle kötü arasındaki bu düalizm aslında kişinin ruhunda mevcuttu. İyi ruh Spenta Mainyu, kötü ve yıkıcı ruh Angra Mainyu olarak adlandırılıyordu. Tanrı Ahura Mazda iyi ruhun babası olarak biliniyordu. Ancak, Ahura Mazda ‘nın karşısında kötü ruhun babası olan bir başka tanrı yoktu. Ahura Mazda tek tanrıydı ve diğer tanrısal güçlerle birlikte, karanlığı ve kötülüğü temsil eden Ahriman da sadece bir melek, yani şeytandı. Ancak, Zerdüşt ‘ün ölümünden sonra Ahriman tekrar tanrı mertebesine yükseltilmiş ve iyi tanrı/kötü tanrı kavramları altında iki tanrılı bir inanç sistemi geliştirilmiştir. Başa Akidelerİyilik ve kötülük arasında sürekli bir savaş vardı ve bu savaş iyiliğin zaferiyle sonuçlanacaktı. İnsanlığın görevi iyilik için dua etmek ve kaderci olmak değil, iyilik safında mücadeleye katılmak olmalıydı. Savaş iyiyle kötü, aydınlıkla karanlık, gökyüzüyle yeryüzü arasındaydı. Zerdüşt ‘e göre bu inanış şekli sadece İran halkı için değil, tüm insanlık için geçerli olmalıydı.Zerdüşt felsefesinin değerleri üç başlıkta toplanmıştı: • Düşünce iyi düşünülsün! (hum‘ata) • Söz iyi söylensin! (hak‘hata) • İş iyi yapılsın! (hve‘sta) Bu anlamda, etik davranışı inanç sistemlerine ilk kazandıran kişinin Zerdüşt olduğu söylenir. Ölümle bağlantılı her şey kirli sayılıyordu. Temiz olan toprağın, suyun ve ateşin kirletilmemesi için ölüler gömülmüyor, ateşle temas ettirilmiyordu. Sessizlik kulesi denilen kuleler inşa etmişlerdi. Ölüleri bu kulelerin üzerindeki çukurlara bırakıyorlardı ve yırtıcı kuşların cesetleri parçalayarak yemesini sağlıyorlardı. Geride kalan kemikler ise kulenin ortasındaki çukura atılıyordu. Zerdüşt ‘e göre aydınlık, ışık, güneş ve ateş aynı şeydi ve iyiliği temsil ettiğinden kutsaldı. Bazı kaynaklar Zerdüştlerin ateşe taptığını söylese de bu doğru değildir. Ritüeller kutsal ateş önünde yapılıyordu ve ateş iyiliği, aydınlığı, ışığı, güneşi temsil ediyordu. Üç çeşit ateş yakılıyordu: (1) Ev ateşi: Bu evdeki ocağın ateşiydi. (2)Mabetlerde yanan ve kötülükleri uzaklaştıran ateş: Ateş, tanrının mevcudiyetinin ve enerjisinin yaşayan bir görüntüsüydü. Bu ateş mabetlerde sadece ritüeller esnasında yakılmakta, Hindistan ‘daki ve İran ‘daki bazı mabetlerde ise hiç söndürülmemektedir. Mabetteki ateşe yaklaşanların nefesleri ateşi kirletmesin diye kişilerin yüzlerini örtmesi esastır. (3)Halk topluluklarınca meydanlarda yakılan ve etrafında eğlenilen ateş: Bu ateş aynı zamanda insanları günahlarından arındırma ya da kişilerin suçsuzluğunu ispat etmesi için kullanılıyordu. Suç ve günah işlemiş insanlar kime karşı suç veya günah işlemişse onun yakacağı ateşin içinden yürüyerek suçunu affettirmesi veya kendisinin suçsuz ve günahsız olduğunu ispatlaması gerekiyordu. |
| Zerdüşt anlayışında tanrı korkusu, üzüntü, gözyaşı, kendini suçlama ve cezalandırma yoktu. Ruhsal yaşamda rahat edebilmek için maddi dünyanın nimetlerinden ve zevklerinden mahrum olma anlayışı da yoktu. İnsanlar itaat etmek mecburiyetinde oldukları bir tanrının çocukları ya da kulları değil, iyiliğin galibiyeti için onunla birlikte savaşan yandaşlarıydı. Zerdüşt ‘ten önceki dönemlerde şeytanları yatıştırmak ve onları mutlu kılmak için kurban kesilirdi. Şeytanların kurbanlardan çıkan buğu ile beslendiklerine inanılırdı ve böylece onlara ibadet edilmiş olunurdu. Zerdüşt şeytana karşı Ahura Mazda ‘nın yanında savaştığı için kurban fikrine de karşıydı. Başa Tarih ve efsaneZerdüşt ‘ün bir Turan askeri tarafından öldürüldüğü söylenir. Ölümünden sonra Zerdüşt ‘ün kurduğu din değiştirilmiş, Ahriman tanrı mertebesine yükseltilmiş, çok tanrıcılığa ve boş inançlar içeren bir şekle dönüşmüştür.İS 650 yılında Müslüman Arap‘ların İran ‘ı işgal etmesiyle Zerdüşt inancına sahip olanların bir kısmı Afganistan ‘a, bir kısmı da Hindistan ‘a kaçmış ve o yörede gelişmiş, aynı zamanda Budizm ‘i de etkilemiştir. |
Zerdüştlerin bugünkü sayısının 200,000 civarında olduğu sanılmaktadır. Bunların 40,000 i İran ‘da, 100,000 i Hindistan ‘da geriye kalanları ise İngiltere, ABD, Pakistan ve Kanada‘da yaşamaktadır. Diğer taraftan Kutsal Kitaba atfedilen efsanelere göre Hz. Süleyman mabedi inşa ettikten sonra İsrail Oğulları işlerinin bittiğini sanmışlar, rehavete kapılmışlar ve inançlarından sapmışlardır. İstilaya uğrayan İsrail Oğulları 70 yıl süreyle Babil’de esaret altında yaşamışlar, üç nesil boyunca bulundukları Babil’de Zerdüşt öğretisinden etkilenmişlerdir. Keyhusrev’ in Babil’i almasından sonra burada esir tutulan kavimlerin serbest kaldığı, onların da Zarobabel ’in liderliğinde eski yurtlarına döndükleri gibi rivayetler Kutsal Kitapta yer alan menkıbelere dayanılarak anlatılmaktadır. Hürriyetleri bağışlanıp da ikinci mabedin inşası için ülkelerine geri dönen İsrail Oğullarının Zerdüşt inancını da beraberlerinde taşıdıkları ve bu öğretinin bölgede gelişen Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık ve kuzeyde de Budizm gibi dinler üzerinde etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bazı çevreler Musa’nın Zerdüşt’ten birkaç yüzyıl önce yaşadığını belirterek bu fikre karşı çıksa da, Yahudilerin kutsal kitabının Musa zamanında değil, Musa’dan yüzyıllarca yıl sonra yazıldığı bilinmektedir. Bu konuda Orhan Hançerlioğlu’nun Düşünce Tarihi isimli kitabında 1757-1820 yılları arasında yaşamış olan bir yazarın sözlerinden yaptığı alıntı için yandaki kutucuğa bakınız |
| BenzerliklerAşağıda Zerdüştlük ile semavi dinler arasındaki belli başlı benzerlikler belirtilmektedir. Buna bakınca yandaki kutuda yer alan bir Bir Zerdüşt Din Adamının Konuşması’nın pek de dayanaksız olmadığı kolayca ileri sürülebilir . Tanrı ile buluşma diğer dinlerde olduğu gibi Zerdüştlükte de dağda olmuştur. Bu dağ Zerdüşt inancında Sabalan Dağı, Musevilikte Sina Dağı, Hıristiyanlıkta Seir Dağı, Müslümanlıkta ise Hira Dağı olmuştur. Zerdüşt’ün tanrı Ahura Mazda ile konuşması ve talimatları alması “Kutsal Ölümsüzler” olarak bilinen altı melek aracılığıyla olmuştur. Daha sonra bu melek kavramı Hıristiyanlık ve Müslümanlık dinlerinde de görülmüştür. İyiliği ve aydınlığı temsil eden Ahura Mazda tanrıyı, kötülüğü ve karanlığı temsil eden Ahriman ise Şeytan‘ı ifade ediyordu. Cennet ve cehennem, ruh, ölümden sonra diriliş, kılıcın keskin kenarı kadar ince olan Cinvat köprüsünden dinsizlerin geçemeyip cehenneme düşmesi, günde beş vakit ibadet hep Zerdüşt inancında mevcut olan kavramlar idi. Adem ile Havva kavramına benzer bir şekilde Zerdüşt inancında tüm canlıların başladığı bir ilk mevcuttu. Ağaçların ilki Hom, hayvanların ilki ise boğa olarak bilinmekteydi. İlk insan ise boğanın böğürlerinden oluşmuştu. Hıristiyanlıktaki “baba, oğul ve kutsal ruh” üçlemesi Zerdüşt inancına göre kutsal sayılan ateşin tanrı Ahura Mazda’nın ruhu ve oğlu anlamına gelmesine benziyordu. Zerdüşt inancına göre fakirlere cömert davranma, yabancılara misafirperverlik, toprağı sürme, sığırlara bakma, iyilik yapma anlamındaydı. Bu yüzden sığır etinin yenmesi yasaktı. Muhtemelen nedenleri farklı bile olsa, gene de Hindistan’da sığır etinin yenmemesi, Yahudilik ve Müslümanlıkta da domuz etinin yasak olması ister istemez bir benzerliğe dikkat çekmektedir. Başa Sözün ÖzüAslında Tevrat, İncil ve Kuran’da yazılı olan birçok konunun şu veya bu şekilde Sümerlilerin çivi yazılarında da anlatıldığı, dolayısıyla bu dinlerin çok daha eski tarihli Sümer kültüründen bile etkilendiği de ileri sürülmektedir.Bütün bunlar gösteriyor ki insanların tanrı ile ilgili düşünceleri (olması gerektiği gibi) kişisel algılamalarla değil, toplumsal öğretilerle şekillendirilmektedir | |