İSTANBUL'A AĞIT
Ey koca İstanbul,
Ne çok günahın vardır senin.
Onca kilise, camiler, surlar,
Kim bilir kaç kölenin,
Canı pahası yapıldılar.
Bunca yıl sen sefa süresin diye,
Küffardan haraç kesesin diye,
Nice yiğit gitti de dönmedi evine.
Nice kadın dul, nice çocuk yetim,
Evler ersiz, gözler fersiz kaldı.
Senin için derler ki:
”Ey kırk hovardadan arta kalmış,
Eline kan yüzüne kara bulaşmış,
Gözü çöplükte kalmış yaşlı fahişe.”
Artık yetti gayri, bitti devran.
Bu zaman artık başka zaman.
Belli ki intikam günleri gelmiş.
Saplamışlar kanlı bir hançer gibi,
Göğsüne göğsüne gökdelenleri.
Takmışlar boynuna gerdanlık diye,
O demirden terelelli köprüleri.
Köstebek gibi altını oymuş birileri,
Ordan oraya geçirmiş tünelleri.
Tat kalmamış havanda suyunda,
Onca sahil talan, yok olmuş izlerin,
Çöplüğe dönmüş denizlerin.
Nerde o güzelim mekanlar,
Beykoz, Kanlıca, Emirgan’lar.
Sevgili beklenen ada sahilleri nerde,
Huzur almaya gittiğimiz Kalamış.
Hiç birinden eser kalmamış.
Ah İstanbul.
Sesini duyar gibiyim inliyorsun.
Belli ki çok acı çekiyorsun.
Bunca yıl bunca asır el üstündeydin,
Şairlerin gözünde sanki cennet hüsnündeydin,
Çiçeğin altın yaldız, suyun allı pulluydu,
Senin sakinlerin Padişahın muteber kuluydu.
Vardı seni gözleri kapalı dinleyen,
Aşkı anlamazdı hani seni sevmeyen.
Değerin büyüktü; “bi mislü beha”ydı,
Dendiğine göre her “sengine, Yekpare Acem mülkü feda”ydı.
Sana bir tepeden bakıp Aziz diye kutsayanlar,
Bir semtini bile sevmeyi ömre bedel sayanlar,
Nerde onlar şimdi?
Ne oldu ey koca İstanbul?
Çok ah almış olmalısın belli ki.
Yıllarca sefandan habersiz, uğruna kan dökenler,
Seni doyurmak için Anadolu kırında
kök sökenler.
Onları çağırmış tanrının laneti,
Üstüne üstlük güya sevenin ihaneti.
Hepsi toplanıp üşüşmüş başına,
Herbiri talibolmuş toprağına taşına,
Artık bakmıyorlar gözünün yaşına.
Yıllardır bulundu her yıkıma bir bahane,
Sonunda ne Sadabat kaldı ne Gülhane.
Necdet Ersoy
|