Hümanist kültüre açılan küçük bir pencere

ALINTILIK
Geçen günlerden kalan
Açıklama, Bildiri, Konuşma,
Söylev v.s.
Sezen Aksu*
BİR YOL VAR!
YAŞAMAK VE YAŞATMAK

Sezen Aksu



Cumhuriyet Gazetesi, 21 Aralık 2015                    
                    BAŞ SAYFA DÜŞÜNCE ODASI  MAVİPENCERE   GÖZLEMEVİ   ARKABAHÇE   IŞIKLIYOL
                          Alıntılık      Belgelik   Yarenlik   Okumalık ‎   Bakmalık   Gezinmelik
İzmir’deyim. Gözümü annemin üzerinden ayırmadan ‎oturuyorum. Dayımın tabiri ile “ bağ arası” gözlerini ‎araladığında içim taşarak... Biraz evin havasından, biraz da saksıyı ‎durduramadığımdan pek konuşmak gelmiyor içimden. Bir haber kanalı sürekli ‎açık. Kaygılıyım, acı çekiyorum. Annem için... Memleketim için... İkisi tuhaf ‎bir şekilde birbirine karışıyor.
‎ Telefon çalıyor. Ülkenin bu çok zor ve sert gündeminden payını orantısız alan ‎‎Cumhuriyet gazetesinden Selin ‎Ongun, “Röportaj yapabilir miyiz?” diyor. Durumumu ‎anlatıyorum. Ama mevcut koşullarda kafamı toparlayabilirsem, bir yazı ‎yazabileceğimi söylüyorum. Her zamanki kibarlığı ve anlayışıyla, “ ‎‎“Elbette” diye cevap veriyor. Aşağı yukarı neler sormak istediğini ‎soruyorum. Kırık dökük bir ses tonuyla “ özetle biz nereye gidiyoruz ‎böyle” yi içeren ve içimi titreten ifadelerle anlatıyor derdini...‎ ‎

İnsanlığın köprüden atlayışı

Telefonu kapatır kapatmaz, olayın gerçekleştiği günden beri yakamı ‎bırakmayan o kısa not, beni ele geçiriyor yine. Hatırlayanlar, bilenler vardır. ‎Doğu’da ve Güneydoğu’da araştırmalar yapan sosyolog Dicle ‎Koğacıoğlu’nun kendini Boğaziçi Köprüsü’nden atarak intihar ettiğinde ‎bıraktığı not:
“Annem, babam, kardeşim. Beni affedin, çok ‎acı var. Dayanamıyorum.”
‎ Ne oldu, ne gördü, neye dayanamadı da gencecik bir kadın kendini Boğaziçi Köprüsü’nden atacak hale geldi? Ardından ‎yazılanlardan anlaşıldığı kadarıyla enerjik, coşku dolu bir insanken...
‎ Moda tabiriyle sözde değil özde, büyük bir gönül bağıyla ve tutkuyla ‎bağlı olduğum ülkem ve ülkemin insanlarıyla ilgili kişisel duygularımı, ‎endişelerimi paylaşabilirim belki diye düşündüm. Dilerim ‎vatandaş Sezen, Sezen Aksu’ya sunulan bu ‎imkânı kullanarak derdini, dileğini, niyetini ortaya koymayı başarabilir. Çünkü ‎hepimize başka bir yol daha olduğunu yeniden hatırlatmak, aslında galiba ‎kendim de hatırlamak istiyorum.
‎ ‎“İnsanın zamanın bu diliminde bile bu kadar ilkel bir noktaya ‎savrulması neden, su ileriye doğru akmaz mı?”,
“Neden ‎‎‘parçalanarak’ bölünüyoruz, doğa hep onarmaz mı?”,
Bir şeyler doğala ters ise bundan nasıl kurtulunabilir?” ‎‎
soruları herkes gibi benim de yakamı bırakmıyor.
‎ ‎

Ülkenin doğusu yangın yeri

... ‎‎"Dansöz Dünya"‎ şu cümleyle başlar: ‎”İlk kim bozdu sonsuz uyumu? (*)

‎‎≈‎ Neden bir türlü tam yol ‎alamadık? ‎Kendi doğrusu ile bir başkasını kıyıcı bir dille yargılarken, temelde ‎savunduğu demokrasiye en aykırı tutumu sergilediğini nasıl bu kadar gözden ‎kaçırabilir insan?
‎≈‎Neden başkalarını yerden yere vururken, aslında kendini ‎üstün ve ayrıcalıklı kılmak için çırpınıyor olduğu gerçeğini ıskalar? ‎ Mesela ‎özünde mahallenin bütün kedilerini beslemeyi iş edinecek kadar iyi kalpli biri, ‎nasıl öfkesine o denli yenilip de başka bir cana kıyabilir?
‎≈‎ İnsan nasıl bir şey, ‎biz nasıl varlıklarız? ‎ Bizi hayvandan ayrıcalıklı kılan düşünme yetisi, bazen bir ‎tür lanet midir?

Okuduklarımızdan, öğrendiklerimizden, hatta bazen kendi deneyimlerimizden ‎biliyoruz ki insan - ruhsal olduğu kadar zihinsel yetisiyle de- sembolizasyonu, imajinasyonu, kurgu dünyası sınırsız bir ‎varlık... Bilim, her türlü keşif, icat; edebiyat, sinema, müzik, resim alanındaki ‎üstün üretimler bu yetiden, insanın bu aydınlık yanından vücut buluyor. ‎Karanlık yanı, adı üzerinde, karanlık...
‎ Doğumla birlikte dünya iklimine geçtikten sonra günbegün -korunmak gibi ‎masum bir kılıfla da olsa- egoyu silah gibi nasıl kuşanabiliyoruz? O silahla ‎öldürüyoruz, ölüyoruz. O kadar ki egonun karanlık yanına, en üstün değerleri ‎üretenler bile yenik düşebiliyor.
‎ İnsanın kendi ile ilgili tasavvuru o kadar büyük ki Vamık D. ‎Volkan’ın kitabının adı gibi“Kimlik İçin ‎Öldürmek” o tasavvurun içinde normalleşip, rasyonelleşebiliyor.‎ ‎

Polemiklerde boğulmak

‎ Tüm bunları neden düşünüyorum? Hiçbir olayı ve durumu, insan faktöründen ‎bağımsız değerlendiremeyeceğimiz için... Çok sevdiğimiz her şeyi yok ‎edebilecek bir potansiyeliz özetle. İnsanın, özü ıskalayıp, polemik ‎bataklıklarında boğulması da bu yüzden zaten
‎ Biz boğuladuralım,
ülkenin doğusu yangın yeri; ‎insanlar ölüyor. Şehirler, köyler, sokaklar, okullar, hastaneler; dahası evler, ‎ocaklar yerle yeksan.
.. Orada çok acayip şeyler oluyor. Öğrendiğimizde ‎taşıyamayıp bir köprüden atlayacağımız kadar korkunç şeyler mi yaşanıyor? ‎Ve biz gerçek bilgilere ne kadar ulaşabiliyoruz?
‎ ‎ Sur, Dargeçit, Nusaybin, Silopi, Cizre’de doktor izinleri ‎kaldırılıyor, hastanelere özel hazırlık önlemleri almaları söyleniyor, polis, asker ‎sevkiyatının artırıldığı haberleri geliyor bölgeden, öğretmenler il ve ilçelerden ‎uzaklaştırılıyor. Neden? Ne oluyor? Neler olacak? Neye hazırlanmamız gerekiyor?‎ ‎

Çözüm ve egosuz diyalog

‎ ‎
Hiçbir ülkede yapılan hiçbir uygulama, o ülke ‎bireylerinin, hatta onların gelecekteki torunlarının onuruna, gururuna ve ‎vicdanına ters düşmemelidir.
Bu değerli alanlar lekesiz kalmalıdır. ‎Demokrasi leke tutmaz, yosun bağlayamaz.
KARAR ‎VERİCİLER, UYGULAYICILAR VE DEMOKRASİ TEMSİLCİLERİ BİR ‎ÜLKENİN O ÜLKEDE YAŞAYANLARA AİT OLDUĞUNU HEP ‎HATIRLAMAK ZORUNDADIRLAR.
Yöneticilerin, temsil ettikleri ‎bireylerle aralarındaki demokrasi adına yaptığı sosyal ‎kontratın temeli ve kaynağı budur; meşruiyeti buna dayanır.
‎ İnsanlığın temel hak ve özgürlüklerinin karşısında verilmiş her “yok ‎et” ya da “yok say”< /b> emri, birliğe ve kardeşliğe ağır bir darbe ‎indirmek, geleceğe utanç ve nefret tohumu ekmektir. Çözümün yolu egosuz, ‎objektif ama tarafların hassasiyetlerini incelikle gözeten diyalogdan geçer. ‎Yani demokrasiden...
‎ Kişisel duygu ve güdülerin devlet yönetiminde yeri olamaz. Demokrasi bütüne ‎hizmet eder. Bireyleri, onların refahlarına hizmet etmesi için kurulan ‎demokratik sistemler yönetir. Dolayısı ile sistemlerin egosu olmaz; kapsayıcı ‎ve bütünleştirici olmak için kurulmuşlardır.
‎ Bu çatışma ortamı her tarafta birçok yaralı ruh bıraktı. Sadece yaşadığımız ‎zamana sığmayıp, nesiller boyu taşınacak bir tür genetik acı gibi... Bu intikam ‎mirası ile ruhların nasıl onarılacağını da düşünmelidir sistem; yöneticileriyle, ‎uygulayıcılarıyla, vatandaşlarıyla...‎ ‎

Hapishanedeki gazetecilik

‎ Üstelik bu yaraları sadece bedenlerimizde taşıyıp, ruhumuza nakşetmiyoruz. ‎Endişesiz ve korkusuz olsa, başka türlü zenginlikler üretmeye muktedir ‎zihinlerimiz de hapsediliyor. Aralarında sevgili arkadaşım ‎Can Dündar da olmak üzere, 30’un üzerinde gazeteci hapishanede şu ‎anda. Gazeteciliğin evrensel görev ve sorumlulukları içinde hareket etmenin ‎sınırlarını, yine evrensel hukuk çizmelidir. Adalet kişiye ‎özel kurgulanamaz. Haber alma özgürlüğü de dahil olmak üzere, “özgürlük neorangee başlar, neorangee biter”in sınırlarını ‎yeniden çizmeye gerek yok. Bunlar medeniyet tohumlarının atılmasıyla ‎beraber insanlık tarihinde öncelikli olarak çizilmiş, yerini almış zaten.
‎ Devletin sorumlu görevlerinde bulunanlar, yargı mensupları, uygulayıcıları, ‎evrensel hukuk ve bağımsız yargıyı eksiksiz uygulandığından emin olarak ‎hayata geçirmeli; kamu vicdanında güven kaybının önüne geçmelidir.
‎ Geçenlerde TV’de bir tartışma programı seyederken gazeteci-yazar Nedim Şenerin Erdem Gül ve Can Dündar konusunda sakinliğini ve soğukkanlılığını ‎kaybettiğini ilk defa gördüm. Konuşmanın sonunda, Can ve Erdem’e Silivri’de ‎üşümemeleri için su bidonlarına sıcak su doldurup yataklarına koymalarını ‎önerdiğinde, Silivri bir kelime olmaktan çıktı. Benim evim oldu. O kadar ki ‎fiziken ürperdim.Delilik hali ve kozalarımız‎
Bu basbayağı bir delilik hali. Ülkenin bir bölümü acılar içinde, diğer bölümü ‎bambaşka hayatlar yaşıyor.
Elbet yüreğimizde bir sızı ‎taşıyoruz ama elimizden hiçbir şey gelmeyeceğini düşünmek gibi bir konfor ‎alanına sığınıp, devam ediyoruz. Oysa insanlığın layığı ile yaşandığı hiçbir ‎ülkede sivillerin kayıtsız kalması affedilemez. Evrensel insan hakları ve ‎hukuk kurallarını bu toprakların vazgeçilmezi haline getirmek, sadece ‎temsiliyet görevi olanların değil, herkesin sorumluluğudur.
‎Getirilemiyorsa da sivillerin her şeyin üzerindeki yaptırım gücü devreye ‎girmeli...
Ama tavrını, fikrini ve hatta tarafını belli ediyor olmanın bedelleri ‎ağırlaştıkça, kozalarımıza itiliyoruz. His kaybı yaşanıyor.
Bizden istenen ya ‎da yapabileceğimizin en iyisi bu mu?
Düşmanlık, öldürmenin rasyonelleştiği o ‎pusuda palazlanıyor..

İnsan olmanın yolu

‎ Tek çare demokrasi ve demokrasi için mücadele etmek.‎ ‎ Hrant Dink öldürüldüğünde, duyarlı insanların “Hepimiz Hrant’ız” diye sokaklara dökülmesi ‎ümidimizi yeşertmişti yeniden. Evet, hayat durmuyor, akıyor, ‎devam etmek zorunda... Ama adalet yerini bulmazsa, hayat ne kadar anlamlı ‎devam edebilir? Yaşamak gittikçe ağırlaşmaz mı? Ezcümle, adalet ve ‎demokrasi olmazsa olmazıdır insanlığın.
‎ ‎ Hrant Dink’in ardından, eşinin ve çocuklarının vakur ‎duruşu karşısında ezilmiştim. Tıpkı Tahir Elçi ‎‎cinayetinde olduğu gibi... Hangi birini sayayım. Say say bitmiyor. Her ‎defasında aynı cümleye maruz kalıyoruz: “Merak etmeyin. Bu menfur ‎saldırının failleri bulunacak ve adalete teslim edilecek.” Sivil ya da ‎üniformalı her can kaybında, her şehit haberinde, batıda ya da doğuda evlere ‎düşen her ateşte, hep aynı cümle: “Merak etmeyin. Bu menfur saldırının...” ‎Yıllarca, defalarca... İstirham ediyorum, bulun o zaman.
‎ Bu, sadece bugünün felaketi ve acısı olarak kalabilecek bir şey değil. ‎İnsanların ait hissettikleri kimliklerin müdafaası yolunda yüklendikleri ya da ‎verilen görevler, onları da kendi vicdanlarında ömür boyu taşınacak bir yüke ‎mahkûm eder illa ki. Bu yük ağırdır çok; kim bilir kaç kuşak sonra ‎hafifler.
‎ Vicdan ve akıl ile hareket edip, demokrasi için, çözüm için diyalog kurmaktan ‎başka çaremiz yok. Dünyada daha iyi bir formül bulunamadı henüz. “Kimlik ‎için öldürmek” bir değermiş gibi sunulmaktan vazgeçildiğinde, hepimizin ‎mahcubiyeti azalacak, eminim.
Şiddet dili ile değil ‎diyalogla, bireysel inanç ve fikirlerden sıyrılıp herkesin hayrına, ortak ‎hareket etmekten geçiyor insan olmanın yolu...
‎ ‎
BİR YOL VAR: YAŞAMAK VE YAŞATMAK...


Dansöz Dünya‎‎→‎‎‎Söz: ‎►‎     Müzik: Geri dön▲